Hepimiz bir şeyler istiyoruz. Farklı şeyler istiyormuşuz gibi görünsek de aslında hepimiz aynı şeyi istiyoruz. Bu şeye farklı adlar versek de aslında hepimiz kendimizi “iyi hissetmek” istiyoruz. Spor yaparken de, sağlıklı olmaya çalışırken de, para kazanırken de, ülkemizde siyasi istikrar olmasını isterken de, insanların dikkatini çekmeye ve onlar tarafından onaylanmaya çalışırken ya da bir grup içinde var olurken de, kendimizi Tanrı tarafından onaylandığımıza, Tanrı ile bir olduğumuza ya da Tanrı’nın sevgi olduğuna ikna ederken de, iyi bir ilişki ararken, anlamlı bir hayat sürmeye çabalarken, hayatımızın anlamını keşfetmeye çalışırken, belli bir siyasi görüşü ya da ideolojiyi desteklerken, hayvan haklarını savunurken, iyi bir insan olmaya çalışırken ve meditasyon yaparken de aslında hep aynı şeyi yani iyi hissetmeyi istiyoruz.
Oysa hem kendi hayatım hem de gözlemlediğim pek çok insanın hayatı bana gösterdi ki bunların hiçbiri kendimizi iyi hissetmemizi sağlamıyor. Sağlıklı, varlıklı, insanlar tarafından alkışlanan, düzgün bir toplumda yaşayan, yakışıklı ya da güzel bir insan olsak da, istediklerimizin büyük kısmını elde etsek de çoğumuz kendimizi iyi hissetmiyoruz. Gözlemlerime dayanarak büyük bir güvenle söyleyebilirim ki, istediklerimizi elde etmek kendimizi iyi hissetmemizi garanti etmeyecek.
İyileşmelerine doğrudan ya da dolaylı olarak yardımcı olduğum pek çok hastada, eğitmeye çalıştığım pek çok öğrencimde, bana belli bir sorun için başvuran pek çok danışanımda gördüm ki insanlar istediklerini elde ederek kendilerini iyi hissetmiyorlar. Hatta çoğu zaman iyi ve değerli çabalarını sırf kendilerini iyi hissetmedikleri için bırakıyorlar. Bir insanın sağlıklı olması ya da sağlığına kavuşması demek o kişinin kendisini iyi hissetmesi demek değil. Varlıklı olması ya da başarılı olması da öyle… Kanıtlar gösteriyor ki insanların sağlık ve varlık anlamında iyileşmeleri kendilerini iyi hissetmeleri anlamına gelmiyor… Hatta insanların başlarına iyi bir şeyler geliverdiğinde bile, kendilerini geçici olarak iyi hissediyor ama kısa bir süre sonra kendilerini yeniden iyi hissetmedikleri eski yavan hallerine geri dönüyorlar. Oysa ilginçtir ki, kendini iyi hisseden insanlar mutlaka ama mutlaka kendilerini iyi hissetmeyi sürdürüyorlar. Üstelik istisnaları bir kenara bırakırsak her zaman daha kolay iyileşiyorlar. Kendini iyi hisseden bir insana biraz yardım edin hayatı düzeliveriyor. Kendini iyi hisseden bir insana doğru bir tedavi uygulayın hızla iyileşiveriyor. Hatta olumsuz koşullarda yaşayan ama kendini iyi hisseden insanların genellikle çok daha sağlıklı olduklarını görüyorum. Kendimizi iyi hissetmek adeta sihirli bir asâ gibi.
Aradığımız canlılık ve enerji, neşe ve anlam, kendimizi iyi hissetmekte gizli. Peki ama nasıl iyi hissedeceğiz? Yine uzun yıllar süren araştırmalarım, çabalarım, çalışmalarım ve değerli ustalarımın yol göstermeleri sayesinde açıkça gördüm ki iyi olmak için yapılabilecek bir çalışma neredeyse yok gibi. İyi olmak bir çalışma değil. İyi olmak bir bakış açısı. Belli bir zihinsel tutum. İyi olmak neredeyse her zaman halinden memnun olma kararlılığında olmakla ve neredeyse her zaman fazla ihtiyacımızın olmaması ile alâkalı bir şey. Bir insan ne kadar az şeye ihtiyaç duymaya karar verirse kendini o kadar iyi hissediyor. Yine bir insanın kalbi ne kadar az arzu ve beklenti ile işgal ediliyorsa kendini o kadar iyi hissediyor. Başkaları için iyi şeyler dilemek ve insanların başarısını kıskanmamak kişinin kendisini iyi hissetmesini sağlıyor. Hatamızı kolayca kabul etmek, savunmacı olmamak ve hatamızı düzeltmek için samimi çaba harcamaya gönüllü olmak kendimizi korkusuz ve iyi hissetmemizi sağlıyor. Elimizden geleni yaptıktan sonra gelen başarısızlığın koşulların müsait olmamasından kaynaklandığını kabul edip bu başarısızlığa tahammül etmek kendimizi iyi hissettiriyor.
Bunca yıl sonra gördüm ki, insanın kendini iyi hissetmesi bir bilim. Öyle bir bilim ki hem sanatı hem zanaatı gerektiriyor. Hem ilhama hem iradi çabaya ihtiyaç duyuyor. Hem ilham hem güç veriyor. Bir yandan kaybederken bir yandan kazandırıyor. Verirken sahip olmamızı, kaybederken kazanmamızı sağlıyor.
Bana ne öğrettiğimi soruyorlar bazen. Budhizm mi, Daoizm mi, qigong mu, meditasyon mu? Diyebilirim ki ben sadece iyi hissetmeyi öğretmeye çalışıyorum.
Sevgi ve dostlukla kalın.
Cem Şen
Cem Şen’i takip etmek için
www.facebook.com/egitmencemsen
Cem Şen kimdir?
1968 yılında doğdu. 1981 yılında savaş sanatları eğitimi almaya başladı. 1987 yılında Zen Budizm’in Türkiye’deki temsilcisi olan İlhan Güngören ile tanıştı ve 1987-1990 yılları arasında Güngören’in asistanlığını yaptı. Bir yandan Güngören’i Zen çalışmalarında ve Tai Chi Ch’uan derslerinde destekleyen Cem Şen aynı zamanda Namık Ekin, Mustafa Aygün gibi eğitmenlerle savaş sanatları eğitimini sürdürdü.
1990 yılında ilk çeviri eseri yayınlandı. Aynı yıl çalışmalarını tümüyle Taocu çalışmalara yönlendirdi. Sırasıyla Mantak Chia, Master Wang, Master Wu, Eric Steven Yudelove gibi ustalardan eğitim alan Cem Şen aynı zamanda bu ustalardan farklı Taocu sistemleri öğretme yetkisi de aldı.
Halen ustalar ile çalışmalarını ve dünyanın farklı yerlerinde bulunan yaşayan büyük bilgelerle iletişimini ve arayışlarını sürdürmektedir. 1991 yılında Dharma Yayınları’nı ve ardından 2003 yılında bu yayınevinden ayrılarak Klan Yayınları’nı kurmuş olan Cem Şen’in içlerinde “Enerjinin Dansı: T’ai Chi Ch’uan” ve “Dolmuşa Binme ve Dolmuştan İnme Sanatında Zen” adlı kitaplarının da bulunduğu 8 kitabı ve yaklaşık 40’a yakın çeviri eseri bulunmaktadır.