Özsoy’a Yapılan Haksızlık

Büyük bir merakla 31 Ekim’de İDOB (İstanbul Devlet Opera ve Balesi) tarafından sahnelenen Özsoy Operası’na bilet aldık. Yine büyük bir merakla koltuklarımıza oturduk. Öyle ya Atatürk’ün isteğiyle Adnan Saygun tarafından  bestelenen, librettosu Münir Hayri Egeli tarafından yazılan Özsoy Operası’nı izleyecektik. Yine bu sayfalarda Özsoy Operası’nın yazılması, bestelenmesi ve sahnelenmesi sürecini anlatan çok da beğendiğimiz “Bir Cumhuriyet Şarkısı”nı sizlerle paylaşmıştık.

Adeta Okuma Provası

AKM’de izlediğimiz operanın konser versiyonu (ne demekse?) tam manasıyla bir hayal kırıklığı oldu. Adeta bir okuma provası şeklindeydi. Bu eser opera olarak sadece 1934 yılında sahnelenmiş. 1982 yılında da tek perde olarak Ankara’da sahnelenmiş. Aslında opera 3 perde ve 120 dakika 1982 yılında besteci Ahmet Adnan Saygun tarafından yeniden düzenlenerek sahneye konulmuş. Yani biz opera olarak 1934’den beri hiç izlemedik. 31 Ekim’de izlediğimiz yaklaşık 50 dakika süren “konser versiyonu” Saygun’un düzenlendiği versiyon muydu? Bu tam net değil. Üstelik opera  olan bir eser İDOB gibi elinde her türlü imkan bulunan bir kurum tarafından neden opera şeklinde sahnelenmedi? Sahneye bu şekilde konulsa bile, teknolojinin olanaklarından  faydalanarak koronun arkasında çeşitli fotoğraflar yansıtılabilirdi. Mesela 1934 yılındaki fotoğrafları dinlerken izleyebilirdik, Işık oyunları yapılabilirdi. Hatta kısa dans gösterisi bile olabilirdi.

İcracılar sahne kostümü giymemişlerdi. Oysa filmde opera kostümleriyle izledik filmdeki sanatçıları. AKM’de ise erkek icracılar takım elbise soprano ise onların tam aksine sahne kostümü sayılabilecek ama Özsoy’a uygun olmayan bir kostümle çıktı. Erkek icracılar nota sehpalarındaki kağıttan okudular rollerini, mimiksiz jestsiz…  Hatun ve Ahrima rolündeki sanatçılar ise ezberden. En en önemlisi de konu yarıda kaldı, bittiğini bile anlamadık. Ara olduğunu zannettik ama gösteri bitmişti.

Büyük Bir Özensizlik

Doğrusu salona girerken operayla ilgili broşür dağıtılmasını beklerdim. Tabii bu özensizliği görünce devede kulak kaldı bu beklentim.

Kısacası büyük bir özensizlikti izlediğimiz her neyse. Adı opera olan bir eser  neden oratoryo gibi ya da konser gibi sergilendi anlamakta çok zorlandım. Beğenenler var mıydı? Emin değilim. Ama beğenilmeyen bir şeye de tepki verilmeli. Bu yazı da Atatürk’ün isteğiyle yazılan ve ilk Türk operasına karşı yapılan haksızlığın ve önemsizleştirilmenin bir yansıması.

Önceki İçerikSymposion’dan Sempozyuma
Sonraki İçerikUluslararası İstanbul Kitap Fuarı 41 Yaşında
Ayşe Dural
Saint Benoit mezunu. Bu okulda Fransızca ve İngilizceyi öğrendi ve çok sevdi; özellikle Fransızcayı. Sonrasında Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni bitirdi. Eğitim hayatına İstanbul Üniversitesi İşletme İktisadı Enstitüsü’nde devam etti. Çalışma hayatına Garanti Bankası Halkla İlişkiler Bölümü’nde başladı. Sonrasında dergiciliğe adım atarak Gelişim Yayınları’nda çalışmaya başladı. Türkiye’nin ilk “copyright” dergisi Marie Claire’de çalıştı. Suha Arafat’tan Orhan Pamuk’a kadar pek çok kişiyle söyleşiler yaptı, kadın hakları konusunda araştırmalar yaptı, modayı yakından takip etti. AMICA, BIBA gibi dergilerde çalıştı. Yazı İşleri Müdürlüğü yaptı. 2000-2006 yıllarında The Gate dergisinin yayın yönetmenliği yaptı. Koç Holding’in Bizden Haberler dergisinin yayın yönetmenliğini üstlendi. Daha sonra PR ajanslarında Medya İlişkileri Yönetmeni olarak çalışmaya başladı. Böylece artık haber yapmayacak, ama haberi gazetecilerle paylaşacaktı. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesinin medya ilişkileri yönetmenliğini üstlendi. Yasemin Sungur’la birlikte Kültür Sanat Ajansı’nı kurdular. Kitap editörlükleri yaptı. Dural, basında ve halkla ilişkiler konusunda edindiği tecrübe, bilgi ve deneyimi, danışmanlık, eğitim ve seminerler aracılığı ile yeni nesillere aktarmakta ve martidergisi.com için röportajlar yapmaktadır.