Ne Kadar Ekmek, O Kadar Köfte
New York’ta yaşayan Zaid Khan adlı gencin bir sosyal medya platformunda paylaştığı video ile gündeme gelen “quiet quitting”, yani dilimize çevrildiği şekliyle sessiz istifa, en genel şekliyle ‘kişinin yapması gereken temel işlerin dışında bir şey yapmadan, enerjisini ve zamanını işle ilgili başka hiçbir konuya harcamadan çalışmasına devam etme hali’ olarak tanımlanıyor.
17 saniyelik bu kısa videoda Zaid, kişinin sahip olduğu değerin işyerindeki üretkenliğiyle ölçülemeyeceğini söyleyip işte yükselme fikrinden vazgeçtiğini dile getiriyor. Ve video “İş senin hayatın değildir” sloganıyla bitiyor. Bu durumu da Zaid, “sessiz istifa” şeklinde duyuruyor ve işten ayrılmıyor. Üzerinden çok fazla zaman geçmediği halde bu konu hakkında birçok makale yazıldı. Şirketlerde insan kaynaklarının düzenlediği eğitimlere konu oldu, ana haber bültenlerinde konuşuldu.
Sessiz istifada çalışan kişi, istifa etmez sadece yapmak zorunda olduğu işlerin ötesine geçmez, çalıştığı yerin verimliliği için ekstra çaba sarf etmez, mesai saatlerinin dışında çalışmaz.
Bu tabiri her ne kadar ABD’de yaşayan bir genç ortaya atmış olsa da aslında bize yabancı değil. Çünkü günümüzde çalışanların çoğu, gerek ekonomik şartlar, gerekse ağır iş yükü sebebiyle ciddi bir tükenmişlik sendromu yaşıyor. Bu yüzden de çalıştığı ortamdan, aldığı ücretten ya da yaptığı işten memnun olmayınca bir an önce mesai saatinin bitmesini bekliyor. Çalışanlar artık hafta sonlarına ertelenen toplantılara katılmak istemiyor, evden çalıştıklarında da gece yarılarına kadar kendilerine ‘iş kilitlenmesinden’ ciddi anlamda huzursuz oluyor. Bu duruma bir de büyük şehirlerdeki trafik çilesi ekleniyor tabii. Günde ortalama en az iki saatin trafikte geçtiği kabul edilirse, işyerinde çalışmak için de, işten eve varmak için de en gerekli şey olan enerji tükenmiş oluyor. Hobi yapmak, spora gitmek, kültürel aktivitelere katılmak şöyle dursun, çalışanlar aileleriyle bir iki saat geçirebilseler şükrediyor. Hâl böyle olunca da insanda çalışmak için istek ve heves kalmıyor, işi görev gibi görüp, fazla çaba sarf etmek istemiyor.
Sessiz istifanın Türkiye’deki karşılığı aslında tam olarak şu: “Ne kadar ekmek, o kadar köfte”. Yeni bir tabir aramaya, “quiet quitting”i kullanmaya gerek yok. Şirketler, çalışanların memnuniyetsizliğini görmezden geliyor, işletme yönetimleri fazla iş yüküne rağmen çalışanlarını maddi olarak tatmin edemedikleri için, çalışanlar da şirketlerini tatmin edememiş oluyor. Bu da günümüz şartlarında sorun yokmuş gibi davranmayan; kaliteli ve gerçekten çalışanın haklarını gözeten şirket yönetimlerine ne kadar ihtiyaç olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.
Yani durum, bu konuyu ortaya atan Z kuşağının sorunu değil, yılların süregelen problemi; “Hakkımı ver, hakkını al” sözünün iş dünyasındaki havalı tabiri.
Çalışanlar uzun süredir kendilerini çalıştıkları işyerine ait hissetmiyor, çünkü bugünün belirsiz ve zorlu şartlarında kendilerine bir gelecek göremiyor, sadece günü ya da haftayı kurtarmayı hedefliyorlar. Kira ve faturaları ödeyecek kadar para kazanmak için işe gidip geliyorlar. Bu da kaybet-kaybet durumuna sebep oluyor. Şirket, nitelikli bir personelinin kendisine sağlayacağı verimliliği kaybediyor, personel de fazla iş yükü, mobbing, adaletsizlik gibi sebeplerden dolayı kendini kaybediyor…
İşte sessiz sessiz istifa eylemini gerçekleştirenlerin aklından geçen cümlelerden bazıları şöyle:
“Yaklaşık 7-8 aydır bu durumdayım. Şu an ofisteyim, bazı şeyleri planladım ve yarın yapacağım ama evden çalıştığım zamanlar öyle olmuyor. Saat kaç olursa olsun her şeyi bitirmem isteniyor, telefonum susmuyor. Aynı anda birden fazla işi yapmam için kendimi zorluyorum. Ama artık bir yerden sonra elim gitmiyor, ne bilgisayara, ne telefona… Çığlık atmak istiyorum.”
“İşyerinde açılan Whatsapp gruplarından fenalık geldi. Her biri başka şey soruyor, hem maillere, hem mesajlara yanıt verip insan üstü bir gayret gösteriyordum. Ancak ekstra çaba sarf ettikçe hiçbir şeyin değişmediğini fark ettim. Yıllardır çalışıyorum, ne terfii alabildim, ne ücretler iyileştirildi. Performans kriterleri denilen subjektif olgularla baskı altında verim beklendi. Üç kişilik ekip gibi çalışıyordum ama artık bıraktım. Buradan hiçbir beklentim kalmadı. Öyle dümdüz gidip geliyorum işe. Çünkü alacağım üç kuruşa muhtacım.”
“Ben zaten sınav sistemi mağduruyum. Üniversitede bölümümü isteyerek okumadım, tekrar tekrar aileme masraf olmasın diye bir şekilde bitirdim ve hasbelkader bir işe girdim. Hayallerim bambaşka… Buraya memur gibi gidip geliyorum, önüme verilen işleri yapıyorum, çok kasmaya gerek yok. Kendi masrafımı çıkarayım yeter…”
Madem bu kadar memnun değiller, neden iş değiştirmiyorlar diyeceksiniz… İşten ayrılırlarsa başka iş bulamayıp zaten kötü olan ekonomik durumları daha da aşağıya düşeceği için… Farklı bir şirketin ya da işin, mevcut olandan çok da farklı olmayacağını bildikleri için… “Çalışma düzenimiz böyle, işinize gelirse…” deneceği için…
Görüldüğü gibi sessiz istifa son günlerde popüler gibi gözükse de bizlere hiç yabancı olmayan bir kavram. Çalışanların derdi dinlense, hakkı verilse, geri bildirimde bulunulsa, takdir edilse, ihtiyaçları karşılansa, kendilerine zaman ayırmaları ve kendilerini geliştirmeleri için imkân tanınsa, sorumluluk verilirken inisiyatif de verilse, ‘esnek çalışmanın’ gece yarılarına uzayan toplantılar olmadığı bilinse, gerçekten insana ve topluma değer veren, vizyoner yönetim şekilleri benimsense ve çalışanın bir ‘insan’ olduğu unutulmasa bu ‘sessiz istifalar’ da sessiz sessiz ortadan kalkar; yerini gerçekten üreten, verimli olan, yükselen çalışma hayatına bırakır.
Çünkü hayat, sadece iş hayatından ibaret değildir,
Öyle değil mi?