Geçtiğimiz günlerde Martı dergisinde Yasemin Sungur Hocam’ın “Bu bir ardıç kuşu ve ardıç ağacının hikayesidir” yazısını okudum. Yazıda anlatılan hikayenin içinde Oltu taşına da değinilmiş. Okuduğum bu yazı beni nerelere götürdü!
Hikayede “Oltu Taşı”nın topraktan çıktığında çok yumuşak olmasına rağmen, hava ile temas edince sertleşme özelliğine sahip olduğu anlatılıyor ve tanımına şöyle devam ediliyor.
İşlenmesi kolay,
İşlendikçe sertleşen,
Kullanıldıkça parlayan bir taş.
Bu tanımdaki özellikler bana insanı, bilgiyi, öğrenmeyi, bırakmayı, kitap, teknoloji ve gelişimi hatırlattı. Şimdi gelin bu kavramları biraz açalım. İnsanın da işlenmesinin kolay olduğunu düşünüyorum. Mesele ne ile ve nasıl işlendiğimiz. Her birimiz dünyaya geldiğimiz günden itibaren işleniyoruz. Ailemizden, okuldan, arkadaşlarımızdan, çevremizden, toplumumuzdan hatta teknolojinin geldiği durum itibarı ile her an her yerden öğrenmeye yani işlenmeye devam ediyoruz.
Peki sürekli öğrenmek bize ne yapıyor?
Günümüzde bilgiye ulaşmanın bu kadar kolay olması bizler için avantaj mı? Dezavantaj mı?
Bu kadar bilgiye maruz kalmak kafa karışıklığı yaratmıyor mu? Hatta bir de öğrendiklerimize sımsıkı tutunduğumuzda bizi sertleştirip, sabitlemiyor mu? Eminim sizler de zaman zaman bu sorulara cevap arıyorsunuzdur.
Teknolojiyi kullanma yetkinliğimizi nasıl arttırabiliriz?
Çocukluğumdan itibaren merak duygusu yüksek ve öğrenmeyi seven bir birey olarak bu bilgi bombardımanı haline gelen çağımızda bazen ben de karıştığımı, dağıldığımı ve odağımdan uzaklaştığımı gözlemliyorum.
İşte burada yeni bir kavram devreye giriyor ”bırakmak”.
Bırakmak, insan için zor fakat çok kıymetli bir eylemdir.
Burada bu kavramın ayrıntılarına girmeyeceğim.
Eğer sizler bu konuya daha ayrıntılı bakmak isterseniz, bırakmanın insanı nasıl özgürleştirdiğini çok anlaşılır bir dille anlatan Dr. David R.Hawkins’in “Bırakmak” adlı kitabını okumanızı tavsiye ederim.
Tekrar konumuza dönersek, edindiğimiz her bilgiyi kullanarak ve yeri geldiğinde bırakmamız gerekenleri bırakıp, yenileri ile değiştirebilirsek öğrendiklerimize tutunup kendimizi sabitlemez ve gelişimimize devam edebiliriz.
Buraya kadar tüm anlattıklarım, bizleri kitap okumanın gücünün çatısı altında birleştiriyor. Daha çok kitap okuyarak, okuduğumuzu anlama ve faydalı olanı seçebilme yetkinliğimizi artırır teknolojinin hızına ve gelişimine uyum sağlayabilir hatta yapay zekadan da maksimum seviyede faydalanabiliriz.
Doğaya daha dikkatli bakın.
Oltu taşının tanımı ile geldiğim diğer bir nokta da her zaman doğaya daha dikkatli bakmamızın gerekliliğidir.
Evet lütfen doğaya daha dikkatli bakın. Çünkü tüm sorularımızın cevapları doğada mevcut. İyi bakarsak cevaplarımızı bazen bir taşın bazen de bir bitkinin oluşumunda bulabiliriz.
Geçtiğimiz hafta ülkemizi ziyaret eden bilim insanı Dr.Jane Goodall
“Her büyük ağaç küçük bir tohum olarak hayatına başlar. Başlangıçta bu tohum çok küçük ve zayıf görünse de içinde sihirli ve canlı bir güç barındırır. Bu güç o kadar kuvvetlidir ki, küçük kökler ve filizler yoğun toprağı ve kayaları delerek suya ve güneş ışığına ulaşabilir” diyor.
Bizler de içimizde çok güçlü bir enerji barındıran tohumlarız. Hayatımızdaki her gün, bu tohumu beslemek ve geliştirmek için fırsatımız var. Gelin her sabah, yeni bir bilgi edinmenin merakı ve enerjisi ile güne başlayalım. Öğrendiğimiz her yeni bilgi ile eski bilgilerimizi güncelleyip, köklerimizi güçlendirelim. Ancak bu güç ile gelişimize devam edebilir ve bilgimizi bilgeliğe dönüştürerek, filizimizi güneş ışığına ulaştırabiliriz.
Böylece her birimiz bu ışık ile parlayan ve çevremizi aydınlatan olabiliriz.
Funda Şimşek