Nemrut Dağı denince akla gelen ilk isim Osman Hamdi Bey olur çoğu kez. Yanlış da sayılmaz. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemine damgasına vurmuş bir arkeolog, ressam istanbul Arkeoloji Müzesi’nin kurucusu ve Kadıköy’ün ilk belediye başkanı Oman Hamdi Bey 1883 yılında Nemrut’a çıkmıştı. Ancak ondan da önce 1881 yılında Nemrut’u keşfeden ise Diyarbakır’da yol işlerinde görev yapan Alman mühendis Karl Sester’di. Aslında ilk keşfeden ise Bako isimli yörede yaşayan bir köylü…Tesadüfen Sester ile karşılaşan Bako, mühendise Nemrut’taki heykellerden söz edince Nemrut’un hikayesi de başlıyor. Bu yolculukta bir kadın devreye giriyorve bugünkü Nemrut’u deyim yerindeyse bizimle buluşturuyor. Bütün bu kısa özeti öğrendiğimiz harika bir kitap var artık elimizde. “Nemrut’u Bize Armağan Eden Kadın” yani Theresa Goell’in hikayesi. Bu hikayeyi bize aktaransa gazeteci ve yazar Doğan Satmış. 1987 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne giren Nemrut’un hikayesini bize derli toplu br şekilde anlatıyor Satmış.

Bir aşk hikayesi
ABD’de zengin bir ailede doğan New York’da yaşayan mimar, sonradan arkeoloji tahsil eden genç bir kadın olan Theresa Goell, tutkusunun peşinden koşarak Kommagene Kralığı’nı aşık olduğu 1. Anthiakos’u ve dolayısıyla Nemrut Dağı’nı bugünkü haliyle bize armağan ediyor. Üstelik de sağırdır Theresa Goell ve küçük bir de oğlu vardır. Ama yılmaz ve 1947 yılında macerası başlar. Tarsus, Malatya derken inanılmaz yolculukların ardından Nemrut’a ulaşır. 1901 doğumlu Theresa Goell tutkusunun peşinden koşmaya başladığında 46 yaşındadır. Yörenin dilini, alışkanlıklarından bi haberdir. Ancak vazgeçmez; heykellerin kaldırılmasını, ortaya çıkarılmasını,dağa çıkan tören yolunun keşfedilmesini sağlar. Ve o kadar aşıktır ki bu yöreye, insanlarına Theresa Goell 1985 yılında 84 yaşında öldüğünde külleri Nemrut’a serpilir. Bu kadar değil tabii; hepsi ve daha fazlası “Nemrut’u Bize Armağan Eden Kadın”da.
5 yıl süren araştırma

Peki bu kitap nasıl yazıldı? Biz işin bu yönünü size Doğan Satmış’la yaptığımız söyleşide anlatmak istiyoruz. Satmış, MÜ İletişim Fakültesi mezunu yazarı Doğan Satmış Siverek doğumlu. Hürriyet Gazetesi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü ve Yazı İşleri Müdürü olarak 17 yıl çalıştı. Sabah Gazetesi’nde Genel Yayın Müdürü yardımcılığı yaptı, Habertürk’ün kurucu kadrosunda yer aldı, Cumhuriyet Gazetesi’nde danışmanlık ve köşe yazarlığı yaptı. Halen basın Konseyi Yüksek Kurulu üyesi ve Basın Konseyi Dayanışma ve Geliştirme Vakfı YK üyesidir. Nemrut’u Bize Armağan Eden Kadın , Satmış’ın 12. Kitabı. Kara karga Yayınlarından çıkan yazımı 5 yıl süren kitap için söz Doğan Satmış’ta…Son not: Kralın mezarı halen bulunamadı.
Nemrut Dağı ile ilgili yazılmış en derli toplu bilgilerin yer aldığı bir kitap olmuş “Nemrut’u Bize Armağan Eden Kadın.” Bölüm başlıkları hem ilginç hem de okumayı kolaylaştırıyor. Kitabı hazırlarken baştan mı karar verdiniz böyle olmasına?
Aslında kitaba başlarken, nasıl ilerleyeceğini pek bilmiyordum, sonra gelişmeler ışığında, bir kronolojik sıralama ile yazmaya başladım. Sadece gazetecilik yönüyle, bana en ilginç gelen bölümü, yani bir kadın çalışanın tuvalete gitmek için, bini aşkın liman işçisinin önünden günde iki kez topuk sesleri ile geçerken bu işçilerin ıslık çaldığını anlatmaya karar verdim. Sonrası bir yaşam öyküsü olarak gelişti.

Kitabı yazarken Goell hakkında nasıl ve nerelerde araştırmalar yaptınız, kimlerle görüştünüz? Yöreye gittiniz mi? Araştırma ve yazmanız ne kadar sürdü?
Kitabı yazarken Goell hakkında epey bir araştırma yaptım, öncelikle kendisi adına yazılan iki ciltlik İngilizce kitabı tesadüfen Boğaziçi Üniversitesi kütüphanesinde buldum, Türkiye’de başka yerde yok ve Türkçeye de çevrilmiş değil. Onun bir fotokopisini aldım. Bu kitabı yazan Prof. Donald Sanders’ı buldum, kendisine email yolladım, sorularımı yanıtladı. National Geographic Dergisi’nde, Theresa Goell ile ilgili bazı kaynaklar ve onun yazdığı bir yazı vardı, onları istedim. Goell’in, 1960’lı yıllarda dergiden araştırma için maddi destek sağlamak için hazırladığı bir tanıtım videosunu bana gönderdiler. Ayrıca Theresa Goell’in tüm belge ve fotoğraflarının saklandığı Harvard Kütüphanesi ile temas geçtim, pek bir şey paylaşmadılar ama 1960’larda yapılan bir röportajın metnini bulmamı sağladılar. Sonra dönemle ilgili bir kaç kitap daha buldum, bunlar arasında, Nemrut ve Samsat’ta çalışan Alman Prof. Karl Dörner ve eşinin yazdıkları da vardı. Sonra Theresa Goell’in yeğeninin, bir belgesel hazırladığını okudum bir yabancı kaynaktan, hemen kendisini aramaya başladım, Facebook’tan buldum, belgeseli istedim. Sağolsun o bana belgeselin bir CD’sini Amerika’dan gönderdi. Sonra Türkiye’de Theresa Goell ile çalışan kazı ekibinin yakınlarını araştırdım, birkaç aileye ulaştım. Theresa Goell’in 1947’de ilk kez Nemrut’a gittiğinde yanına verilen gencin ailesini buldum. Ben bulduğumda o genç adam ölmüştü; ailesiyle konuştum. Osman Hamdi Bey, 1880’lerde gittiği Nemrut’la ilgili tam 130 yıl önce bir kitap yazmıştı, Fransızca’ydı ve Türkçe’ye hiç çevrilmemişti, tesadüfen geçen yıl bu kitabın Türkçe’ye çevrildiğini okudum. Kitabı bulmam da kolay olmadı, çünkü kitapçılarda satışa sunulmadı, özel olarak bir gazeteci dostum aracılığıylla kitabı temin ettim. Bu arada Theresa Goell’i tanışan bir kaç kazı işçisi ile yapılmış röportajlar çıktı karşıma internette, bunlardan yararlandım. İki kez Nemrut Dağı’na, bir kez de yakınındaki Gerger’e gittim. Tüm bunlar, 5 yıl içinde gerçekleşti ve sonuçta bölüm bölüm yazmıştım, tümünü birleştirince kitap da bitmiş oldu.
Theresa Goell ile nasıl tanıştınız?
2018 yılında bir grup arkadaşla Adıyaman’a gittik, Nemrut’u gezerken, oradaki bir güvenlik görevlisi, ‘Burada yıllar önce bir Amerikalı kadın çalıştı, dağı kazmak için dinamit bile patlattı’ deyince, her şey başladı, kim bu kadın, nasıl dinamit patlatmış, burada ne işi varmış diye biraz araştırınca, öykü gelişmeye başladı.
Siz Theresa Goell’i nasıl tanımlarsıniź?
Bence Theresa Goeil, bir bilim insanıydı ve iddialı bir kadındı, kafasına koyduğu şeyi yapan, tutkulu biriydi. Ayrıca çok yardımsever olduğunu, yöredeki insanlara giysi, ilaç, para yardımı konusundaki çabalardan biliyoruz. Belki de en önemlisi, bundan 70 yıl önce Güneydoğu’nun dağ köylerinde, nisbeten ilkel koşullarda yaşayan, köylü ağırlıklı gruba, sağır kulakları ile yönetmeyi başaran bir öncü kadın profili çiziyordu. Türkçe, Kürtçe, Almanca öğrenmiş, bunları dudak okuyarak bile anlayacak kadar kendini geliştirmişti. Mesela kitapta bir öykü yazdım, kolayca cinayetle sonuçlanabilecek bir olayı, tereyağından kıl çeker gibi, bir diplomasi hareketiyle kolaylıkla çözmüştü. Tüm bunlar onun sıradışı bir kadın olduğunu gösteriyor. Unutmayın istese bu kadın New York’ta lüks içinde yaşayabilirdi, o bunun yerine Nemrut’un 2 bin metrelik zirvesinde güneş, rüzgar, soğukta geçirmeyi tercih etti,

Sizce neden Nemrut’a Kommagene’ye bu kadar tutkun? Anthiakos’a duyduğu aşıkı nasıl tanımlarsınız?
Bazı insanlar, bazı hedeflere kilitlenirler ve tüm hayatlarını o konu için adarlar. Theresa Goell böyle biriydi. Bir örnek daha vereyim, Göbeklitepe’yi bulup ortaya çıkaran Alman Prof. Klaus Schmidt, Göbeklitepe’ye ilk gittiğinde kafasından geçenleri, aşağı yukarı şu sözlerle anlatmıştı: “Burada iki şey yapabilirdim, ya gördüğüm her şeyi unutup, burayı olduğu gibi terk ederdim ve kimse de burada ne olduğunu bilmezdi, belki de burası yok olur giderdi, ya da bütün ömrümü burayı kazmaya adar, kendime bir ömürlük iş yaratmış olurdum, ben bunu seçtim.” Theresa Goell de Nemrut’u ilk duyduğunda biraz araştırınca aynı sonuca ulaşmış, “Bu ömür boyu uğraşılacak bir konu” demişti. Böyle ideal sahibi tutkulu insanlar bilimin gelişmesini sağlıyor, insanlığı ileri taşıyor. Bazıları da hayatlarını mesela para kazanmaya, ya da politikaya, ya da ne bileyim, müteahhitliğe adıyor, sonra da silinip gidiyorlar, kimse hatırlamıyor. Theresa Goell, Klaus Schmidt gibileri silinmiyor, tarihe geçiyorlar, aradaki fark bu.
Yörede hala onu hatırlayanlar var mI?
Yörede onu tanıyan pek kalmadı, çağdaşları hep öldüler ama onların çocukları var, pek çoğu pansiyon, otel, restoran işindeler ve Theresa’yı minnetle anıyorlar, çünkü o bölgede turizmin bu kadar gelişmesinin öncüsü o.
Size göre Goell’in arkeoloji dünyasına ve dolayısıyla Nemrut’a yaptığı en büyük katkı nedir?
Bence Theresa Goell, Nemrut’un doğu ile batı kültürlerinin birleştiği ve ortaya bir anıt çıkardığı yer olduğunu saptaması en önemli şey. Günümüzde biz Türkiye için Doğu ve Batı Kültürleri arasında bir köprü diyoruz ya, bundan iki bin yıl önce Antiokhos aynısını Nemrut Dağı’nda yapmış; dağın bir tarafını doğuya yani Pers İmparatorluğu’na, bir tarafını Batıya yani Helen’lere adamış,”Ben bu iki kültürden geliyorum” demiş. Theresa Goell de işte tam bunu keşfetti ve bu Türkiye’nin şimdiki rolünün, ülkenin neredeyse 1500 km doğuda ama yine bu topraklarda binlerce yıldır var olduğunun bir kanıtı.
Siz ne zaman Nemrut ile tanıştınız? Bu dağda sizi çeken nedir?
Ben Nemrut ve Göbeklitepe coğrafyasında doğdum, dünyaya geldiğim Siverek ilçesi, iki tarafa da çok yakın bir noktada, ailemiz Gerger kökenli ve burası Nemrut’a daha yakın, Kommagene sınırları içinde. Bu arada Nemrut’u araştırırken, önceki kaşiflerin dağın çok uzaklardan gözüktüğünü yazdıklarını görünce, ikinci ziyaretimde buna dikkat ettim ve gerçekten de Nemrut’un, çevresinde 50-60 km öteden bile farklı yapısıyla görüldüğünü, dikkat çektiğine tanık oldum.Nemrut’tan Siverek’e giderken, her noktadan bu dağı görmeniz mümkün. Günümüzde bu bölgeler az gelişmiş bölgeler ama bundan 2000 yıl önce, Nemrut’ta, insanlar yaz kış demeden her ayın iki günü, bir alay şeklinde dağa gidip, yemekli, içkili, müzikli partiler yapıyorlarmış, sadece bu işte görevli müzisyen aileler olsun diye uğraşmışlar ve daha dünyada pek çok kimse yazıyı bilmezken, bunu bir kitabe halinde dağa yazmışlar, bir Aslan horoskopu ile gezegenlerin, yıldızların ve güneşin konumuna bakarak, tarihi belirleyip, bunu dağın tepesinde kayıt altına almışlar. O dönemde Nemrut’taki yazıtı yazdıran Antiokhos, Farslardan, Helenlerden, Zeus’tan, İskender’den söz ediyor. Günümüz coğrafyasının, o döneme göre ne kadar geri kaldığını da fark ediyorsunuz bu sayede. Göbeklitepe’de 2 bin yıl önce, mükemmel resimler, heykeller, kabartmalar yapan sanatçılar varmış, şu anki bilgimize göre dünyanın en eski ve en görkemli tapınağını burada inşa etmişler. Umarım, bu bölgeler, hak ettikleri o eski altın çağı kültürlerine kavuşurlar, çünkü aradan geçen 2 bin yılda maalesef ilerleme sağlanamamış.

Theresa Goell’e ülkemiz gereken önemi verdi mi? Vermediyse gazeteci gözlemlerinize göre neden?
Maalesef bu konuda gerekenleri pek yaptık denemez. Theresa Goell, bunca çabasına karşın, bölgede sadece ‘Dağda dinamit patlatan Amerikalı kadın” olarak biliniyor. Araştırmalarını konu alan kitabı Türkçeye çevrilmiş değil. 1973’te, Cumhuriyet’in 50. yıl kutlama törenlerine davet edilmiş ve orada sanırım batılı tek arkeolog kadın konukmuş, bu konuyu araştırdım, devlette kaydı bile çıkmadı. Yine Göbeklitepe’den örnek vereyim, benim Göbeklitepe kitabını yazmamın nedeni de, orayı keşfeden Alman Arkeolog Prof. Klaus Schmidt’in adının unutuluyor olmasıydı. Bu insanlar, Türkiye ve dünya arkeolojisine birer müze, birer altın yumurtlayan tavuk armağan ettiler, arkeoloji biliminde önemli yerleri var, onları kesinlikle daha çok onurlandırmalıyız.
Sizce kralın mezarı neden halen bulunamadı?
Bunun tek nedeni, burayı inşa edenlerin bulunmaması için aldıkları tedbir. Öyle bir yapmışlar ki, 50 metre yüksekliğinde, milyonlarca taştan oluşan bir tepe ortaya çıkmış, bir taşı çekince, onlarcası aşağı iniyor. Zaten tepenin, aradan geçen iki bin yılda, epey bir yükseklik kaybettiğini, taşların aşağı kaydığını biliyoruz. İki bin yılda, burayı kazıp içini açmak isteyenler hep bunu denediler ama ileriye gidemediler. Mezarı bulmak için, tepedeki tüm taşları çekip almak lazım, bugünkü teknoloji ile bu çok mümkün ama arkeolojik çalışmalar, bulunan eserin geri dönülmez bir şekilde tahribi anlamına da gelir, yani taşları çekerseniz ortada Nemrut diye bir şey kalmaz. O yüzden, buradaki kral mezarı, çok büyük bir deprem veya doğa olayı olmazsa sonsuza kadar bulunamayacak herhalde.

Bu kitap sizin 12. kitabınız. Arkeoloji ve ardındaki hikayeler ilgi alanınız. Bundan sonra sırada nasıl bir kitap olacak?
Evet 12 kitap yazdım ama maalesef best seller olamadım. İşin parasal boyutunu hiç anlatmayayım, 12 kitabın karşılığı iki asgari ücret olmadı. Acun Ilıcalı’nın hayatını anlatan bir kitabım da var, yayıncılar çok heyecanlanmıştı, milyon filan satar dediler, o bile satmadı, sonradan, Acun’u sevenler kitap okumuyor, kitap okuyanlar da Acun’u sevmiyor dedi yayıncı. Belki bundan sonra bir aşk romanı yazarım.
Atatürk’ün izni olmasaydı acaba Nemrut Dağı konusu ne olurdu?
Atatürk’ün arkeoloji konusundaki isabetli kararları, sadece Nemrut’la sınırlı değil, bu konu başlı başına bir yazı konusu. Hemen her alanda olduğu gibi arkeolojide de bilimsel bir bilince sahipti, araştırıyor, okuyor, danışıyordu. Tarihi eserlerin korunması gerektiğinin farkındaydı, bu konuda pek çok açıdan öncü oldu. Tek örnek vermek gerekirse, Ankara’daki ‘kurtarma kazıları’ gösterilebilir. Daha neredeyse dünyada hiç kimse ‘Kurtarma Kazısı’ fikrinin ne olduğunu bilmiyorken, Ankara başkent olduğunda ve burada başta yabancı büyük elçilikler olmak üzere çok sayıda bina inşaatına başlandığında, pek çok kurtarma kazısı yapıldı. Böylelikle, arkeolojik açıdan çok zengin ve önemli bir nokta olan Ankara’nın zenginlikleri ortaya çıkarıldı. Ayrıca 1921- 1936 yılları arasında Ankara Arkeoloji, Diyarbakır, Antalya, Konya Mevlana, Efes, Sivas, Adana, Edirne, Tokat, Amasya, Ankara Etnografya, Bursa, Afyon, Bergama, Sinop, Tire ve Çanakkale Müzeleri açıldı. Atatürk sadece bir devlet adamı değil, akademik ünvanları hak edecek kadar bilinçli bir kültür adamıydı. Nazilerin kovduğu bilim insanlarına dünyada kucak açan iki ülke oldu, biri ABD, öteki Türkiye, bu da onun ne kadar farklı düşündüğünün kanıtı. Ancak biz sonraki yıllarda Atatürk’ün bu vizyonundan pek yararlanamadık,






















