İnsan Olmak üzerine Engin Geçtan’ın kaleminden insanlık hallerine dair notlar okuyacaksınız.
“İnsan kendine değer verebildiği oranda başkalarına da değer verir; diğer insanlara gerçek anlamda değer verdiğini hissettikçe kendisini de değerli bulur.”
Psikiyatri alanında yazdığı önemli kitapların yanı sıra romanlarıyla da edebiyat dünyamıza farklı renkler ve tatlar kazandırmış olan Prof. Engin Geçtan, ülkemizin yetiştirdiği en seçkin düşünür ve psikiyatristler arasındadır. 1932 İzmir doğumlu olan Geçtan, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra uzmanlık eğitimini psikoloji ve nöroloji dallarında New York ve Columbia üniversitelerinde tamamladı. Engin Geçtan, yıllarca sürdürdüğü psikoterapi çalışmalarının yanında ODTÜ, Ankara, Boğaziçi ve Marmara üniversitelerinde öğretim üyesi olarak da görev yaptı.
Geçtan, 1983 yılında yayınlanan İnsan Olmak adlı eserinde, engin bilgisi, deneyimi ve sağduyulu tespitleri ile okurun benliğine adeta bir ayna tutuyor ve onun hem kendisiyle hem de diğer insanlarla ve hayatla yüzleşme sürecinde farkındalık yaratıyor.
Değersizlik Duygusu
Geçtan, insanların öfke ve düşmanlık duyguları hakkındaki düşüncelerinden bazılarını şöyle paylaşıyor okurlarıyla:
Hakkımız olanı alamadığımızda ya da önem verdiğimiz bir insan beklentilerimiz doğrultusunda davranmadığında yaşanan duygu kızgınlıktır. Ancak bu gibi olaylar “Yaşam boyu insanlar zaten hep beni engellediler” ya da “İnsanlar zaten bencildir” biçiminde yaşanıyorsa, o zaman durum farklıdır ve bu tür genellemelerin gerisinde kişinin geçmişinden getiregeldiği kızgınlıkların birikimi bulunur.
İnsan kızgın olduğu için diğer insanlardan korkar, insanlardan korktuğu için de onlara kızar. Kızgın insan “Nasıl olsa beni engelleyecekler ya da reddedecekler!” beklentisi içinde öylesi davranışlarda bulunur ki, çoğu kez gerçekten engellenir. Bu kez, “İstenmediğimi zaten biliyordum!” biçiminde yaşanan bir duygu, kızgınlıkları daha da pekiştirir ve böylece kısırdöngü oluşur.
Kendisiyle uyum halinde olan bir insan, başkalarına dostça yaklaşır, ama gereğinde onlara karşı çıkar ve haklarını savunmak için savaşır. Buna karşılık, insanlar vardır, sürekli başkalarının sevgisini ve onayını kazanmaya çalışır ve bunu yaparken de kendi kişiliklerinden ödün verirler. İnsanlar vardır, diğer insanları sürekli karşılarına alır ve dünyaya karşı sonu gelmeyen bir öfke taşırlar. Ya da insanlar vardır, başkalarıyla aralarına görünmez bir engel koyar, onlarla yakın duygusal ilişikler kuramazlar. Süreklilik gösteren bu üç tür tutumun her birinin gerisinde korku ve kızgınlık duyguları yatar.
“Aslında iyi insan, çevresine olduğu kadar kendisine karşı da iyi olan kişidir.”
Geçtan’ın insanlara ilişkin gözlem ve görüşlerinde ‘değersizlik duyguları’ da önemli bir yer tutuyor. İşte İnsan Olmak adlı eserinden konuya ilişkin birkaç alıntı:
Kendisine değer verilmemiş bir insan başkasına değer veremez. Bunu sonradan öğrenebilmesi de ancak kendisine değer verebilmeye başladıktan sonra işleyebilen iki yönlü bir süreçtir. Bir başka deyişle, insan kendine değer verebildiği oranda başkalarına da değer verir; diğer insanlara gerçek anlamda değer verdiğini hissettikçe kendisini değerli bulur. Yoksa bir diğer insanı yücelterek kendimizi küçültmek, ne ona ne de kendimize değer vermektir. Üstelik böyle bir durum, değersizlik duygularının gerisinde yatan düşmanca eğilimlerin ve suçluluk duygularının daha da pekiştirilmesine neden olur.
Değersizlik duyguları yaşayan bir kişinin bazı insanları yüceltmesi ya da sürekli yermesi geliştirmiş olduğu gerçekdışı senaryoların bir sonucudur.
Değersizlik duyguları yaşayan bir insan, ilişkilerinde tutarsızdır… Çoğu kez değersizlik duyguları yaşayan bir insan, üstün olmak ‘zorundadır’.
“Sürekli yakınan kimse hiçbir işe yaramaz.”
Geçtan’ın ‘sürekli kaygı duyan’ insanlar hakkındaki görüşleri de hayli düşündürücü. Aşağıdaki birkaç alıntı bu soruna yönelik ilgi ve merakı ateşlemeye yeterli olur sanırım:
İnsanlar vardır, işleri yolunda gitse de kaygılıdırlar. İlişkilerinde aşırı duyarlı olan bu kişiler, yaşadıkları günlük sorunlar karşısında kendilerini yetersiz bulur, kolayca çöküntüye girerler. Belirsiz kaygılar ve aşırı duyarlık, sürekli sıkıntılı ve gergin olmalarına, umutlarını kolayca yitirmelerine neden olur… Bir üzüntü konusu ortadan kalktığı anda yeni bir sorun bulunur ve sonunda çevrelerindeki kişilerin sabrı tükenir.
Kaygılı kimselerin olaylara bakış biçimi oldukça karamsardır. Günlük olağan sorunları bile dünyanın sonu gelmişçesine yaşarlar. Kendilerine ilişkin beklentileri de daima olumsuzdur. Ürettikleri ‘felaket senaryoları’ ile çevrelerindeki insanları da bunaltırlar. Çünkü kaygı bulaşıcı bir duygudur ve kaygılı insan çoğu kez çevresindeki kişileri de kendi sistemine sokmayı başarır.
“Dünyada iki tür insan vardır: Yaşayanlar ve yaşayanları seyredip eleştirenler. Seyretmek ölümü, katılmak ise yaşamı simgeler.”
Sorumluluklardan Kaçmak
Geçtan ‘sorumluluktan kaçış’ gibi hayatımızı büyük ölçüde etkileyen bir soruna da ışık tutuyor eserinde:
Geçtan’a göre, sorumluluk denince çoğu insanın aklına, ailesi, çalıştığı kurum ve dostlarına karşı ‘görevleri’ gelir, ama kişinin kendisine karşı ‘görevi’ olan ‘iyi, sağlıklı yaşama sorumluluğu’ndan pek söz edilmez. Bir insan ancak kendisine verebildiğinde diğer insanlara da ‘gerçek anlamda’ verecek şeyi olur. Genelde, yaşantıya dönüşmemiş bilgi gerçek bilgi değildir. Yani Konfiçyüs’ün deyişiyle, “bilmek uygulamaktır.”
Özgürlük Duygusu
Geçtan’ın İnsan Olmak adlı eserinde öne çıkan başlıklardan biri de ‘özgürlük’ kavramı. Geçtan, çocukluk yıllarını gerekli destekten yoksun ya da baskı altında geçiren kişilerin, o dönemde başlayan gerilim ve anksiyeteyi yetişkinlikte de sürdürdüklerini savunuyor. Bu tür baskıcı, reddedici, aşırı koruyucu ya da aşırı hoşgörülü bir ortamda yetişen çocukların ilerde özgür bir kişilik geliştirmeleri ne yazık ki hiç de kolay olmuyor.
Yaratıcılık ve Yalnızlık Arasındaki İlişki
Geçtan’ın yalnızlık ve yaratıcılık üzerine yazdığı satırlar ise okurun zihninde farklı bir pencere açıyor:
“Bir insanın kendi seçimiyle ve ‘geçici’ olarak yalnızlığa çekilmesi ise çoğu kez yapıcı ve yaratıcı sonuçlar doğurur. Yaratıcı insanlar yapıtlarını ya da buluşlarını ancak böyle yapıcı bir yalnızlık süresinde ortaya çıkarabilirler. Bir başka deyişle, yaratıcı kişi, gerektiğinde yalnız kalabilmekten korkmayan insandır.”