Ayşe Kulin ile son kitabı Hayal’i konuşmayı planlarken, gündeme bambaşka konularla geldi kendisi. Bu röportaj, hem ona yönelen eleştirilere kendisinin yanıtı oldu, hem de Hayal kitabının sohbeti.
-Son kitabınız Hayal’in çıkış noktasından bahsedelim önce isterseniz, daha önce aile geçmişinize dair yayınlanan kitaplarınız olmuştu. Hayal’in farkı ne?
Öncekiler aile hayatımı, çocukluğumu, okul yıllarımı, evliliklerimi ve doğumumdan 1983 yılına kadar ülkenin içinden geçtiği sosyal çalkantıları anlatıyordu. HAYAL 1983’den bu güne çalışma hayatımın ve yazar oluşumun hikayesidir.
Yeni yazarların en büyük derdi iyi bir yayınevi bulmak. Yazarlıkta ustalaştıktan sonra da yayınevi derdinin bitmediğini görüyoruz Hayal’de. Sizin yayınevi değiştirme kararlarınızın altında yatan neden neydi?
Yeni yazarlar benden çok daha şanslılar. Her konuda kitap için, hatta ilk romanlar için dahi, bir yayınevi var artık. Benim de baştaki kötü şansım değişmiş durumda. Çünkü artık çok iyi ilişkiler içinde olduğum iki yayınevim var, Remzi Kitabevi ve Everest.
-Yine Hayal’in üzerinden gidersek; güzel ve başarılı bir kadın olmak, bir de üzerine “best seller” yazarı olmak, bu ülkede nasıl bedeller ödetiyor insana?
Benim yaşıma gelen kadınlara güzel kadın denmez. Güzellik gençliğe yakışan bir sıfattır. Bu ülkede bedelleri başarıdan dolayı mı yoksa önyargılardan, inatlardan, yazılanı, söyleneni ters anlamak yüzünden mi ödüyoruz, emin değilim. Ben hep o yüzden ödedim de…Yazdığı yanlış anlaşıldığı için öldürülen değerli bir insan da var, utmayalım.
-Ülkemizde üretken bir yazar olmak pek de hoş karşılanmıyor. Siz de son dönemde epey üretkendiniz, her yıl bir romanla buluşturdunuz okurlarınızı. Siz yazarın üretkenliği konusunda ne düşünüyorsunuz?
Diğer yazarlar ne sıklıkta yazar bilemem ama ben kendi hesabıma kaybettiğim 25 yılın acısını çıkarmaya çalışıyorum. Ayrıca bu dünyadaki vaktim daraldı fakat yazmak istediklerim bitmedi. Bu yüzden biraz aceleci davranmak zorundayım.
-Merak ediyorum da, en çok tepkiyi alan kitabınız Türkan Saylan’la ilgili olan mı yoksa Gizli Anların Yolcusu mu oldu?
Ne TÜRKAN ne de GİZLİ ANLARIN YOLCUSU. En büyük tepkiyi BİR GÜN almıştı vaktiyle. Çünkü kimsenin dokunmaya pek cesaret edemediği bir konuya dokunmuştum yine. İki halkın arasında nefret ve çatışma değil sevgi ve birliktelik olmasını destekleyen ve barış adımının Türk tarafından gelmesini öneren bir romandı.
-Melih Gökçek ile aynı ödülü almaktan rencide oldum dediniz, bu sözünüz tam anlaşılmadı sanki. Biraz açalım mı? Siz homofobik misiniz?
Ben Gizli Anların Yolcusu’nda iki erkek arasında da güzel bir aşkın yaşanabileceğini, Bora’nın Kitabı’nda kırsalda yaşayan bir eşcinsel çocuğun çektiği acıları Dönüş’te ise, eşcinsel babasını bağışlamayı öğrenen bir kızın duygularını anlattım. Benim olmadığımı bana o ödülü verenler de biliyordu aslında. Ama madem kaderimdeymiş o ödülü almak, en azından sanatın içine tükürebilen biriyle paylaşmaktansa, tek başıma almayı tercih ederdim.
-Son günlerde de Ermeniler hakkında yaptığınız yoruma tepkiler yağdı. Kitaplarınızın okunmaması için çeşitli kampanyalar başladı. Yanlış mı anlaşıldınız yoksa sözlerinizin arkasında mısınız?
Bu soruyu, beni tanıyan biri olarak sormuş olmanız incitici. Bir TV programında bitirtilmeyen bir cümlemin yanlış anlaşılmasıyla, yanlış bir algı oluştu. Ben, Ermeniler hakkında yorum yapmadım, 1915 savaşı hakkında yorum yaptım. Tehcir kararının yol açtığı felaket ortada ve inkar edilemez. Sonuç bir felakettir ama bu eylem, Ermeni soyunu sistematik olarak yok etmek için verilmiş bir karar mıdır, yoksa korkunç bir savaşın içinde işlerin kontrolden çıkması mıdır? Bu husus her yönüyle henüz incelenmedi. Savaşın arşivlerine girilmedi. Bir ulusu dünyanın en korkunç suçuyla itham etmeden önce, olayı tüm boyutlarıyla incelemek istememin (olanları inkar etmek için değil, adını doğru koyabilmek için) beni faşistlikle yaftalayacağını aklıma getiremezdim. Yoksa, netice ortada bir trajedi var ve adı ne olursa olsun Ermenilere özür borçluyuz. Ben, yüz yıllarca birlikte yaşadığımız bir halkı, Faşistlerin Yahudilere yaptıkları gibi, soğukkanlılıkla yok etmeye karar verebileceğimize inanmak istemiyor ve bunun için delil arıyorsam, bu beni halk düşmanı mı yapar?
-Bu eleştiriler hemen sizin yazarlığınıza da yöneldi. Zaten vasat bir yazar olduğunuz yazılıp çizildi. Peki siz ülkemizde kitap eleştirmenliğini, edebiyat dünyasının halini nasıl görüyorsunuz?
Yazarlığımı herkes eleştirebilir. İyi, vasat veya kötü bir yazar olabilirim. Benim kitaplarım silah tehdidiyle satılmıyor ki, beğenmeyen almaz. Ama benden bir faşist yaratmak biraz zorlama oluyor. Diğer sorunuza gelince, ülkemde hukuk, adalet, eğitim, ahlak dökülürken, tiyatrolar kapanma aşamasındayken, internet yasakları gündemdeyken, kusura bakmayın eleştirmenlerimiz hakkında ahkam kesmeyi abes buluyorum.
-Beyaz Türk olmak kötü bir şey mi bu ülkede artık, ne dersiniz? Size gelen eleştirilerin başında hep bu kelime var da.
Hay Allah! Ben kendimi hep sarışın bir Türk zannederdim.
-Siyasete gelirsek; internet yasağıyla birlikte sizce nasıl bir noktaya geldik artık? Seçimler bir şeyleri değiştirebilecek mi sizce?
Bir şeyleri seçimler değil hükümetler değiştirir. Bu hükümet sandıktan çıksa bile, bir gün ya değişmek zorunda kalacak ya da medeni dünyada yapayalnız kalacak. Çünkü 21. Yüzyılın dinamikleri demokratik, şeffaf ve adil olmayan rejimleri barındıramıyor.
-Artık romanlarınız birçok dile çevrilmiş durumda. Yurtdışında da birçok fuara katılıyorsunuz. Ülkemizde son yaşanan gelişmeler dışarıda nasıl okunuyor?
Sanatsal gelişmeler özellikle görsel alanda ve tasarımda çok beğeni topluyor. Sinemadan modaya, resimden, üç boyutlu yapıttan tasarıma kadar ödüllü isimler var.
-Usta yazarların genç kuşağa el vermesi gerektiğini düşünüyor musunuz? Mesela sizin beğendiğiniz, destek vermeyi düşündüğünüz isimler var mı?
Beğendiğim genç yazarlar elbette var. Onların öne çıkabilmesine çok seviniyorum. Ne var ki, yazarlık yalnızlık ister, kitaplar yalnız yazılır. Bir yazara, yüreklendirmenin dışında nasıl destek verilebilir, bilemiyorum. Onların kitaplarını okuyup düzelterek mi? Bu, kendini ispat etmiş yazarların değil, editörlerin işidir. Usta yazarların kitapları da editörlerin gözünden geçmeden, asla yayınlanmaz. Maddi bakımdan yardım diyorsanız, her yeni yazar eserini kendi bastırmayıp, mutlaka bir yayıncıda değerlendirilmelidir. Yoksa eseri gözden kaçar, dağıtıma da zor girer.
-Sizin kendinizi Osmanlı’nın devamı olarak görmeniz de birilerini rahatsız etti. Yeni Türkiye sizce nasıl biçimlendirilmek isteniyor?
Cumhuriyeti kuranlar Osmanlı aydınlarıydı. Kurtuluş savaşını kazananlar Osmanlı askerleriydi. Muzaffer ordunun başındakiler Osmanlı paşalarıydı.. Savaş sonrası Anadolu’ya gelen halk, Osmanlı tebasıydı. Ama ben, 1923’ten sonra doğduğum için bir Cumhuriyet ürünüyüm. Cumhuriyetin değerleriyle yetişmiş modern bir Türk kadınıyım. Öyle olduğum için de takiyeye sığınmam, doğru bulduğumu, doğru bildiğimi kimseden, mahalle baskısından hatta linçten bile korkmadan söylemeyi seçerim.. Çünkü benim ahlaki eğitimimde, yalanın kötü bir şey olduğu telkini var. Sorunuzdaki o birileri her kimseler, ben gidene kadar bana katlanmak zorundalar, uzun sürmeyecek, alt tarafı bir on-on beş yıl daha. Türkiye’nin bir sonraki kuşağı nasıl biçimlenecekse, ben zaten göremeyeceğim. Dileğim, medeni dünyanın kabul ettiği evrensel normların ışığında biçimlenebilmesidir.