Bilirsiniz, “ben kimim?” sorusu insanın kendine sorduğu en zor sorularından birisidir.
“Bir kere dilim tutuldu; o da biri bana ‘sen kimsin?’ diye sorduğunda” der Halil Cibran.
Peki, “yaşamın anlamı nedir?” sorusuna ne dersiniz?
Herhâlde kişisel hayat yolculuğumuzun en değerli ve bir türlü cevaplanamayan sorusudur bu…
Sanatın cevaplar aradığı, felsefenin içinde boğulduğu soru…
Cesaretle baldıran zehrini içmeye razı gelen Sokrates“sorgulanmamış bir hayat, yaşanmaya değmez” demişti 2400 yıl önce. Düşüncesi yüzünden öldürülen ilk kişi… Düşünmenin ilk şehidi…
Epiküros ve Bahçe
Atina yakınlarında bir bahçe… MÖ 307’li yıllar…
Gür sakallı, dalgın bakışlı bir adam bahçede bir ileri bir geri gezinerek bir şeyler anlatıyor. Birçok öğrenci var bahçede. Kırk yaşlarındaki bu adamı sade ve derin bir sessizlikle dinliyorlar… Hocaları, mutlu bir hayatın mümkün olup olmadığını sorguluyor…
Vücudu tedavi edemeyen bir ilacın tedavi değeri nasıl yoksa, ruhu tedavi edemeyen bir felsefenin de felsefe değerinin olmayacağını anlatıyor…Uzun uzun… Yavaş yavaş… Örnekler veriyor… Dalıp gittiğinde öğrencileri sessizliklerini koruyorlar… Hocalarının felsefeye yüklediği bu “hekim sorumluluğunu” içselleştirmeye, anlamaya çalışıyorlar…
Bu adamın adı Epiküros’tur…MÖ 341’de Neokles ve Khairestrate’nin oğlu olarak doğdu. Samos’ta büyüdü. On sekiz yaşında Atina’ya geldi… Platon’un MÖ 387’de kurduğu Akademia’da dersler almaya başladı…
On iki yaşında felsefe ile tanıştığı söylenir.
Otuz iki yaşında kendi okulunun başına geçti. Okulunun adı “Bahçe (Kepos)” idi…
Bu “Bahçe”, hayatın sorgulandığı bir bahçeydi…
Bu “Bahçe”, yaşamanın anlamının peşindeydi…
Bu “Bahçe”, ölüm korkusunu kendinden uzak tutan bir bahçeydi…
“Ben varsam ölüm yok, ölüm varsa ben yokum” diyordu bu “Bahçe”de Epiküros… Neredeyse bütün felsefi anlayışların derdi olan “ölüm”, onun için çoktan aşılmıştı… Bir “konu” olmaktan çıkmıştı, önemsizleşmişti…
“Felsefe yapmak, ölüme hazırlanmaktır” der stoacı Cicero…
Epiküros da öyle yapmıştı zaten… Daha etik yaşamın imkanlarını sorgulayarak ölüme hazırlanmıştı…
Yetmiş iki yaşında öldü. Böbrek taşından muzdaripti. Son günlerinde, sık sık bir sıcak su küvetinin içinde oturuyordu acısını hafifletmek için. Anlatılanlara göre, yine böyle bir günde küvetin içindeyken şarap istemiş ve bir dikişte içmiş … Ve ardından ölmüş… “In vino veritas (hakikat şaraptadır)” dercesine…
Ölümünün ardından şöyle bir epigram yazdılar:
“elveda!… öğretilerimi unutmayın!…”
dostlarına son sözü buydu epiküros’un
sıcak küvetin içine girmişti
bir dikişte içti saf şarabı, ardından da hades’i!.
Hakikat hazdadır!
Yaşamın hakikatini aramak, anlamaya çalışmak, düşünen insanın temel derdi…
Ama böyle bir derdi olmayanlara, Faust eserinde Goethe kestirip atar: “Hakikat sizin neyinize!..”
Antik düşüncede hakikat “aletheia” sözü ile ifade edilirdi.
Aletheia, adil kralın ve tanrısal esinli şairin sözüdür.
Aletheia, unutmanın, hatırlama olarak insana geri dönmesidir. Belirsizlik ve karanlığın ortadan kalkışıdır. Ancak, bu geri geliş, hatırlama, karanlığın ortadan kalkışı öyle kolay bir iş değildir.
Hakikat, hakikat arayanıyangınlara salmadan, o karanlığı aydınlığa çıkarmaz… Hakikat sessizdir, ama sessizliğin sesi ile ulaşır arayanlara…
Hakikatle ilgili çok şeyler söylendi… Kimisi suyu berraklaştırdı, kimisi suyu bulandırdı… Suyu bulandıranlardan birisi de Heidegger’dir: “Hakikat, özünde hakikat olmayandır!..” Gel de çık işin içinden…
Hegel de girer topa zamanı gelince; “En ciddi ihtiyaç, hakikati bilme ihtiyacıdır.”
İşte bu bilme ihtiyacını zamanında Epiküros da sorgulamış ve hakikatin hazda olacağını, mutlu yaşamakta olacağını söylemişti… Hakikat hazdır… Hakikat, mutluluk ideasından pay almaktır…
Epiküros, mektuplarına “selam” yerine “doğru yaşa” diye başlarmış… Doğru yaşamanın hakikatine davet… Dijital çağ mektup yazma kültürümüzü de yok etti ne yazık ki…Artık mektupsuz bir dünyadayız… Homo dijitalikuslar olduk… Konuşurken kullandığımız kelimeler azaldı, yazarken kullandığımız harfler azaldı… Kısaltmalarla yazıyoruz, kısaltmalarla yaşıyoruz… Kısaltmalardan, emojilerden kimlikler edindik artık…
İki duygumuz vardır der Epiküros: Birisi haz, diğeri ise acı’dır.
Haz (hedone), doğal bir duygudur. Acı ise doğamıza uygun değildir…
Haz (hedone), yaşamaktan akıllıca tad almaktır…
“Niçin mi felsefe yaparız” diye sorar Lyotard; “çünkü arzu var, çünkü mevcudiyette yokluk var, çünkü canlı olanda ölüm var!…
“Canlı olandaki ölüm!..”
Ölüme karşı bir şey aranmalıydı öyleyse…
Haz (hedone), Epiküros’un “ölüme karşı bulduğu şey”dir…