Oruç Aruoba, Japon edebiyatının bir şiir türü olan Haiku’ya ilgi duymuştu:
“Haiku yazdığımı -yani, yazdıklarımın haiku olduğunu- başlangıçta fark etmedim. Başo’yla tanışmam Mayıs’93’de oldu; oysa çok önceleri, ancak haiku sayılabilecek metinler yazmıştım -yani, sonradan fark ettim ki, yazmışım… (tümceler’e aldığım metinlerin birçoğu, ilk kavranış açısından da, kâğıda dökülüş açısından da -bazısı biçimsel olarak bile-, haiku sayılabilir.)
(…)
Belki, çekici olan, sınırlandırılmışlıktı: “Pekâlâ, söyle bakalım ne söyleyeceksen; ama yalnızca on yedi nefesin var – ona göre!” gibi bir kısıt, sanki rahatlatıcıydı bile: Yalnızca “söyle, hızla; ve geç…” gibi bir anlamda da değil -imbiklemek gibi bir şey: “Özü bul -çok söyleme: tam yeterince…” gibi…
(…)
sezinlemeye başladım haiku’nun anlamını:-
Anlık bir anlam: gözüküp geçiveren bir görünüm -göze çarpıveren bir kavrama- daracık kavrayış aralığından görülüveren kocaman dünya…
Geçiciliğin kalıcılığı –
kalıcı bir geçicilik…”
Haiku Japonların 16. yüzyıldan beri kullandığı bir şiir türü olmakla birlikte son yıllarda tüm dünyada sevilen bir tür olagelmiştir. Bu şiir türünde Doğu’nun mistik düşünürlerinin tinsel felsefeleri ve Zen Budist ustaların mitlerle, simgelerle, paradokslarla ve şiirsel imgelerle örülmüş düşünceleri kullanılır.
Üçlü dizelerle yazılan, on yedi heceden oluşan bu tür, konusunu genellikle mevsimlerden, doğadan ve insandan alan lirik bir türdür. Birinci ve üçüncü dizeleri beşer, ikinci dizesi ise yedi heceden(5/7/5) oluşan Haiku yapı olarak oldukça yalın, sade ve narin bir tür olarak insanla doğa arasında adeta bir köprü vazifesi yapar. Ortaya çıkışı tamamen doğaçlamadır. Örneğin, bir yaz gününde birdenbire yağmur yağmaya başladığını ve o anda Arnavut kaldırımlı bir sokakta yürürken üzerinize ılık ılık yağmur damlaları düştüğünü hayal edin. Burnunuza mis gibi toprak kokusu gelirken hemen ötede ıslanmamak için cumbalı bir evin altına sığınan minik bir kedi olduğunu düşünün. Yağmurun güzelliğini, yaprağa düşen su damlalarını, gökyüzünü, su damlalarının üzerinden atlayamayan karıncaları, toprağın kokusunu ve kedinin masumiyetini duyumsadığınız anda başlar Haiku. Görmeyi, duymayı, dinlemeyi, sessizliği ya da doğadaki tüm sesleri görmelidir Haiku şairi. Bir uğur böceğinin duyargalarıyla yaptığı gibi etrafını gözlemlemelidir ya da avının peşinden süzülerek inen kartal gibi görmelidir etrafını. Haiku şiirinde küçük ayaklılar, kanatlılar, kelebekler, doğa olayları safasını sürer. Çünkü evrenin şiiri olan Haiku onlar için koca bir imparatorluktur. Matsuo Başö, Taniguçi Buson, Kobayaşi İssa ve Masaoka Şiki bu türün en önemli şairleridir. Aruoba dışında bu türün ülkemizdeki en önemli temsilcileri ise Orhan Veli, İlhan Berk, Sina Akyol, Turgay Kantürk, Coşkun Yerli, Enis Batur, Melisa Gürpınar, Mustafa Köz, İbrahim Berksoy, Gökçenur Ç., Kadir Aydemir ve Hakan Cem ve Erol Özyiğit gibi şairlerdir.
“Deniz ile Gök
aynı renkse
fırtına gelecek demek”