Kavuşma Saatlerini Ayarlama Enstitüsü

 Zaman ne garip bir bilinmez. Belli bir ritmi yok, somut değil. Bazen ödül, bazen ceza; bazen de cefa. Kimi zaman aksın gitsin diye arkasından iteklemek istediğin, kimi zaman da hızlıca geçip gitmesin diye kolundan tuttuğun… Sonundan emin olsan, bir ömür sonsuzluğunda savrulmayı göze alacağın zaman, beklemene rağmen karşılaşacağın vuslattan bir haber, iyi ya da kötü biteceğinden emin olmadığın bir masalı okurken yaşadığın yürek çarpıntısına benziyor. Şimdi kalbimde çalan o yüksek sesli aksak ritimle zamanın benden beklediği figürleri kıvrak bir dansçı edasıyla sergilemek zorundayım. Herkes beni alkışlarken, ben gözümden süzülen yaşları, işini hakkıyla yapan bir sanatçının alın teri gibi göstereceğim. Kimse anlamayacak oradan oraya savrulduğumu. İzleyenler sadece dans eden bir kadın görecek. 

Kollarımı bir sağa, bir sola açacağım. Saçlarımı rüzgarla havaya savuracağım. Parmak uçlarımı önce göğe uzatıp sonra nazikçe kıvıra kıvıra kalbime doğru indireceğim. İnsanlar yine dans ediyorum sanacak. Oysa benim ellerimin yolculuğu farklı. O esnada ben seni hatırlamak için ellerimin çizgilerine bakıyor olacağım. Sonra yine aklım kalbime takılacak kısa bir süre. Kalbimi yoklayacağım ne kalmış ne gitmiş diye. O karanlıkta hep seni arayacağım. Kalbimin ışığını tekrar bulana kadar elimdeki mumla seni bulmaya çalışacağım. Ardından gözüm kolumdaki saate takılacak. Acaba bu kadar gözyaşıyla ne kadar zaman geçmiştir diye bir hevesle saatime bakacağım. Bana bir ömür gibi geçen zaman başkalarına bir kalp atışı kadar sürecek.

Ve ben o geçmemiş zamanla yüzleşip, kavuşma saatlerini ayarlama enstitüsüne bir şikâyet dilekçesi yazacağım. İşlerini doğru yapmaları gerektiğini belirtip yüzlerine haykıracağım: “Siz onsuz geçen her bir saniyenin ne kadar uzun olduğunun farkında mısınız efendiler! Ben daha ne kadar dans edeceğim? Yoruldum. Nefesim kesildi! Ya bu zamanı mutlu olduğumuz günlerdeki gibi su misali akıtın ya da zamanın benim içimdeki bu aksak ritmini susturun! Ben artık bu kadarına dayanamam! Olacakları bilmem lazım.”

Devlet kurumlarını bilirsiniz. Her zaman bir çözüm bulacaklarını söylerler ama sonunda hiçbir şey yapmazlar. Şikâyet dilekçem de benim gibi kalbi yorulmuşların, kavuşmayı bekleyenlerin yazdığı yüzlerce kâğıt arasına atılıverecek. Zamanı gelene kadar orada bekletilip, en sonunda arşive kaldırılıp sonra da yakılacak. Tıpkı bizim gibi… 

Biraz yanacağız. 

Sonra küllerimizin savrulduğu yerde yeniden başlayacağız her şeye.

Yeniden dans edeceğiz.

Kolumuzdaki saatleri söküp atacağız.

Zamansız olacağız.

Ama ayrı ayrı.

Ama yekpare…

Yonca Gezgin

Önceki İçerikWobegon Gölü Kasabası: Üstünlük İddiası
Sonraki İçerikThe Peasants: Taşra insanı yeniden sahnede!