Hepimiz zaman zaman, son yıllarda sıkla; “elimizin altında her şey mevcut, saniye farkıyla kendimizle ilgili haberleri çok değişik platformlardan paylaştığımız halde, eskisi kadar neden mutlu değiliz, yalnız hissediyoruz? O zaman sorun nerede?
İoana Hocamız, “yalnızlık” için “bir dostun olmamasıdır” der. Sanırım bugün burada konuşmayı amaçladığımız da bu anlamda bir yalnızlık.
Öte yandan çok boyutlu bir konu olan“İletişim Çağının Getirdiği Yalnızlık” başlığını – öyle ki Üsküdar Üniversitesi tarafından 2019 yılında Uluslararası Yalnızlık Sempozyumu düzenlenmiş- bu kısa buluşmadaher yönüyle ele almanın mümkün olamayacağını düşünerek; “Ortak Dil”, “Kendi Hikayemizin Başrolünde Olmak” ve “Takas Mekanları” üzerinden ele almaya çalışacağım.
Ortak Dil
İletişim en basit haliyle neydi?
İletişim; insanın varlık sürdürme biçimi ve insanın varlık sürdürme biçimindeki gelişmelere göre değişimlere uğrayan bir olgudur. Esasında iletişim yalnızca sözel bir süreç değildir. İnsanın insanla karşılaştığı ilişki kurduğu her yerde her durumda ayrı bir dil biçimi içinde kodlanmış iletişim süreci yaşanır. Dilin kullanım biçimi, onu yaratan hayat tarzını bize olağan, olabilecek tek hayat tarzı olarak benimsetir.”*
Digital iletişim de bunlardan biri. Hayatımızdaki diğer iletişim araçlarına göre nispeten yeni olsa da onlardan daha hızlı bir biçimde yayılmış, her türlü toplumsal tabaka tarafından çok hızlı benimsenmiştir. Ve adeta bir gün uzak kalsak yokluğundan strese girdiğimiz bir iletişim boyutu.Oysa biz mesaj atıp,fotoğraflarımızı paylaşırken rahatlamayı amaçlıyorduk.
Yukarıdaki cümleye atfen; “Mesaj attım daha like almadım.” Digital iletişim çağının iletişim kodlarından biri ve en büyük yalnızlık sebebi. Mesaj atınca hemen like almak, kendi potansiyelini aldığı like ve takipçi sayısına göre ölçmek. Yine her ne iş yapıyorsa yapsın işin kalitesinin like sayısının gerisinde kaldığı bir çağda yaşıyoruz.
Hal böyle olunca başlangıçta nispeten ne olduğunun da tam farkında olmadan başımızı döndüren “takipçi” ve “like” sayıları gün oldu bize kendimizi yalnız hissettirdi. Oysa ailemiz, arkadaşlarımız, dostlarımız yanı başımızdaydı. Başarı ve başarısızlıklarımızda hep yanımızdaydılar. Ancak elbirliğiyle büyüttüğümüz “takipçi sayıları” ve like” dağının altında kalmıştık. Biz sıradan insanların ne yapsa yetişemediği bir büyüklük vardı. Bize “herşeyin bir tuş kadar yakın” olduğu öğretilmişti. Ancak digital sahnede hangi rolü oynarsak oynayalım istediğimiz alkışı alamıyorduk. Hep daha güzeli, fazlası, popüleri bizim olsun istiyorduk. Ama olmuyordu.
Şu anda evlerinde elindeki telefonun tuşlarını tıklayarak instagrama giren oldukça büyük bir çoğunluk, paylaştığı görüntüye istediği “like”ı almadığı için üzgün ve kendini yalnız hissediyor.
Kendi Hikayemizin Başrolünde Olmak
Uzunca yıllar tarih kitapları “kahramanların” hikayelerini yazdılar. Ve uzunca zaman toplumların büyük bir çoğunluğu da o hikayeleri okudu. Digital İletişim Çağı, teknolojik imkanlarıyla, sosyal medya aracılığıyla sıradan insana kendi hikayesini yazma ve bu hikayeyi bulunduğu odanın çok ötelerine duyurma imkanı verdi. İnsan teki artık kendi hikayesini kendisi nasıl isterse öyle anlatmanın, aktarmanın çok hızlı bir yolunu bulmuştu. Her gün her gece üzerine bir şeyler ekleyerek hikayesini anlatmaya devam etti. Benzer hikayeler çoğalmaya başlayınca hikayesi eskisi kadar ilgi çekmez olunca el yükseltip türlü oyunlarla takibi arttırma peşine düştü derken yanındakinin, yakınındakinin hikayesini dinlemez oldu.
Yalnızlık biraz da buradan başladı diye düşünüyorum. Birbirimizin hikayesine kulak vermediğimiz bir hayat yaşıyoruz.
Burada sizlerin de yakından tanıdığı Bülent Hocamın bir sözünü anmak isterim. “Bizi Yeryüzüne Bağlayan Hikayeler” kitabında söyle der;
“Bizi hayatta tutan başkalarının elleridir ama bizim ellerimiz de başkalarına hayat verir.”**
Takas Mekanları
İtaloCalvino’nun “Görünmez Kentler” kitabındakentlerin takas yerleri olduğunu söyler ve bu değiş tokuşların yalnızca ticari takaslar değil, kelime, arzu ve anı değiş-tokuşları olduğundansöz eder.
“… Yağmurdan korunmak için bir kemerin altında tesadüfen bir araya gelenler, ya da çarşıda bir tentenin altına doluşanlar ya da meydanda çalan orkestrayı dinlemek üzere duranlar arasında buluşmalar, baştan çıkarmalar…”***
Kent içindeki park ve meydan gibi kamusal alanların çokluğu ve bu takasa elverişliliği bir yana “hızın” bu kadar kutsandığı bu çağda bizim oralarda geçirdiğimiz vakit digital çağdaki yalnızlığımız için de birşeyler söyler mi? Ne dersiniz?
Fabrika Ayarlarına Geri Dönme: Yavaşın Hızıyla Takası
Belki de yalnızlığımız yavaşı hızla takas ettiğimizde başladı. Sırasıyla tren 1825), telgraf (1835), telefon (1875, motorlu taşıtlar (1885), radyo (1895), televizyon (1923), cep telefonu (1973)girdi hayatımıza, hem ulaşım hem de iletişim on yıllar, yüzyıllar içinde gelişim gösterdi.
Ne demiştik? İletişim insanın yaşam biçimindeki gelişmeler göre değişim gösterir. Her biri hayatımıza sağladığı kolaylıkların yanı sıra kimi olumsuzlukları da beraberinde getirdi: İnsanoğlu trenle yolculuklara başladığında, ilk olarak at arabasının tepesindeyken inceden inceye gözlemlediği doğadan uzaklaştı. Telefonun ve şimdilerde sosyal medyanın hayatımıza girip yaygınlaşmasıyla “mektup” gönderip beklememin heyecanı ve sabrını kaybettik. Her gelişme ve değişmenin aynı zamanda farklı dil kodları oluştu.Pin koduyla, ilk harfi büyük olmak şartıyla oluşturduğumuz sosyal medya şifreleriyle hesaplarımızda cirit atarken kişilerarası iletişimin şifrelerini, pin kodlarını unuttuk.
Yalnızlık hissimizin ağırlığı bundan.
Öte yandan yukarıda sözünü ettiğim sempozyumda sunulan bildirrilerde; yapılankimi bilimsel çalışmalarda gençler arasındaki yalnızlık oranlarının yaşlılara oranla yüksek çıktığı belirtilmiş. Gençler digital dünyadan beri gelip sokaklara, parklara meydanlara inmiyor. Onların oralardan inmelerinin yolunu da birlikte aramamız gerekiyor.
Şimdi birbirimizin hikayelerini dinlemeye vakit ayırdığımız, ortak sofralar kurduğumuz, bu yolla birbirimize temas ettiğimiz, yaşadığımız yerlerdeki takas mekanlarına, doğaya daha çok vakit ayırdığımız bir zamana ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
Hep birlikte sürdürülebilir, bize kendimiz yalnız hissettirmeyecek ortak yaşamın yollarını aramaya ihtiyacımız var.
Diyebilirim ki bu buluşama da bu arayışın bir parçası.
Kısa Not:
Bu yazı Baküs Sahne’de oynanan; Esra Yazıcıoğlu’nun yazıp yönettiği, Reyhan Görkan’ın rol aldığı “Konserve Ruhlar” oyunu sonrası Baküs Sahne’nin davetiyle gerçekleştirdiğim aynı başlıklı-“İletişim Çağının Getirdiği Yanlızlık”- kısa söyleşinin yazıya dökülmüş halidir.
Kaynakça:
1-İletişimin ABC’si” / Ünsal Oskay
2- “Bizi Yeryüzüne Bağlayan Hikayeler
3-Görünmez Kentler”, ItaloCalvino