Kargaların hükümdar gibi ortalığa yaydığı sesi delip geçen kara başlı, ötleğendi. Bardağımı dudaklarıma değdirip sıcak çayımdan iç ısıtan bir yudumu çekerken bakışlarım karşıdan gelen beyaz tüylü dostunkiyle çarpıştı. Yanıma kadar sokuldu önce, tanımak istediği belliydi. Biraz kokladıktan sonra sağ yanıma ilerleyip sırtını dönerek uzandı. Koskoca ormanda güvenip sırtını bana dönmüş olması onur vericiydi. Çünkü köpekler insanlar gibi değildirler. Kime sırt döneceklerini, kime güveneceklerini iyi bilirler. İnsan seçerler. Kafasını sevmeyi bıraktıktan sonra bu kez ben onu incelemeye başlamıştım. Bu kahverengi, yeşil karışımlı ormanda onun kendini yere serişini görseniz, yanına uzanmak isterdiniz. Yere koyduğu karnının nefes aldıkça inişi ve kalkışı, kuyruğunu -bacaklarının arasına sıkıştırma ihtiyacı duymadan- serdiği yerdeki kabarık görüntüsü… Ara sıra sinek vızıltısından rahatsızlık duyup, kulaklarını kırıp açtığını hareketten saymazsak üç saate yakın yerde yatmıştı.
Elimdeki Virginia Woolf’un Dalgalar’ına epeyce kapılmıştım. Bedenimi yasladığım akasyanın köklerinden bir tanesi de benmişim gibi rahatça uzanıyordum. Üzerimi örten dalların arasından ayakucuma bir ispinoz indi. Uzun zamandır beni izlediği aşikârdı. Köpekler gibi kuşlar da kanatlarına rağmen güvenliğinden emin olmadıkları yere konmazlar. Dalgalar’ın içinden çıkıp sırt çantama koyduğum ay çekirdeği paketini açtım. Dış kabuğunu ayıklayıp içini ispinoza attım. Minicik gagasıyla yakaladığı çekirdeği birkaç ısırıkta bitirdi. Sonra yenisi, bir yenisi daha derken uzaktan gözetleyen diğer kuşlar da geldi. Birlikte bir paket çekirdeği bitirmiştik. Onların küçük pembe ayaklarıyla tedirgin ama giderek güvenlerinin daha da arttığını gösteren yakınlıkları hissedilmeye değerdi.
Birbirine sımsıkı sarılan ağacın dalları, tabiatın dost yanını gözler önüne seriyordu. Bakışlarımı yukarı çevirdiğimde yaprakların arasından görünen mavi, karanlığın inini bile aydınlatmaya yetecek düzeydeydi. Güneş ışığının köpeğin üzerine düşen parçasına yeniden ilişti gözlerim. Beyaz tüyleri arasındaki sarılar, yaldız gibi gün yüzüne çıkmıştı. Ağaçların gölgeleri kahverengi toprak zeminin sol yanı boyunca uzamıştı. Güneşin ısısı giderek yerini yeşil yaprakların rüzgâr dansına bırakıyordu. Yaprakların salınışı ile yakınlarda bulunan göletten yükselen kurbağa sesleri de kuşlarınkilerin arasında yerini almıştı.
Yerdeki kırıntıları toplamaya çabalayan karıncalar da geldiğimden beri hiç durmamıştı. Hepsi hareket halinde, yuvasına yiyecek taşıma gayesindeydi. Kuşların uçuşup dallarına çekilmeleriyle geride kalan kırıntıları, bu kez onlar toplamaya başlamışlardı. Bazı karıncalar iki şerit halinde geçit oluşturuyordu. Taşıyıcı karıncalar sırtlandıkları çekirdek artıklarını bu geçitten yuvaya taşıyorlardı. Biraz zaman geçtikten sonra konvoy seyreldi. Sonra biraz daha… Son birkaç karınca kaldı. Ve sonrasında hepsi yuvasına çekildi.
Kuşlar, köpekler, karıncalar… Ağaçlar dikiyorum zihnime, ötleğenler konsun, ötsün diye.
Gönül Demircioğlu