Türk İşi Minimalizm: Hale Acun Aydın ile Söyleşi

Şimdiye kadar genel olarak yaşantımızda, alışverişte ve sosyal medyada sadeleşme konularına değinmiştik. Hatta sosyal medya hesaplarında sadeleşirken, aynı zamanda bilinçli tüketim, sıfır atık, çevre bilinci gibi konulara da dikkat çeken bazı önemli sosyal medya hesaplarına da kısaca yer vermiştik.

Bu kez, sadeleşme ve minimalist yaşam konusunda öncü olan isimlerden biriyle, “Türk İşi Minimalizm” yani sevgili Hale Acun Aydın ile  harika bir sohbet gerçekleştirdik.

-Sevgili Hale, öncelikle çok kıymetli bir iş yapıyorsun. “Sıfır Atık”, “Kahve Termosta” gibi etiketlerden aslında birçoğumuz sosyal medyadan seni tanıyor. Minimalizm yolculuğu ve Türk İşi Minimalizm nasıl başladı? Kısaca bahseder misin? Seni yakından tanımak isteriz.

Öncelikle teşekkür ederim. Gerçekten severek ve ciddi bir zaman harcayarak bu paylaşımları yaptığım için bu tarz geri bildirimler bana çok büyük motivasyon kaynağı oluyor. Kendimden bahsedeyim, ben Hale Acun Aydın. Evliyim, iki tane de oğlum var. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü mezunuyum. Okul bittikten sonra pazarlama alanında çalışmaya başladım. 12 yıl boyunca çeşitli şirketlerde çalıştıktan sonra kurumsal hayatı bıraktım ve tamamen Türk İşi Minimalizm’e odaklanmaya başladım. Türk İşi Minimalizm ise bundan yaklaşık on yıl önce, ben yeni yeni iş dünyasında var olmaya çalışırken yabancı sitelerde “declutter” (dağınıklığı azaltma) ve minimalizm kavramlarına rastlamamla başladı. Kavramları okudukça çok etkilendim. Çünkü gerçekten tüketim konusunda ne kadar bilinçsiz olduğumun ve evimizin ne kadar dolu olduğunu anlamış oldum. Aslında ben bazı temel konularda zaten sade bir yaklaşıma sahiptim; mesela aynı anda asla bir parfümden fazlasını almamak veya evde misafir yemek takımına karşı olmak gibi. Asıl sorunum kıyafetlerdi, çünkü satın alması daha kolay ve kimi zaman bütçe olarak da çok makuldü. Ben okudukça ve hayatıma uyguladıkça istedim ki, daha çok kişi bundan yararlansın. Türkçe kaynak eksikliğini de görünce bu işe gönüllü oldum. Uzun süre kendi kendime takıldıktan sonra, o zamanlar en çok paylaşım yaptığım yer olan blogum, kemik bir okuyucu kitlesine ulaştı. Son dönemde ise Instagram ve Youtube’da paylaşımlarımı artırdım. Amacımsa minimalizm ve sıfır atık konularında bir farkındalık yaratmak ve küçük adımlarla bile olsa okuyucuları harekete geçirmek. Senin de bahsettiğin  #kahvemtermosta projesi de benim için çok değerli, 2019’un Ocak ayından beri gerek online mecralardan, gerekse kafe kafe gezerek kağıt bardak kullanımını azaltmayı kendime misyon edindim.

-Çıktığın bu minimalist yolculuğunda zorlandığın noktalar oldu mu? Bunlar neler?

Kağıt üzerinde sadeleşmek çok kolay geliyor. Al eşyaları önüne, sonra temel sorular sor: “Bu eşya neden burada, nereden geldi” gibi. Sonra da karar ver. Ama uygulamaya geçince elbette beyin oyunlar oynamaya başlıyor. Benim en çok zorlandığım, büyük umutlarla “zayıflayınca giyerim” niyetiyle alıp, hiç giyemediğim ve buna rağmen sakladığım kıyafetler oldu. Ne zaman ki kendimi ve şu anki halimi kabullendim; o zaman bunları da elemek kolaylaştı. Bir de tabii beraber yaşadığın kişilerle denge kurma konusu var ki, orada da karşındaki kabullenmek ve kendi fikrini ona zorla empoze etmemek gerektiğini öğrendim.

-Kurumsal hayatta çalışırken aklında “sadeleşme” ve bunu yayma fikri var mıydı? Nasıl gelişti?

Benim sadeleşme yolculuğum kurumsal hayatın içindeyken başlamıştı ama kariyerimi tamamen bu konuya evriltmek en başlarda hiç aklımda değildi. İlk zamanlar kaynak eksikliği kadar ilgi eksikliği de çoktu. Anlattığım şeyler birçok kişi için çok uzak kavramlardı. Konunun bilinirliği arttıkça ve hayatın da dinamikleriyle artık işim haline geldi diyebilirim.

-Hepsinden önemlisi bir annesin. Hem de çok güzel bir annesin. Annelikte sadeleşirken kendini sınırlandırdığın veya güçlük çektiğin şeyler oldu mu? Sadeleşme konusuna evdekiler nasıl yaklaşıyor?

Annelik serüveni, hamilelikle başlıyor ve çocuğun her yaşında farklı bir tecrübeye dönüşüyor. Çok sevdiğim bir söz var: “Annelik hem çok doğal, çok genel bir süreç hem de çok kişisel. Bu yönüyle de biricik.” Kendi anneliğimde de bunu uygulamaya çalışıyorum.

İki çocuklu hayat insanı çok törpülüyor ve insan her şeye yetişemeyeceğini kabulleniyor. Bu röportajda çok kullandım belki bu kelimeyi ama gerçekten kabullenmenin çok önemli olduğuna inanıyorum. Sadelik tarafından bakarsak doğum, doğum günü gibi süreçleri olabildiğince sade yaşamaya çalıştım. Çocuklarımız çok değerli, insan çocuğu için her şeyin en iyisini istiyor ama paylaşmanın da büyük önemi var. İki oğlumda da çok fazla ödünç eşya ya da ikinci el ürün kullandım. Çok kısa zamanlı kullanılan bu ürünleri en sürdürülebilir yollarla elde etmeyi seçtim.

Çocuklar küçükken tek sorun aile bireylerinden gelen müdahaleler oluyor. Hep derim, ben küçük oğluma belki üç tane oyuncak araba almışımdır ama odasında yüzden fazla arabası var. Çünkü alınabilecek en pratik hediye olduğu için, gereğinden çok daha fazla alındı yıllarca. Kıyafet ya da başka oyuncaklar da bu şekilde olabiliyor. Keşke herkes kitap almayı abartsa diye diliyorum hatta.

Çocuk büyüdükçe ise tabii durum değişmeye başlıyor. İster istemez arkadaşlarından, reklamlardan etkilenebiliyor. Onun taleplerini makul şekilde yönetmek gerekiyor. Başta da dediğim gibi, her yaş bana ayrı bir aydınlatma getiriyor. Sanırım cinsiyet de önemli. Çocuğun özünde bu olmasa da, aile bireylerinin kız çocuklarını süslemeyi, giydirmeyi sevmekten onlara yüklenen bir misyon sanki bu. Talepler farklılaşabiliyor gözlemlediğim kadarıyla.

Aileyle ilgili söyleyebileceğim bir başka önemli nokta da, eşim. En büyük şansım, eşimle çok paralel düşünmemiz. İkimiz de mümkün olduğu kadar hareket eden, aktif olan çocuklar yetiştirmeyi istiyoruz. Haftalık-aylık oyuncak rutinleri yapmıyoruz. Ama tabii ki, hayat bu sohbette söylediğim kadar net ve katı kurallarla gitmiyor.

-Minimalizm yolculuğuna çevrendekilerin, en önemlisi arkadaşlarının tepkisi, ilgisi nasıl oldu?

Başlangıçta ben de çok konuşma içinde bahsetmiyordum, biraz da çekiniyordum belki de. Son yıllarda yakın arkadaşlarımın aklına artık bu konseptle kazındım. Öyle ki, gördükleri haberleri, ürünleri, kitapları “aklıma sen geldin” diye bana yolluyorlar ya da hediye alırken buna dikkat ediyorlar. Çok hoşuma gidiyor bu da.

Aralarından etkilenip kendi hayatında değişim yapan da çok oldu. Duruma göre kimisiyle kolaylığını, kimisiyle zorluğunu konuşuyorum. Çünkü iki türlü düşünen de gayet haklı.

-Sadeleşme ve minimalizmle ilgili olarak şu an devam ettiğin çalışmalar neler?

Düzenli olarak içerik üretmek ve bunları çeşitli mecralarda paylaşmak en çok yaptığım şey. Bu sene #kahvemtermosta projesi gerçekten çok zamanımı aldı. Ek olarak konuşmalar yapıyorum; bazen okullarda, bazen şirketlerde. Bir iki proje daha var ki, onlar da tasarım aşamasında. Umarım kısa sürede netleştirip sonra sizinle ayrıca paylaşırım.

-Blog, videolar, okullar için etkinlikler, ailen… Bütün bunları nasıl planlıyorsun? “Her şey çok karışık, adapte olamıyorum, hep işlerim yarım kalıyor” diyenlere önerilerin neler?

Bir önerim olacak: Planlama yapmak ve sonra da aksiliklere karşı da esnek olmak. Ben tam bir ajanda insanıyım. Online olarak birçok şeyi kaydetsem de, asıl takibim defterimde. Yapılacaklar listeleri, gelen fikirler, “Şu konuda da yazar mısınız?” talepleri, gelecek projelerin taslakları, hatta Youtube video metinlerini hep yazılı takip ediyorum. Hepsi aynı anda çok iyi olamıyor tabii. Tek kişi olarak hepsini birden yapmak, çocuksuz bekar bir hayatta bile çok kolay değil. O yüzden yetişemediklerime üzülmek yerine, yapabildiklerime seviniyorum. Üniversitede okurken ne kadar çok vaktim varmış diye şaşırıyorum bir yandan da.

İşlerim yarım kalıyor, diyenlere ise özellikle bir önerim olacak; bir zaman aralığında bir iş yapmaları. Bize hep multi-tasking / çok işi bir arada yapabilme öğretildi ve önerildi. Şimdi ise kesilmemiş dikkat ve farkındalığın önemli anlaşıldı. Mesela kurumsal hayatta en çok yapılan hata, bir iş üzerinde çalışırken sürekli e-posta kontrolü yapmak, hele bir de şimdi telefonlara gelen onlarca bildirim de var. İlk adım olarak telefonlarda bir temizliğe, uygulama silmeye ve bildirimleri kapamaya ihtiyaç var.

Çalışma hayatında minimalizm mümkün mü? Çünkü gün geliyor, 4 sene öncesinin faturası veya Ankara’ya giden evrağın muhaberat numarası sorulabiliyor; her şirkette her şey dijital veya sistemli olamayabiliyor. Dosyalar, evraklar mutlaka saklanması, arşivlenmesi ya da elinin altında olması gereken şeyler. Kurumsal hayatta sadeleşme süresi nasıl olmalı?

Ben tam bir arşiv insanıyım ama bizim kültürümüzde bu çok eksik. Ben çok şanslıydım, ilk çalıştığım yöneticilerimden aldığım bir alışkanlık oldu bu. Beş sene önceki kampanya görselini bile, bu rahatlıkla hep buldum. Hatta öyle ki, eski çalıştığım bir şirkette tüm görsel arşivin dijitale aktarım projesinde görev aldım.

Her ne kadar sadeleşmek önemli olsa da kurumlarda bir kurum hafızası gerekiyor. Zamanında hangi iş neden yapılmış ve neden başarılı / başarısız olmuş , şimdi benzer bir iş yapıldığında buradan alacağımız veriler neler… Bunlar önemli bence.

Ben şimdi bile üçüncüsünü yaptığım “Haftalık Gündem”de her hafta ne anlattığımı, ne önerdiğimi yazıyorum ki 3-4 hafta sonra yine aynı şeyleri anlatmayayım ya da eski bir konunun güncel halinden bahsedebileyim.

Bu işin bir boyutu da şöyle: Hem kültür olarak, hem de resmi bazı belgelerin hukuksal olarak saklanması bir yana, iş hayatında kesinlikle minimalizmin yeri var. Masaların düzeninden ofis alanının sadeliğine, biraz önce bahsettiğim bir zaman sürecinde bir işe odaklanmaktan, işleri önceliklendirmeye yapılabilecek çok şey var.

-Sürekli tüketmeye yönlendirildiğimiz günümüzde, “almamak” için neler yapmamızı önerirsin? 

Hiç almamak diye bir şey yok bence, en azından şehir hayatında. İhtiyaçlarımızı doğru belirleyip ona göre hareket etmek gerekiyor, buna biraz da ihtiyaç dışı ama gerçek beğeni objelerini de ekleyebiliriz. Ayakkabılardan gidelim: Sadece temel ihtiyaçlara göre gitsek herkes sadece siyah, kahverengi veya nude denen ten rengine yakın ayakkabıları giyerdi. Oysa bir de bizi biz yapan zevklerimiz var. O yüzden birisi kırmızı bir ayakkabı ekliyor, diğeri bir siyah çift  daha yedek alıyor, bir başkası desenli ayakkabı ekliyor…

Biz sadeleşip bu mantıkla satın almaya karar verdiğimizde iş bitmiyor tabii. O zaman da reklamlara maruz kalma sorunu oluyor. Bazen televizyonda, bazen iş arkadaşımızın üzerinde bir şey görüyor veya yeni çıkan bir telefonun haberini okuyoruz. Bu durumlarda dürtüsel hareket etmemek için, bir şey almaya karar verince bir süre beklemek (tabiri caizse üzerine yatmak, bir süre harekete geçmemek), aboneliğiniz olan e-ticaret bültenlerinden çıkmak bizlere yardımcı olabilir.

-Zihinsel sadeleşmeyi nasıl sağlayabiliriz?

Bilinçli farkındalık konusu bence burda en temel şey. Anda kalabilmek. Bu konu çok derin ama zihinsel sadeliği merak edenler mindfulness ya da Türkçe’de kullanımıyla bilinçli farkındalık üzerine eğilebilirler.

-Dijital hayatta (özellikle mail trafiği, sosyal medya hesapları) sadelik yolculuğu mümkün mü?

Tabii ki mümkün, kullanım derecenize göre saat sınırlaması yapmak ya da bir süre komple hiç kullanmamak, size sosyal medyanın vakitinizden ne kadar çaldığını gösterecektir. Maillerde ise gerçekten acil olmayan mailler için on dakikada bir mail kontrolü yapmamak gerekiyor. Ben kendi adıma çok fazla bültenden de çıktım.

-Çalışmalarınla ilgili, çevremizdekileri bilinçlendirmek adına planladığın yeni söyleşi, etkinlik var mı? Tarihlerini ve nerede olduklarını paylaşırsan çok mutlu oluruz.

3 Kasım’da ise Kozzy’de bir etkinlik planlanıyor. Umuyorum ki, birkaç tane daha eklenecek ama henüz kesinleşen başka etkinlik yok.

-Yakın zamanda kitap projen var mı?

Gerçekten çok istediğim bir şey. Ben kendi notlarımı toparlıyorum şu anda. Umarım bu konuda da güzel haberler iletirim yakında. Siz değerli Martı okurlarına bilinçli tüketim, minimalist yaşam, sadeleşme, bilinçli farkındalık gibi konularda faydalı olabildiysek ne mutlu…

Her şey gönlünüzce olsun.

RÖPORTAJ: Zeynep Kıyak

Önceki İçerik“12” Fotoğraf Sergisi, İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nde Bir İlk!
Sonraki İçerikÖykülerinizi Yayınlıyoruz
1981 İstanbul doğumlu, İstanbul aşığı olan bir İstanbullu. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi, Halka İlişkiler ve Reklamcılık Lisans, Marmara Üniversitesi Medya Ekonomisi Yüksek Lisans mezunu. Editörlük ve kurumsal iletişim alanlarında üç yıl çalıştıktan sonra, insan kaynaklarına yöneldi, 12 yıldır profesyonel anlamda bu alanda çalışıyor. Çok klişe olacak belki ama “Çocukluğundan beri yazıyor” Ortaokul ve lise yıllarında yazıyla ilgili tüm il düzeyi yarışmalarda önemli dereceler kazandı. Üniversitede TÜHİD’in düzenlediği sosyal sorumluluk temalı yarışmada ekip arkadaşlarıyla “Genç İletişimciler” dalında Altın Pusula ödülünü aldı. Yazmayı bırakmadı. Sabah, Akşam gibi gazetelerde belirli dönemlerde yazıları; Kariyer.net’in blog sayfasında makaleleri yayımlandı. 2011’de Yasemin Sungur ile yolları kesiştiğinden beri Martı’da “Alternatif İK Sözlüğü”nü hazırlıyor. Bunun yanı sıra gündemle ilgili haber yazıları, röportajlar, farklı yazı dizileri üzerine yazmaya devam ediyor. MARTIDAŞ olmayı çok seviyor. Yeni projesi için yakında harekete geçecek ve bu yüzden çok heyecanlı…