Sevgili Hanımlar! Bu yazıdan anneler günü buketi çıkmayacak bilesiniz. Okuyacağınız yazı, iki çocuğu olan ve onların varlığına her gün şükreden bir annenin yazısıdır. Son 16 yılımı anne halleriyle geçiren bir kadınım. İlk 8 yılı annelik ve kariyer çelişkisi sancıları ile geçti. Büyük kızımı dört aylıkken bırakıp işe gittiğimde o gün önemli bir duygusal çöküş yaşamıştım. Akşam halimi gören eşim ‘Dünyada şu an küçücük bebeklerini bırakıp işe giden milyarlarca kadın var, yalnız değilsin’ dedi. Bu söz beni annelik konusundaki düşüncelerimin gelişiminde bir mihenk taşı olmuştur ve halen ara ara hatırlar üstüne kendimce ‘annelik’ üzerine düşünce sistemleri geliştiririm.
Biz insan evladını dünyaya getiren, insan dişileri, yani kadınlar, yani anneler, kendimizi öyle abartıyoruz ki, çocuklarımızın gözünde kimsenin erişemeyeceği en kutsal tepede kurulmayı ve tepeden aşağıya geri kalan halkı selamlamayı kendimize marifet sayıyoruz.
Efendim, doğurmuş olduğumuz türün adı: İnsan. Dokuz ayda anne karnında gelişimini tamamlayan, doğduğundan ta ki kendi başına bir hayat kuracak erişkinliğe gelene kadar hem fiziksel hem duygusal olarak desteklenmesi gereken bir türdür ‘insan’. Elbette ki onun doğumunu gerçekleştiren ve annelik hormonu sahibi olan biz kadınlar, genel anlamda tüm bu süreçte onlarla birlikteyiz onların yanındayız ve muhteşem bir bağ kuruyoruz yetiştirdiklerimizle. Onlar adeta bizim eserlerimiz bir anlamda. Adanmışlıklarımız. İşte bu iki kelime beni yetiştirdiklerimiz adına çok endişelendiriyor sevgili hanımlar.
Bendeki mesele doğumdan yetişkinlik dönemine hatta ölene dek, bu süreç içerisinde kadının kendini hem toplum hem evladına karşı nasıl konumlandırdığı ve hatta dayattığı ile ilgili mesele. Kimimiz aşırı korumacılığımız ve kimselere emanet edememe takıntısı ile tek başına hareket etmesini engelliyoruz, kimimiz çocukta yaparım kariyerde diyerek çocuğu sadece maddi isteklerini doyurarak ve hiç beraber vakit geçirmeyerek kendimizi cici anne görüyoruz. Yani saysak bin bir türlüyüz. Sonra bir gün gelip bize bir fikirle ilgili itiraz ettiği anda, ’Ben senin annenim şu hayatta senin için neler yaptım, nelerden vazgeçtim, nelere katlandım’ diyerek söze başlayabiliyoruz.
Ne yaptım? Ne yaptın? Ne yaptınız? Ne yaptılar?
Düşünsenize yepyeni bir beden, beyin ve kalp doğuyor. Onları daha karnımızdayken işlemeye başlıyoruz. Stresimiz onların stresi oluyor, yediğimiz içtiğimiz onların da oluyor, iyi /kötü ruh hali onların. Doğuyorlar. ‘İşte bu benim’ diyoruz o güzel yumuk yüze, ellere bedene bakarken. Hayır hanımlar hayır! İşte orada duralım. Onlar bizim doğurduklarımız evet ama sadece bizim değiller. Bizim gibi olmak zorunda değiller. Bizim gibi giyinmek zorunda değiller. Aynı şeyleri düşünmek zorunda hiç değiller.
‘Ama o benim yavrum bana emanet.’ Evet bize emanet, ama sadece emanet. Emanet edilen, kendi ihtiyacı olan doğru şekilde muhafaza edilmelidir. Bizim ihtiyacımız olan şekilde muhafaza edemeyiz. Kendi hayallerimizi onlara misyon olarak yükleyemeyiz, o zaman emanet zarar görür.
‘Ama ben onun annesiyim annelik duygusu apayrı bir şey. Çıkarsız, tarifsiz benden başka hiç kimse onu o kadar düşünemez.’ Emin miyiz? Diyelim ki öyle olacak. Ne güzel hayatına 1-0 galip başlıyor ne güzel, bir insanı en saf duygu ile sevmenin ve özverili bir şekilde destek olmanın adı annelikse ne mutlu yetiştirdiğimiz evlatlara.
‘Ama ben onun annesiyim onun için ne iyi olacak ne olmayacak benden başka hiç kimse bilemez.’ Biz ne kadar doğru bireyleriz? Toplum içinde ne kadar doğru hareket ediyoruz? Peki ya yanlış olan biz isek onlar doğruysa?
‘Bilmem kim hanımlar gezerken, benim evde oturup size organik yemekler yapmakla geçti ömrüm bir günden bir güne düzensiz ütüsüz çıkarmadım sizleri dışarı.’ Ne mutlu demek çocuklarınızı fiziksel ihtiyaç konusunda hiç eksik bırakmamışsınız. Yalnız baştan ne dedim, insanoğlunun tek başına kendine yetebilmesi için seneler seneler geçmesi ve hep destek alması lazım.
Yetişme süresince karşılık beklentisi içinde bir ‘annelik’, çocuklarımıza sadece vicdani gel git yaşatır. Annemi aramalıyım, o benim için neler yaptı. Anneme itiraz etmemeliyim o benim için neler yaptı. ‘O benim annem benim için tüm hayat boyunca belli ‘feda-kar’ lıkta bulundu, benim için kendini ‘feda’ etti ben ‘kâr’a geçirmeliyim.’
Evlatlarımıza içimizde onlara karşı beslediğimiz saf sevgimizle beraber onların sadece yanlarında yer alalım. Onlara yaratabildiğimiz sosyal ve eğitim alanındaki imkânlarımızı sadece onların ihtiyacı ve hayallerini destekleyecek biçimde şekillendirelim.
Başarabilir miyiz hanımlar? Başarırız elbet. İnanıyorum ben bize. Haydi deneyelim, uygulayalım ve sürdürelim. Sevelim okşayalım o mis kokuları içimize çekelim, onları anlamaya, onların bize yeni şeyler öğretmelerine hazır ve istekli olalım.
Anneler gününüzü kutluyorum. Evlatlarımızla nice kutlanacak güzel günlerimiz olsun. Bol bol sarılın onlara, çabuk büyüyorlar.
Halil Cibran, Ermiş kitabında bize der ki:
‘Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat’ın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.
Çünkü ruhlar yarındadır,
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın.
Çünkü hayat geriye dönmez, dünle de bir alışverişi yoktur.
Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.
Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür
Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.
Okçunun önünde kıvançla eğilin
Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar
Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever.’