Orta Asya’nın çeşitli bölgelerinde yaşamış, Türkçenin farklı lehçelerini konuşan Türk kökenli topluluklar, çok eski dönemlerden beri müzikle iç içe bir yaşam sürmüşlerdir. Altay Dağları civarındaki kazılarda, en az 4000 yıllık olduğu bilinen mezarlardan ve kazı alanlarından flütler, çengler, kavallar ve çeşitli yaylı çalgılar çıkarılmıştır.
Bu İslam öncesi Türk toplulukları Gök Tanrı inancına sahiptir ve Şamanizm adı verilen bir inanç biçimini benimsemiştir. Kamlık dini de denilen bu inanç biçiminde dini liderlere “kam” adı verilir. Kamlar, insanların yeraltındaki, yeryüzündeki ve gökyüzündeki ruhlarla iletişim kurmasına aracılık eden kişilerdir. Başlıca görevleri hastalıkları iyileştirmek, şifa vermek, duaların kabul olmasını sağlamak ve insanların kendilerini iyi ve esen hissetmesine yardımcı olmaktır. Yani aslında, Şaman inancını benimsemiş pek çok kültürel toplulukta olduğu gibi Türklerde de kamlar, öncelikle bugünün doktorları gibi görev yapmışlardır. Temel fark ise, kamların hastalıkların insanlara dadanan kötü ruhlar yüzünden oluştuğuna inanmalarıdır. Bu nedenle ruhlarla bağlantı kurarak onlardan hasta ettikleri kişileri rahat bırakmasını isterler.
Kamların, hastalarını tedavi ederken kullandıkları yöntemlerden biri de müzikle tedavidir. Kam, özel olarak hazırladığı cüppesini giyer, kutsal kabul edilen davulunu alır ve onu çalarak kötü ruhları uzaklaştırmaya, iyi ruhlara da yakarmaya çalışır. Çoğu Türk topluluğunda kamlar, melodik ezgilerle ve çeşitli müzik aletlerini kullanarak da insanlara şifa vermeye çalışır.
Bugün Orta Asya’da hâlâ Gök Tanrı inancına sahip olan, Şamanist Türk toplulukları bulunmaktadır ve kamlar, aynı yöntemlerle hastaları tedaviye etmeye çalışır. Fakat Müslümanlığı seçen Türk topluluklarında da bu gelenek kaybolmamış, çeşitli biçimlerde yaşamıştır. Örneğin Kırgızların “baksı” adı verilen ve esasen kam olan şifacıları, özel dansları ve müzikle insanlara şifa dağıtmaya çalışmaya devam etmektedir. Osmanlı İmparatorluğu boyunca da müzikle tedavi, kabul edilen, geçerli bir tedavi yöntemi olarak uygulanagelmiştir. Özellikle akıl ve ruh hastaları ya da geçici ruhsal sıkıntılar yaşayan kişiler değişik türde müziklerle tedavi edilmeye çalışılmıştır. Bu geleneğin, bugün izlerinin görülebileceği pek çok örnekten biri, Edirne’deki II. Bayezit Külliyesi, Sağlık Müzesi’dir.
Müziğin insan sağlığına etkisi konusunda, “Ses ve Müziğin Organları İyileştirici Etkisi” adlı makalesinde, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı, Piyano Ana Sanat Dalı’ndan Neslihan Karamızrak şöyle diyor:
“Ruh halimize uygun bir müzik dinlediğimizde ses ortamına fark etmeden ayak uydururuz. Böylesi bir müzik, özellikle ağrı çeken insanlar için, sessizlikten daha iyidir, çünkü sessizlik rahatsızlığın daha çok bilincinde olmaya neden olur. Ayak uydurma, dinlediğimiz müziğe göre beyin dalgalarının, kalp ritminin, nefes alıp vermenin, duygusal gücün, zamanlamanın, hızın ve diğer organik ritimlerin nasıl değiştiğini açıklar. Müzik terapistinin uyguladığı ilkelerden biri de dikkati ağrıdan ya da rahatsızlıktan başka bir yöne çekmek olan “dikkat dağıtmak”tır. Müziğin en bariz iyileştirici kullanımı stresi azaltmaya ve gevşemeye yöneliktir. Müzik iyileşme sürecinde güçlü bir hızlandırıcı görevi görebilir. Bedeni, her birinin benzersiz sanatsal yeteneği ve akort edilme şekli olan çok hassas bir enstrümanlar topluluğuna benzetmek yerinde olur.”
Ünlü bilgin ve tıp biliminin kurucularından İbn-i Sina da (980-1037), eserlerinde müziğin önemi ve insan ruhu üzerindeki etkisine değinmiş, tedavi süreçlerinde yararlanılması gerektiğini belirtmiştir. “En iyi tedavi yollarından biri, hastanın akli ve ruhsal gücünü artırmaktır. Bu ona hastalıklarla daha iyi savaşmak için cesaret aşılar. Hastalara sevdikleri müzikler dinletilmeli ve sevdikleri insanlarla bir araya getirilmelidirler” der.
Osmanlılar, müzikle tedavide hem İbni Sina’nın hem de 10. yüzyılda yaşamış filozof ve müzisyen Farabi’nin görüşlerini esas almışlardır. Farabi, yaşadığı dönemde tespit edilmiş olan müzik makamlarının her birinin, belirli ruhsal durumları değiştirip düzeltmek için kullanılması gerektiğini ifade etmiştir. Farabi, bu sınıflandırmayı şöyle yapar:
Rast makamı: Neşe, huzur bulmak için dinlenir.
Rehavi makamı: İnsana sonsuzluk fikri aşılar ve hissettirir.
Küçek makamı: İnsanın duyarlılığını artırır.
İsfahan makamı: Harekete geçirir ve güven duygusunu artırır.
Neva makamı: İç ferahlığı verir.
Uşşak makamı: Gülümsetir, neşelendirir.
Zirgüle makamı: Uykudan önce dinlemek için iyidir, kolay uyumayı sağlar.
Saba makamı: İnsanın cesaretini artırır.
Buselik makamı: İnsanı güçlü, sağlam hissettirir.
Hüseyni makamı: Ruha sükûnet, rahatlık katar.
Hicaz makamı: İnsanı tevazu sahibi yapar, alçakgönüllülüğü artırır.
Bu makamları, günün belirli dönemlerinde dinlemeyi de önerir:
Rast ve Rehavi makamları: Seher zamanları etkilidir.
Hüseyni makamı: Sabahleyin etkilidir.
Irak makamı: Kuşlukta etkilidir.
Hicaz makamı: İki ezan arası etkilidir.
Buselik makamı: İkindi zamanı etkilidir.
Uşşak makamı: Gün batarken etkilidir.
Zengüle makamı: Gurubdan sonra etkilidir.
Muhalif makamları: Yatsıdan sonra etkilidir.
Rast makamı: Gece yarısı etkilidir.
Zirefkend makamı: Gece yarısından sonra etkilidir.
Bu makamlarda derlenmiş eserleri, müzik marketlerde bulabileceğiniz gibi, internet üzerinde de bulabilir, hangi ruh durumuna geçmek istiyorsanız, dinleyebilirsiniz. Örneğin Rast makamında şarkılar için buraya tıklayın.
Daha önemlisi, bu bilgiler ışığında hangi müzik türünü seviyorsanız, hangi ruh durumundayken hangi türü dinlemek iyi geliyorsa, o türü dinlemeye ağırlık verebilirsiniz. Bunu, bir tür egzersiz olarak düşünebilir ve müzikle iyi hissetmeyi deneyerek, sonuçlarını kendinizde gözlemleyebilirsiniz.
Sağlıklı günler dilerim.