Ne tam bir çöküş ne de iyilik hâli: Ruhumuz boşlukta salınıyor, tutunacak bir dal yok misali
Ne tuhaf, hissettiğimiz şeye tam isim koyamamak… Depresyon desen değil, tükenmişlik desen değil, ümitsizlik değil, çaresizlik hiç değil… Garip bir yorgunluk, biraz ruhun hırpalanması, buruşturulup atılmış ve unutulmuş gibi bir his. Hâlin, gücün kuvvetin kalmamış ama hasta değilsin… Hepsinin arasındasın ama ait de değilsin. Koca dalgaların, derin kuyuların, karanlık dehlizlerin içindesin, boğulmak üzeresin ama nefessiz değilsin. Bazen ne tam anlamıyla mutsuz ne de gerçekten mutlu hissederiz kendimizi. Sanki ortadayızdır, havaya savrulan bir yaprak, saniyeler içinde pencerede kaybolan buğu gibi… “Ölmedim ama ayakta da değilim” der gibi… Ağzını dayayıp musluğa su içememek gibi…
Bireysel olarak ve toplum olarak çok zor günler geçiriyoruz. Depremler, orman yangınları, terör saldırıları, çocuk ve kadın cinayetleri, hayvan katliamları, sağlık skandalları, bebek ölümleri… İnsanın yazarken eli titriyor, gözleri doluyor. “Nasıl olabilir bunca şey bir çırpıda?” deyiveriyor. Her akşam haberleri açtıkça yaralarımız tekrar kanıyor. O kadar çok şey oldu ki toplum olarak bir “uyuşma, tepkisizlik ve tatsızlık” hâli yaşıyoruz adeta. Sokaktaki insanın yüzü asık, marketteki kasiyer kız gülümsemiyor, otobüste hiç kimse birbirine selam vermiyor. Parktaki bankta oturan emekli amcanın bakışları uzaklara dalıyor. Onun önünden geçen simitçinin sesinde gevreklik yok, yorgun bağırıyor. Şehrin ışıkları yanıyor, ama o ışıklar içimizi ısıtmıyor. Herkes yürüyor, konuşuyor, alışveriş yapıyor; sanki kimse gerçekten burada değil gibi yaşayıp gidiyor…
İşte bu hâle psikolog Adam Grant, “languishing” diyor. Türkçesi tam anlamıyla yok ama “boşlukta olma hâli” diyebiliriz belki. Languishing bir nevi ruhumuzun alarm hâlinden çıkıp, hiçbir şeye tepki vermeyip durağan bir sürece girmesi. Diğer bir ifadeyle hayata karşı isteksizlik, motivasyon kaybı, durgunluk ve boşlukta hissetme durumu. ‘’İyilik halinin yokluğu’’ diye de adlandırılabilir. Languishing, felaketle mücadele etmekten yorulan zihnimizin kendini koruma yöntemi olabilir. Ama ne yazık ki bu koruma kalkanı, yaşam sevincimizi de örtüyor. İnsanları ‘alıştırma algısı’;felaketlere, savaşlara, şiddete karşı bile duyarsızlaşmamıza neden olabiliyor. Beyinlerimiz o kadar uzun zaman bu güçlü tetikleyicilerle doldu ki onlar gittiğinde yerine yeni güçte bir şey koyabilmek kolay olmuyor. Languishing durumunu sosyal medya, ekonomik sıkıntılar, gelecek kaygısı, yaşanan olaylar, geçmişe duyulan özlem daha da tetikliyor. Zihin, “Ben şimdi nasıl ayağa kalkacağım, ne için savaşacağım?” diye soruyor.Sanırım Albert Camus’nun“İnsan, alıştığı her şeye katlanır” sözü durumu bir nebze olsun özetliyor.
Peki bu ruh hâlinden nasıl kurtulabiliriz?
Milletçe bu boşluk ve uyuşmuşluk duygusuna saplanmışken, bireysel çabalarla bundan çıkış mümkün mü?Uzmanlar bu konuda bazı hususların altını çiziyor. Ben de burada yer vermek istedim:
Duygularını Tanı ve Kabul Et
Birçok insan languishing yaşadığını fark etmez. “Yaşadığım şey normal mi?” diye düşünür. Evet, normal. Olumsuzluklarla baş etmenin bir aşaması. Ama yaşadığın olumsuzluğu fark etmek, bu duygu hâlinden kurtulmanın ilk adımı. Fark edince insanın kendisine şunu sorması gerekiyor: “Neden böyle hissediyorum ve bu his neye dönüşebilir?” İsimlendirme, insanın önünü görmesine, bulanıklık içinden çıkmasına yardım eder. Viktor Frankl’ın dediği gibi: “Hayatta her şeye rağmen bir anlam bulabilenler, yaşamını sürdürür.” Anlam bulmak, iyileşmenin anahtarıdır.
Küçük Küçük Adımlar At
Büyük hedefler koymak güzel ama bazen onları gerçekleştirmek güçtür. Bu da tükenmişlik, tatsızlık, isteksizlik gibi hisleri artırabilir. Bu yüzden küçük adımlarla başlamak daha doğru. Gereken yerde ‘Hayır’ demek, sınır çizmek, aldığın karara uymak birer küçük adım olabilir. Erken kalkmak, iki durak erken inip yürümek, şekeri bırakmak basit gibi görünse de senin için küçük ama büyük adımlar olabilir. Bu mikro anlamlar, ruhundaki boşluğu doldurabilir.
Kendini Hatırla
Tüm gün çalışıyoruz. Bir şeylerin yolunda gitmesi için uğraşıyoruz; çocuğun okuluydu, arabanın bakımıydı, buzdolabının taksidiydi derken dalıp gidiyoruz. Kafamız hep meşgul. Telefonlarımızda aşağı yukarı kaydırma yaparken bile aklımız başka yerde, içimizdeki konuşan bizim sesimiz değil sanki… Sorunları çözmeye çalışıyoruz sürekli. Ama unuttuğumuz bir şey var: Kendimiz. Arada kendini hatırlamak, kendi sevdiğin şeyler için zaman ayırmak bile iyi olma hâlinin bir parçası. Güzel hayatlar yaşadığını sandığımız insanlar bile bu languishing hissine bir şekilde giriyorlar. Dolayısıyla bu his bir insan “normali”. Önemli olan kendini unutmamak.
Birlikte Ayağa Kalkmak
Bizi bir arada tutan şey, ortak acılar kadar ortak umudumuzdur. Yaşadığımız birçok olay bize milletçe beraber olabildiğimizi göstermedi mi? İşte kendini tatsız, boşlukta, kötü hissettiğinde bu dayanışma duygusuna tutunabilirsin. Belki de bir iyilik hareketinin parçası olmak, bir kampanyada gönüllü olmak, bir çocuğun okumasına katkıda bulunmak iyi olma ve iyileşme hâlini devam ettirecektir…
Akışa Bırak
Burada küçük bir parantez açmak istiyorum. Akışa bırakmak, akıntıda olmak değildir. Akışa bırakmak çok müdahale etmemektir, olanı yaşamaktır, bazen yaşayıp geçmektir. Ama akıntıya kapılmak, tehlikelidir; bir yerden sonra seni yanlış bir yere sürükleyebilir. İşte bu ikisi arasındaki ince çizgiyi bilerek davranmak gerekir.
Son olarakkendini boşluktaymış gibi hissetsen de köklerin sağlam. Ağaçların dalları kırılır ama kökleri derinlere tutunur. Yeter ki toprağını ihmal etme. Köklerini besleyecek suyu aramaktan vazgeçme.Orada bir bahar gizli. Bekle.
Kaynaklar:
- Kemal Sayar, (2021) Hissettiğin Huzursuzluğun Bir Adı Var: Tatsızlık (Languishing). https://kemalsayar.com/haftanin-yazisi/hissettigin-huzursuzlugun-bir-adi-var-tatsizlik-languishing
- Adam Grant, (2021) There’s a Name fortheBlahYou’reFeeling: It’sCalledLanguishing. The New York Times.