Bugün “sempozyum” denildiğinde, zihnimize ilk gelen, sıkıcı bir toplantının çağrışımıdır. Sempozyumlar, genellikle akademik konuların uzun uzun konuşulduğu sunumlardır.
Bilimin bu sempozyumlarla yol aldığı elbette bir gerçek. Ama katılımcılar yönünden “daha bitmeyecek mi?…”, “çıkarsam ayıp olur mu?..”, “otelde sevgilim de sıkılmıştır şimdi!…” gibi içseslerin, gitgellerin birbirine karıştığı da bir başka gerçek…
Sempozyum, başlangıçta bu kadar sıkıcı değildi elbet.
Sempozyumun Latince’den gelen yolculuğu “symposium” kökenine dayanır. Symposium’in özelliği onun bir “sohbet toplantısı” oluşudur.
Bugünkü sempozyum sözcüğünün kökenini aramak için bir başka tarihsel yolculuğa çıktığımızda Eski Yunanca’dan gelen “symposion” sözcüğü ile tanışırız. “Symposion”, bize tarihin derinliklerinde sakladığı gizemleri, güzellikleri, şiirsellikleri sunar…
Symposion, “ziyafet, sofra, şölen, birlikte içmek” gibi birçok anlamıbirlikte karşılıyor. Ne yalnızca ziyafet ne de yalnızca içmek… Symposion sıradan bir yemek değil. O, özelliği olan, oldukça detaylandırılmış ritüeli olan bir yemek.
Symposion, mitolojiden gelen bir gelenek. Bu gelenekler çerçevesinde kurulan bir sofra. Akşama yakın saatlerde başlayıp gecenin ilerleyen saatlerine kadar süren bir toplantı.
Biraz hakikat sofrası gibi…
Symposion, iki bölümden oluşan bir şölen…
Deipnon
Symposion’un başlangıç bölümünün adı ”deipnon”. Konuklar gelip ellerini ayaklarını yıkayıp sedirlere uzanırlar. Tabii ayakların yıkanması kölelerin işi. Atina’da köleliğin kavramsal kabulü çok olağan. Sosyolojik kabulü de öyle.
Platon’un “ideal devleti”nde toplum üç sınıftan oluşur: Yöneticiler, askerler, işçiler. Köleler bu sınıflar içinde yoktur. Kadınlar da öyle…
Aristoteles köleyi “canlı alet” olarak tanımlar.
Her şeyi bilen o büyük düşünür Aristoteles’e “bir gün kölelik kalkar mı” diye sorduklarında, biraz alaycı şekilde “makineler kendi kendilerine ne zaman kumaş dokuyabilirlerse o zaman” diyerek bir imkânsıza işaret etmişti…
Fakat modernizm, Aristoteles’in bu imkânsızını iki bin yıl kadar sonra başaracak, makinayla kumaş dokuyacak ve zaman içinde kölelik de sona erecekti. Daha doğrusu kölelik, boyut değiştirecekti. İnsan makineyle, doğaya egemen olma savaşı başlatacaktı. Artık, Sokrates’in “insana bakarak düşünmesi”nin yerini, kapitalizmin “makineye bakarak düşünme” tarzı almıştı.
Biz yine symposion’umuza dönelim.
Deipnon, symposion’un birinci bölümüdür ama o kadar da önemli değildir. Bir nevi hazırlık bölümüdür. Deipnon’da fazla içki içilmez ve fazla da konuşulmaz. Yemek yenilir, kısa sohbetler yapılır. Yemeğin ardından tanrılara dualar edilir.
Symposion
Bu özel yemeğin asıl bölümü symposion ile başlar. Symposion, bu buluşmanın kutsallık içeren bölümüdür.
Symposion’da içki içmek bir ritüele tabidir. Tanrılara şiir okumanın da ritüeli vardır. Önce bir başkan seçilir, nasıl ve ne kadar şarap içileceğine başkan karar verir. Kimler, nasıl bir sıra ile konuşacak, şiirler okuyacak, yine başkan yönetir.
Symposion’a katılanlar başkanın verdiği söz sırasıyla Eros’a yani sevgiye övgüler düzerler. Bu övgüye “epainos” denir. Eros, symposion’un ana temasıdır. Eros’un yanısıra tanrı (theos), iyi (agathon), erdem (arete), bilgelik (metis) temalarıyla symposion uzar gider.
Mitolojinin üç güzelleri de aglaie (ışıltı), euphrosyne (neşe), thalia (şiirin ilham perisi), symposion’un değinilen konuları arasındadır.
Bu övgüler arasında tanrılara “skolion” adı verilen şiirler okunur.
Symposion’a katılanlar tümüyle erkekti, fakat kadınlardan oluşan bir müzik heyeti de okunan şiirlere müzikleriyle eşlik ederlerdi.
Müzik… şiir… bilgelik… tanrı… güzellik…
Symposion müthiş bir zenginlik…
Symposion, yaşamı hissetttiren bir lezzet…
Symposion, bir hakikat şöleni…
Birbirine akraba üç sözcüğümüz var: Sempozyum, symposium, symposion…
Siz hangisini tercih edersiniz?