Glütensiz Beslenme Sürecinde Bedenimizle Savaşmaya Son Vermek

Buğdayın ve ekmeğin kutsal kabul edildiği bir toplumda glütensiz beslenme sürecine geçmek ve bu beslenme tarzını alışkanlık hâline getirmek kolay olmayabilir. Kişiyi glütensiz beslenmeden geri tutan pek çok şeyden söz edebiliriz. İçinde bulunduğumuz kültür, yemek tercihlerimiz, hayatı anlama ve yaşama biçimimiz bunlardan sadece birkaçıdır. Bilimsel olarak genetik kodlarımızın yemek tercihlerimizde etkili olabileceğine dair çalışmalar da mevcutken bu birkaç ögenin hayatımız üzerinde anlam ifade etmediğini düşünürsek fena halde yanılmış oluruz.

Nedir Bu Glüten?

Konuya aşina olmayanlar için kısaca glütenden bahsederek başlamak isterim. Glüten, buğday, arpa ve çavdarda bulunan bir depo proteindir. İşleme prosedürleri sebebiyle çapraz bulaşmaya maruz kalabileceğinden yulaf da bu kategoride değerlendirilir. Bir protein nasıl oluyor da bazı insanlar için tehlikeli ve yasaklı madde haline geliyor diye düşünebilirsiniz. Bedenimizin üzerindeki etkilerini detaylandırmayı başka bir yazıya bırakacak, kısaca bazı bireylerin glüteni tolere edemediğini ve ömür boyu glütensiz diyet uygulamaları gerektiğini belirteceğim. Bu yazıda glütensiz beslenme sürecine geçiş konusu üzerinde duracağım.

Ekmek ve buğday birçoğumuz için yemekten, katıktan ibaret değildir. Çocukluğumuzdan hisli bir hatırayı temsil edebileceği gibi damak hafızamıza kaydettiğimiz bir anı canlandırıyor olması da muhtemel. Şahsi gözlemlerime dayanarak, glütensiz beslenmenin bireyleri her şeyden önce bu sebeple zorladığını düşünüyorum. Kimi zaman hayatımızdan çıkarmamız gerekenin ekmek değil bir hatıra, unutmayı istemediğimiz bir his olduğunu düşünerek sıkı sıkı tutunuyor olabiliriz.

Buğdayın kutsal kabul edildiği toplumumuzda benim yolculuğum da ekmeğin temsil ettiği hatıralarla dolu. Yemek ve Kültür Dergisi’nde çalışırken en sevdiğim ritüel; sabahları ofise giden yola yayılan taze ekmek kokusunun peşine takılmak ve kendimi fırının kapısında bulmaktı. İçeriye girmeden önce vitrin camından, fırından yeni çıktığı her hâlinden belli olan sandviç ekmeğinin içinden göz kırpan beyaz peynir ve kapya biberin oldukça sade ama eşsiz uyumunu seyretmeyi çok severdim. İçeri girip açık bir çayla birlikte, bir yandan kitabımı okurken bir yandan da kokusu bütün benliğimi saran sandviçi afiyetle tüketmenin mutluluğunu ise tarif edebilmem mümkün değil… Zaman zaman glütensiz beslenme sürecinde zorlanmama neden olan şey, ekmeğin fiziki varlığından ziyade damak hafızama kaydettiğim bu ve benzeri anılar oluyor. Bu noktada glütensiz beslenmekten vazgeçmeyi değil, alternatif üretmeyi seçiyorum.

Glütensiz Beslenme Sürecini Kolaylaştırmak x Zorlaştırmak

İnsan türünün değişime neden karşı geldiğini düşündünüz mü hiç? Değişmemizin önüne geçen şeyin veya hissin ne olduğunu? Biraz uzaklaşıp baktığımızda, kimin hayat yolculuğuna ilk çıktığı hâliyle kaldığını söyleyebiliriz ki? Kendimize doğru soruları yönelttiğimizde yanlış cevaplara ulaşacağımızı hiç zannetmiyorum.

Hayatın değişimden ibaret olduğunu fark etmenin ve uyum sağlamak için çabalamanın doğruluğunu savunanlardanım. Glütensiz beslenmek zorunda olan insanlardan en çok duyduğum kelime “zor” oluyor. Aksini iddia etmeyeceğim, glütensiz beslenmek gerçekten zor. Ama sizce de “zor”, kolaylaştırmak için değil midir? Madem bu hayatı yaşayacağız. Sağlıklı ve mutlu olmak gibi bir amacımız da var diyelim… O halde önümüze iki seçenek çıkıyor. Ya bu süreci kolaylaştıracak olumlu bir bakış açısı ile yaklaşmayı tercih edeceğiz ve bedenimizin isteklerine saygı duyacağız; bu ilk seçenek. Ya da olumsuz sözlerin arkasına sığınıp süreci daha da zor hale getireceğiz. Israrla glüten içeren gıdalarla beslenerek vücudumuzda tahribata yol açacağız. Ki bu yolculuğumuzu daha da zorlaştıracak, bedenimizi yoracak, ağrı sızıyı beraberinde getirip bizi mutsuzluğa götürecek olan ikinci seçenek.

Glütensiz beslenmesi gerektiği hâlde değişmemek için çabalayanları anlamıyor değilim. Ancak bu çabanın beyhude olduğunu da biliyorum. Bedeniniz değişimi talep ediyorsa bu bir rica değil, emirdir. Gidebildiğiniz kadar uzağa gidin; varacağınız liman yine bedeninizin istediği yer olacak…

Ruh, beden ve zihin bütünlüğü sağlanmadıkça bir dilim glüten içeren pastayı tüketip keyif alabilmek mümkün değil. Bu yüzdendir “İstediğim pastayı da yedim ama beklediğim kadar mutlu hissetmedim” demelerimiz… Kimi zaman için anlık bir mutluluktan söz edebiliriz elbette. Fakat sonrası ağrı, sızı ve farklı şikâyetlerle bitecek bir kaçamağın uzun vadede mutluluk getirmeyeceğini bilmelisiniz.

Seven Years in Tibet filminde geçen çok sevdiğim bir repliği paylaşmak isterim: “Sorun çözülebiliyorsa endişeye yer yoktur. Eğer çözülemiyorsa endişenin yararı olmaz.” der başroldeki Dalai Lama. Buradan hareketle, “Glütensiz beslenmeniz gerekiyorsa umut var, endişeye yer ve gerek yok” diyeceğim ben de. Ne şanslısınız ki biraz cesaret, biraz emek, biraz olumlu bakış açısına sahip olmakla ve biraz uyum sağlamakla çözülecek bir derdiniz var.

Bedenimizle savaşmamıza gerek yok. İstesek de istemesek de bedenimiz ve ağrılar kazanır, biz kaybederiz. Hayatta ilişkiler içerisinde yaşadığımız problemlerin beslenme alışkanlıklarımıza da yansıdığını düşünüyorum. Çevresindekilere emek ve merhamet gösterip iyilikbilmezlikle, vefasızlıkla karşılaşmaktan yorulmuş bir insan, bedenine de emek vermek, merhamet göstermek istemiyor. Vefasız bir tutumla karşılaşmaktan korkuyor. Oysa zaten çok yorulmuş olan bedeninize merhamet gösterip, sevgiyle yaklaşmanız durumunda sonucun hiç de korktuğunuz gibi olmayacağını söyleyebilirim. Bedeninize ihtiyacı olanı vermekten çekinmeyin. “Glütensiz beslensem de beslenmesem de bir” demeyin. Çünkü değil. Bedeninize vereceğiniz olumlu bir hediyenin size dönüşü de olumlu olacak.

Glütensiz beslenme yolculuğum geçirdiğim pankreas ve dalak ameliyatı ile başladı. Zorlayıcı ameliyat sonunda hastalıktan kurtulabilmem bahşedildi. Kitle alınmış olmasına rağmen bir ayı aşkın sürede ağrılar azalmayınca doktorlarım glüteni, şekeri ve mayayı tolere edemediğimi fark etti. Tüm bu yorucu sürecin sonunda sağlığıma kavuşmak istiyorsam ömür boyu glütensiz, rafine şeker ve mayasız beslenmem gerektiğini öğrendim. İşim ve eğitimim yemeğin ta kendisiydi. Yapacağım beslenme tarzı değişikliği ile sadece diyetimi değil, işimi, çevremi ve tüm hayatımı değiştirmem gerektiğini fark etmenin oldukça sarsıcı olduğunu itiraf etmeliyim. Çok üzüldüm, ağladım, çaresiz hissettim. Hastalık evresinin ardından kendimde yeniden mücadele ve toparlanma gücü bulabileceğimden de emin değildim. Tam bu noktada değişmekten neden bu denli korktuğumu düşündüm. Bardağa boş tarafından bakıp bunu bir ceza olarak görebileceğimi ya da tam tersi bir hediye olarak kabul edebileceğimi fark ettim. Zaten sonucunda bedenimin kazanacağını bildiğim bir savaşa girmemeyi seçtim. Bana bahşedilenlerle uyum içerisinde yaşamanın getireceği mutluluğu hayal ettim. Gıdanın gıda ile ilişkisi üzerine farklı bir eğitim almak için üniversiteye kaydoldum. İşimi, çevremi değiştirdim. Küçük yaşlardan beri sevdiğim yiyecekleri alternatif reçeteler üreterek yeni baştan yarattım. Glütenden arınmış anılar biriktirmeyi, bu anıları damak hafızama kaydetmeyi seçtim. Yeni hayat ve beslenme tarzı bana ağrı acı uzak, sağlıklı ve mutlu bir beden, ruh ve zihin uyumu hediye etti.

Moda ve trendlerin ötesinde glütensiz beslenmek işte tam olarak böyle bir şey:

Kabullenmek ve alternatif üretmek…

Zeynep Özcan

Yararlanılan Kaynaklar:

Evrim Ağacı, Canberk Çolak- Besin Tercihlerimiz Genlerimiz Tarafından Belirlenmiş Olabilir mi?

Glüten ve Çölyak Hastalığı, Seçil Türksoy, Berrin Özkaya. Türkiye 9. Gıda Kongresi; 24-26 Mayıs 2006, Bolu

Önceki İçerikMobbing Kavramı Üzerine Söylenecek Ne Çok Şey Var
Sonraki İçerikÇikolata Tadında Edebiyat – 2