Baştan söyleyeyim, bu bir gezi yazısı değil, Venedik tanıtım yazısı hiç değil, benim Venedik hayranlığımı anlatan bir yazıdır. Bir de bana dokunan birkaç noktayı anlatacağım.
Venedik, en sevdiğim şehirlerin başında gelir. Binaları, koridorlar şeklinde birbirine bağlanan dar sokakları, araba olmaması, tarihin derinliklerinden izler taşıyan binaları, farklı ışığı, elbette rengarenk maskeleri ve vitrinlerdeki Murano camları ile çok hoşuma gider.
Maskeleri vitrinde görmek yerine bu kez insanlar üzerinde görmek için karnaval sırasında oradaydım. Daha önce farklı aylarda 2 kez çıktığım Venedik yolculuğuna bu kez bir fotoğraf atölyesine katılarak gittim. Fotoğrafçı Niko Guido‘nun http://www.nikoguido.com/ Venedik Karnavalı sırasında gerçekleşen atölyesine katıldım. Her açıdan çok zengin deneyimler içeren, öğrendiğim bir gezi oldu. Yeni bir konuda öğrenmek benim için çok keyifli idi. Yeniden öğrenci oldum, yeni insanlarla tanıştım, yeni lezzetler tattım. Harika bir etkinlik oldu ve çok değerli paylaşımlar ile kocaman izler bıraktı yüreğimde…
Gelelim Venedik sevgime. Ben ağaç severim, çiçeklerle kaplanmış toprağa dokunmayı ve seyretmeyi severim. Venedik’te ağaçlar sadece balkon ve teraslarda, çiçekler ise pencere kenarlarında. Denizi pırıl pırıl severim, burada ise su sanki koyu gri. Peki nedir bu sevgimin nedeni? İşte her gittiğimde aradığım yanıt bu. Tamam binalar, rengarenk maskeler ve camlar ilgimi çekiyor. Fakat bu farklılıklara duyduğum sevgi beni şaşırtıyor.
Bir de Venedik için ‘Aşk Şehri’ diyorlar, belki de bu beni çeken…
Venedik, bir ada. 118 adacıktan kurulu imiş bu şehir, 170 kanal ve bunları birbirine bağlayan 400 köprü varmış. Venedik’i boydan boya bir kaç kez yürümüş ben bu köprülerin çoğundan geçmişimdir.
Şehirde dolaşırken bir haritaya ihtiyacınız yok, hatta özellikle kaybolun ve bir labirent içindeymiş gibi dar sokakların cazibeli çağrısına kendinizi bırakın. Her sokak başında ve bitiminde San Marco veya Rialto veya Accademia yazıyor. Bu üç nokta bir üçgenin iç köşesi gibi adanın üç önemli noktasını işaret ediyor. Buraları bulduğunuzda her yeri bulabilirsiniz. Burada sık söylenen bir söz var, “Venedik’te her yol Rialto Köprüsüne çıkar.” Aynı söz San Marco için de söyleniyor. Piazza San Marco, çok etkileyici bir meydan, alışageldiğimiz gibi bir meydan değil. Çok geniş bir alan, her zaman kalabalık turist ve insana çok alışkın sıcakkanlı güvercinler var. Meydan 175 metre uzunluğunda, 82 metre genişliğinde imiş. Dikdörtgen ve 3 tarafı sıra binalarda çevrili, alt katlarda kafeler ve dükkanlar var. Kafelerin dekorasyonu etkileyici, ürünler çok lezzetli, sunum şahane ve garsonlar çok şık. Meydanın ortasına doğru masa sandalyeler konuyor, akşam üzerleri kafelerden birinde canlı müzik var, çok iyi müzisyenlerden pek çok klasik eseri dinleyebilirsiniz.
Bu gezim için fotoğraflarına hayran olduğum ustanın sevdiğim şehirde yaptığı atölyesini seçtim. Bizim ailenin fotoğraf çekmeye en meraklısı aslında İlhan’dır. Ben de çekerim ancak derinlemesine bilgim yok. Üstelik gezi boyunca kullandığım makinayı da yeterince tanımıyordum. Yine de bu geziye cesaretle katıldım. Fotoğraf çekmeyi seviyorum, bu gezide daha çok sevdim. Hatta tarzımı buldum diyebilirim. Ben bir sokak fotoğrafçısı olabilirim. Anları insanlarla birlikte yakalayan fotoğraflar çekmek isterim. Işık ve gölge oyunları çekmeyi de sevdim. Bir de detay seviyorum. Duvardaki çatlaklar, kaldırım taşları, kapılar, pencereler, çiçekler, böcekler… Ve elbette martılar…
Gezimiz 5 gün sürdü. Venedik’te Hotel San Zulian’da kaldık. San Marco ile Rialto köprüsü arasındaydı otelimiz, her yere çok kolay ulaştık.
Fotoğraf çekmek için çok erken kalktık. Saat 5.30 da kalktık, 6 da fotoğraf çekmek için San Marco meydanındaydık. Güneşin doğuşu ile birlikte karnaval nedeni ile Venedik’e gelen özel maskeleri, kostümleri ile modelleri çektik. Uzun pozlama çalıştık. Venedik sokaklarında dokuya ve saate uygun çekimler yaptık. Akşam yemeklerini tüm grup birlikte ve Niko’nun seçtiği restoranlarda yedik. Her biri iz bırakan yerlerdi.
Eğer bu yazıyı okuyup Venedik’e gitmek isterseniz özellikle birer akşamınızı ayırmanızı istediğim iki restoran var: Antica Sacrestia ve Trattoria Alla Madonna. Antica Sacrestia’da istediğiniz yemeği tadın, hepsi çok güzel, grubumuzdaki herkes çok sevdi yemeğini. Canlı müzik vardı bizim gittiğimiz gece. Yedik, içtik ve eğledik biz. Yan masada oturan çifte çok ilgi vardı, merak ettim, biraz sohbet ettik 20 yıldır her karnavalda Venedik’e geldiklerini söylediler, Londralı çift ile ertesi gün San Marco meydanında karşılaştım, elbette kostümlerini giymişlerdi.
Trattoria Alla Madonna ise deniz ürünleri ile ünlü ve çok eski bir işletme. Babadan oğula geçmiş ve ikisi de aşçı. Ben tavsiye üzerine yengeç, deniz ürünlü risotto yedim. Bir de bademli tart paylaştım. Hepsinin tadı damağımda kaldı. Bu restoranın bir özelliği de 16 yıldır burada çalışan Mardin’li Abbas. Kendisi ile tanışın lütfen. Keyif ve lezzetin içindeyken beni de anın…
Bir de gün içinde uğramanızı istediğim bir de şarap dükkanı ve kafe var. Cantine del Vino Già Schiavi. Her çeşit şarap tadım için sizi bekliyor. Yanında enfes mezeler çeşitli ekmekler üzerinde, burada adı Buruşetta. Çok lezzetli mezeler var. 4, 5 parça yetiyor.
Şehrin her yerinde minik minik kafeler var. Hepsi albenili ve sizi davet ediyor. Biz planlı olarak Bottega del Caffè Dersut’a gittik ve Caffe Cima içtik, sade kahve üzerine naneli krema eklenmiş, çikolata parçacıkları serpilmiş. Şimdi buz yazıyı yazarken bile içmek istedim.
Bir günümüzü de Venedik yakınında olan iki adaya ayırdık. Önce Murano, rengarenk camların adası. Sonra Burano, rengarenk evlerin adası. Ben Burano’da bir süre yaşayabilirim. Çok fotoğraf çektim, belki tüm evleri çekmişimdir. Burada öğle saatlerinde yemek yediğimiz yeri tesadüfen seçtik ancak çok sevdim. Restoran Galuppi, çok güzel ağırlandık. Türkçe bilen garsonlar vardı. Yediklerimiz dışında tadım yaptırmaları ve ikramları ile bizi etkilediler. Limoncello ve Grappa ikram ettiler. Buraya özgü kurabiye tatlıları vardı, Bussola Di Burano. Her dükkanda satılıyor. Sapsarı bir kurabiye, hoş kokulu. Bu kurabiyeyi Sicilya şarabı (Mosaio Passito Siciliano) ile ikram ettiler. Şarap soğuk, kurabiye sıcak. Kurabiyeyi şaraba batırıyor ve ağzına atıyorsun. Enfes bir buluşma. Tavsiye ediyorum.
Fotoğraf Atölyesinde uygulamayla teori aynı anda yürüdü. Akşamları çektiğimiz fotoğrafları kullanarak fotoğraf okuma yaptık, çok yararlı oluyor bu çalışma. Hocamız Niko çok sabırlı, her zaman enerjik ve güler yüzlü. Çok yaratıcı ve tam bir proje insanı. Web sitesinden takip edin, Hem İstanbul’da hem farklı ülke ve şehirlerde atölyeler düzenliyor. Gezimizin bittiği gün mikrofon uzattım gezi arkadaşlarıma ve hocama.
Niko Guido, “Venedik sihirli bir şehir, burası dünyada en çok sevdiğim şehirlerden, elbette karnavalda daha çok seviyorum. Bir labirent, kaybolmak ve bulmak keyfini yaşatıyor. Tarihe tanık olmamızı hatta katılmamızı sağlıyor. Fotoğrafçılık ile Venedik çok güzel buluşuyor. Sadece fotoğraf çekmiyoruz, lezzetli bir yaşamı da deneyimliyoruz. Zaman, doğal ışık, yapay ışık buluşması, modeller ile mükemmel portre fotoğrafları çekiliyor.”
Venedik‘te çok içilen harika bir aperatif içki var, kendinizi içmekten alamıyorsunuz.
Spritz: Şarap eklenmemiş hali de var, ancak ben şaraplısını seçtim. Bu sefer tarifini de sizler için öğrendim:
1 ölçü Aperol (Venedik’te tüm marketlerde satılıyor, sanki elma suyu gibi)
3 ölçü Beyaz Şarap (istediğinizi seçin)
Maden suyu (siz seçin)
Portakal dilimi (kalınca bir dilim, içkiniz bitince yemeği unutmayın)
Yeşil Zeytin (bir çubuğun ucunda ve en kocamanından, ne zaman isterseniz yiyin, içerken dikkat çubuk gözünüze batmasın)
1 kadeh yeter, keyfini çıkarın.
Venedik mutlaka görülmeli, mümkünse karnavalda orada olmalı…