Yukarıdaki başlığı okuyunca şaşırmış olabilirsiniz. Çünkü son günlerin moda kavramının gerekliliğinden bahsetmek belki de öyle kolayda değil. Üstelik yazar olarak benim içinde oldukça zor. Çünkü aynı zamanda kişisel gelişim eğitimleri alıp, kişisel gelişim kitapları ve yazıları yazıyorum. Ancak son zamanda bir kitap dikkatimi çekti. Svend Brinkmann’ın “Kişisel Gelişim Çılgınlığında Kendiniz Kalabilmek” adlı eseri. Kitabı okumaya başlayınca ben de bu alanda yaptıklarım konusunda kendimi gözden geçirdim. Şimdi kitabın başlangıç kısmından bir alıntı yaparak devam edeceğim.
“21.yüzyıl da devingenliğin köklenmeye tercih edildiği bir çağda, insanlar partnerleriyle, eşleriyle ve arkadaşlarıyla istikrarlı ilişkiler kurmakta hayli zorlanıyor. Çoğu zaman başkalarıyla ilişkileri saf ilişki denen türden; yani salt duyulara dayanıyor. Saf ilişkilerde dışsal kıstaslar yok ve pratik kaygılardan (örneğin maddi güvence) söz edilmiyor. Bu ilişkiler, ötekilerle hasbıhal etmenin duyusal etkisinden ibaret. Partnerimle beraberken ‘en iyi yüzüm’ ortaya çıkıyorsa ilişkiler meşrulaşıyor. Aksi halde meşrulaşmıyor. İnsan ilişkilerini geçici ve ikame edilebilir şeyler olarak ele alıyoruz. Başkaları tek başına birey olmaktan ziyade kişisel gelişimimiz için birer araçtan ibaret.”
Devingenlik mi köklenmek mi?
Üstteki bölümü okuduğumda devingenliğin yani devinimin hayatımızdaki rolü üzerinde düşündüm. Acaba gerçekten devinim bu kadar zararlı mı ya da köklenmekten ne anlıyoruz bu çağda diye? Biraz kendimle zaman geçirince dedim ki ”devinim hayatımızın bir parçası.” Doğada da devinim var. Ancak belki bu hız çağında şunu yapmalıyız. Doğadaki devinimi gözden geçirmek gerekiyordu. Bizim dışımızdaki dünyada yani diğer canlılarda devinim mevcut. Ancak onlarda değişimle köklenmek söz konusu. Yani devingenlik var ancak köklenmeyi de gerçekleştiriyorlar. Hepsinin belli bir alanı var, belli bir görevi var. Bu şekilde bulundukları ortama uyum sağlıyorlar.
Bu sırada da doğal seçilim dediğimiz mekanizma şartların değişmesiyle geçiş yapma hakkı için mücadele şansı tanıyor. Böylece genlerini bir sonraki döle aktararak köklenmeye çalışıyorlar. O halde bana göre hem devinime ayak uydurmalı hem de köklenmeliyiz. Ancak sanırım kitabın dediği çağın aşırıya kaçan hızına ayak uydurmaya çalışırken kaybettiğimiz kendiliğimiz. Aslında ben kendimce kişisel gelişimi kendiliğimizi yeniden ortaya koymak için kullanıyorum. Yani acaba bu durumda kişisel gelişimimi savunuyorum yoksa köklenmeyi mi? Baktığımız zaman diğer canlı ve cansızlarda belli bir alanda belli bir göreve uygun yaşama var. Ancak hiçbir şey sabit değil sonsuz bir çeşitlilik alanı mevcut. Burada devinim söz konusu.
Peki çözüm ne olabilir?
Belki de belli bir görev tanımının olması ve belli sınırların çizilmesi gerekir. Daha doğrusu belli kuralların içinde olmalı. İnsan da burada sınırlarını çalışarak ve bu sınırların içindeki sınırsızlığı tanımalı. Böylece bir görev, amaç tanımlaması yapabilir. İşte bunun için kanımca kişisel gelişim gereklidir. Fakat kitapta belirtildiği üzere 21.yüzyılda büyük bir hıza kapılarak bunu yapmak mümkün değil. Bu alanda ilerlemek için kendimize ait bir amaç tanımladıktan sonra belli bir çabayı göstermeliyiz. Bize bu konuda yaratıcının tanımladığı yaratılıştan getirdiğimiz ama bilmediğimiz görev alanını keşfetmemiz gerekir. Bu da gelişimimiz esnasında yaşadığımız deneyimlerden yola çıkıp bu konuda zaman ve emek harcamakla mümkündür. Bunları kendi kişisel gelişim kitabım olan Genesis ve Saklı Gerçekler kitabında belirtiyorum. Yani gerçeğin arayışında olduğumuzda devinim gerçekleşir. Böylece kökleniriz. Bu da şu an okuduğum Kişisel Gelişim Çılgınlığında Kendin Kalabilmek kitabında belirtilen durumdan çıkmamızı gerektirir. Yani şöyle diyor kitap “partnerimle beraberken en iyi yüzüm ortaya çıkıyorsa ilişki meşrulaşıyor. Aksi olduğunda meşru değil.” İşte demek istediğim biz aslında sabit olmayan yaşamda değişime ayak uydurmaya tabi olmalıyız. Ama bunu kendimizle gerekli çalışmaları yapmadan değil kendimizi bilerek yapmalıyız. Önce kendi amacımızı yaratmalı sonra görev tanımları yapmalıyız.Ancak bu şekilde ve bu sınırlar içinde kendimizle ve başkalarıyla ilişkilerimizde ve doğayla ilişkimizde yaratıcı diyaloglar ve çözümler getirebiliriz.
Şunu da belirtmeliyim ki kendimiz kalabilmeye dair yöntemlerimiz olmalı. Bu konuda kitap zamanın gerçekleriyle baş etmek için donanımlı olmak gerektiğini de vurgulamakta. Ben de kendi kitabımda bu duruma vurgu yapıyorum. “Gerçek arayışından doğan deneyimlerimizle kendimizin en iyi versiyonunu yaratabiliriz” diyorum.
İki kitap başlangıçta çelişiyor gibi görünse de kişinin yaşamda köklenmesi için biraz yavaşlamaya ve kendini tanımaya ihtiyaç olduğu konusunda birleşmekte. Ayrıca benim kitabım gerçeklik arayışı içinde araştırma ve sorgulamayı gerektiriyor. Okuduğum kitap ise iki bin yıllık Stoacı felsefeden yola çıkmış. Bu hız çağında biraz yavaşlayıp durup düşünmeye ihtiyacımız olduğununda bir göstergesi. Buradan bakarsak farklı yol ve yöntemlerin gerekliliği ortada. Ancak her kişinin farklı bir öğretisi olacağından dolayı herkes için de farklı yollar mevcut.
Bu söylediğim yaşamın sabit olmadığını ve bir devinime tabi olduğunu da gösteriyor aynı zamanda. Biri kişisel gelişim diğeri buna biraz karşı çıkan iki kitap aslında devingenlik ve istikrar üzerine. Ancak aslında değişimden kaçamayız ama kişisel gelişimde istikrarı yakalamakda mümkün kanımca. Yeter ki biz gerekli donanımlara sahip olarak ona ayak uydurup doğada köklenelim…
Hadi o zaman düşünme sırası sizde, kişisel gelişim çılgınlığı mı kişisel gelişim gerekliliği mi? Yorumlarınızı yazmaya var mısınız?