Kako Ali ile Zühtü amca son olarak Beylerbeyi’nde oturup Boğaz Köprüsü’nü çekiştirmişlerdi. Bu sefer ilginç bir konuyu konuşuyorlar:
İstanbul’un deniz hamamlarını…
-Her sabah en az 1 saat yürüyorum ben Aliciğim
-Ne mutlu sana Zühtü Amca. Aslında herkes düzenli olarak spor yapmalı.
-Yaşam biçimi haline gelmeli bir bakıma. Ben gençliğimde kürekçiydim.
-Omuzlarının genişliği kürekten geliyor demek ki Zühtü Amca
-Hem kürek takımında hem de yüzme takımındaydım. Kürek takımı ile idmanları Haliç’te yapardık.
-Peki, yüzme antrenmanları?
-Kimi zaman havuzda kimi zaman da Boğaz’da. Galatasaray Adası etrafında çok yüzmüşlüğüm var Kako.
-Ben de yıllarca basketbol oynadım Zühtü Amca. Çok güzel günlerdi.
-Kendimi kontrol etmeyi, enerjimi doğru sarf etmeyi, takımın bir parçası olmayı, liderlik yapmayı öğretti bana bu spor.
-Zaten sporun en büyük kazanımı sağlıklı bir vücudun yanında zihinsel gelişimi de sağlıyor olması. Kişiliğini disipline ediyor diyebiliriz.
-Haklısın Zühtü Amca. Bu arada İstanbul’un o canım denizinin artık yüzme amaçlı kullanılamıyor olması ne kadar can sıkıcı değil mi?
-Sorma evlat, yıllarca bu Boğaz’da ve hemen yanındaki Haliç’te spor yapmış, doya doya denizin tadını çıkarmış biri olarak şu andaki haline bakınca içim yanıyor.
-Aslında ne kadar çok denize girebileceğimiz yer olduğunun farkında mısın?
-İstanbul ve çevresinde deniz suyunun temiz olduğunu var sayarsak, o kadar çok yer var ki. Boğaz köylerinden tut da Adalar’ a kadar sayısız mekan ve hepsi ayrı güzellikteler.
-Haklısın Zühtü Amca. Keşke buralarda da denize girilebilse. Böylece insanlar yılın genişçe bir zamanında İstanbul’ da yaz tatili yaparmışçasına denizden faydalanabilirler.
Zühtü Amca derin bir ah çekti. Sonra da uzunca bir süre durakladı. Ardından konuşmamıza kaldığımız yerden devam etti.
– Aliciğim, ben uzunca yıllar Teşvikiye’de yaşadım. Hem kaliteli bir muhitimiz hem de candan öte komşularımız vardı. Güzel havalarda Taksim’ deki terzihaneme yürüyerek gidip geldiğim zamanlarım dahi oluyordu. Ancak ne zaman Mayıs ayı gelir ve havalar da artık ısınmaya başlarsa Suadiye Plaj yolu sokaktaki yazlık eve geçerdik. O yıllarda şu andaki sahil yolu da yoktu. Kıçtan motorlu, ta tak ta tak tak diye ses çıkara çıkara giden ufak bir kayığım bile vardı. Sabahları erken kalkar denizime girer ondan sonra da iş gününe başlardım. En büyük keyfim de, hafta sonları o zamanki mecmualarda çıkan bulmacaları, deniz kenarında şemsiyenin altında gün boyu çözmekti.
– Bunları İstanbul’ da yapabiliyor olman bana çok şaşırtıcı geliyor Zühtü amca.
Gerçi Caddebostan plajı geçtiğimiz yıllarda yeniden açıldı. Gittin mi hiç?
– Gittim Kako gittim. Gittim ama sadece uzaktan bakmak için. Zira ne mümkün bizim zamanımızdaki güzelliği şimdilerde bulabilmek.
– Pekala Kako Ali, sana bir soru. Sen hiç hamama gittin mi?
– Çok küçükken bir kere gitmiştim.
– Peki sen hiç denize girdin mi?
– Elbette Zühtü Amca.
– Peki sen hiç denizde hamama girdin mi?
Bir an duraksadım, ne demek istediğini anlamaya çalıştım ama ne yazık ki idrak edemedim.
– Denizde hamam mı?
Şaşkınlığım ve soruyu soruş şeklimden olsa gerek Zühtü Amca çok keyiflenip kocaman bir kahkaha patlatmıştı.
– Elbette evlat, denizde hamam. 19. yüzyılda o zamanın belediyeleri olan Şehremaneti tarafından yapım yerleri belirlenen kamusal yüzme alanlarının o devirdeki adı deniz hamamıydı. Kadınlar ve erkekler için ayrı ayrı inşa edilen bu ahşap yapılar, havaların ısınması ile suya dayanıklı tahtalar kullanılarak deniz kıyısına bir iskele ile bağlantılı şekilde İstanbul’un hemen her kıyısında konuşlandırılmışlar. 1900’lü yılların ortasına kadar İstanbul halkı deniz sefalarını bu kocaman ahşap havuzlar içinde sürmüşler.
Etrafı kocaman tahtalarla çevrili olan havuzlar düşün. Asıl amaç mahrem ile namahremi birbirinden ayırmak. Mesela kadın ve erkek deniz hamamları birbirlerinden ses duyulmayacak kadar uzak olması esasıyla inşa edilmişler. Kimi erkek hamamlarının denize bakan kısımları açık olacak şekilde yapılırken kadın hamamlarının dört tarafı kapalı yapılırmış. Hatta kadın ve erkek hamamları arasında polislerin devriye gezdikleri zamanlar dahi olurmuş. Amaç, çapkın erkeklerin kadın hamamlarına kaçak yaklaşmalarını engellemek tabi.
– Zühtü amca ne diyorsun sen ya? Çok enteresan bir bilgi bu.
Anlamak için soruyorum. Kadınlar ve erkekler ayrı ayrı, ahşap duvarlarla çevrilmiş bir nevi deniz havuzları içinde mi yüzüyorlarmış yani?
-Evet Kako, adları da deniz hamamı.
-Çok şaşırdım cidden.
-İşte İstanbul ahalisi deniz keyfini bir asırdan fazlaca bu şekilde çıkarmışlar. Ta ki Bolşevik isyanından kaçıp İstanbul’da Florya sahiline yerleştirilen Beyaz Ruslar’ın denize sahilden girmelerine şahit olana kadar.
-Bugün bizlerin denize girdikleri gibi yani?
-Evet Ali, ilk başta ahali çok yadırgamış olsa da bugünlerde ‘beach’ o zamanlarda Plaj denen moda bu sayede İstanbul’ da yerini almış.
-Bu Beyaz Ruslar, tango dansını da İstanbul’a getirmemişler miydi Zühtü amca? Sanırım Pera Palas hakkında konuşurken anlatmıştın.
-Aferin Kako, söylediklerimi aklında tutuyorsun!
-Ne demek Zühtü Amca söylediklerin her daim aklımda. Eksik olmayasın sayende bu yaz günü İstanbul ve denizi hakkında hiç bilmediğim yeni birşeyler daha öğrendim.
-Sen sağol evlat.
-Haydi denize girelim demek istedim şimdi ama haydi eve gidelim artık, geç oldu.
İkimiz de güle güle ayrıldık Kanlıca sahilinden.
Gözümde canlanan deniz hamamlarını da yanıma alarak eve doğru yollandım.
Ayhan A. BİRLİK