Galata’da Yahudi İzi ve Musevi Müzesi

Kitap ile Sohbet için her Salı Oyuncak Müzesinde buluşuyoruz, sohbetler sırasında konuştuğumuz konulardan seçerek gezmek istediğimiz yerlere karar veriyoruz. Yasemin Sungur Musevi Müzesinde Kitap ile Sohbet yapınca çoğumuz hiç görmediğiniz müzeyi ve çevresini merak ettik. Böylece gezimizi planladık.

galata-turu-kis

Pazartesi sabahı Kadıköy iskelesinde buluştuk, 08.45 vapuruyla Karaköy’e geçtik. Oradan Tünele yürüyüp Galata’ya çıktık. Galata Kulesinin altındaki kahvede oturup kahvelerimizi içerken rehberimiz Mois Gabay geldi. İsminin Musa peygamberden geldiğini, daha çok bilinen kullanımının ise Moşon,  Moiz gibi eski isimler olduğunu, soy ismi olan Gabay’ın da bir Sefarad soyadı olduğunu söyledi. Sefarad’ın İbranice’de İspanya anlamına geldiğini açıkladı. Tura başlamadan önce kısaca Türkiye’de yaşayan Yahudilerin tarihi hakkında bilgi verdi. 1492 yılında Osmanlı’ya göç eden Yahudi toplumuna bu topraklarda Sefarad dendiğini, Sefarad Yahudilerinin bu topraklara gelişinden önce de Anadolu’da var olduklarını 700 yıllık bir geçmişe sahip olduklarını paylaştı.  

galatada-yahudi-izi-ve-musevi-muzesi-2

Galata’da Yahudi mirası turunun adını Pera, Peram’dan aldığını ve Pera’nın suyun öteki tarafı anlamına geldiğini belirtti. Rehberimiz Şalom Gazetesi’nde köşe yazarlığı yaptığını, İsveç’te kısa bir eğitim aldıktan sonra kapıların ardında kalan bilinmeyeni anlatmak için rehberliğe başladığını söyledi.

Turumuza Galata Kulesinin eski duvarının köşesinde resim çektirerek başladık. Karaköy’deki Yeraltı Camii saldırılara karşı Galata Kulesi gibi İstanbul’un fethinden önce yapılmış. Karaköy ismi de bu bölgede yoğun olarak yaşamış olan Karay Yahudilerinden geliyormuş. Asıl ismi Karayköy’müş. Yüksek kaldırım eskiden basamak basamakmış, buradan inerken geçmişte Yahudilere ait bir binanın üstünde 1899 yılı yazıyordu. Rehberimiz İbrani takvimine göre de 5660 yazdığını açıkladı. İbrani takviminin başlangıcı Hz. Âdem’e dayanmaktaymış, bu bir ay takvimi olup dört senede bir eklenen ve adar ismi verilen artık ay ile dini bayramların dönemi değişmez her yıl aynı zamanda kutlanırmış. Galata ve Karaköy eskiden liman kentiymiş. Tarih boyunca her türlü meslek dalından insanların çalıştığını halen günümüzde aktif olan genelevlerin varlığını, bu genelevlerde de zamanında Farklı dönemlerde baskıcı getto hayatından ve Bolşevik ihtilali döneminde Sovyetler Birliği’nden kaçan Gürcü Yahudi’si kadınların da bu bölgede çalıştırıldığını ve genelevlerin sahipleri arasında Yahudi toplumundan bireylerin olduğunu öğrendik. Genelevde çalışan kadınlar için Alageyik ve Zürafa sokakta bir ibadethane açılmış. Bu sinagog 1980’lere kadar ibadete açıkmış. Sinagogun adı Or Hodeş’miş. Halk arasında ‘Kal de los Pezevengos’ olarak anılırmış.

Tabi bu arada genelev sahibi Manukyan’ı anmadan geçmedi… Manukyan, aristokrat bir aileden gelip Notre Dame de Sion mezunu, birkaç dil bilen, gençliğinde sosyete terzisi olduğu bilinen bir hanımmış.

Yürüyerek daha sonra ki durağımız Aşkenaz Yahudi Sinagog’una geldik. Burası 1900 yılında Avusturya kökenli Yahudilerin kurduğu bir sinagogmuş. Mois gabay dışındaki mimariye oryantalist üslup denildiğini, binada kesme camlar, ters asmalı kemerler olduğunda bunun oryantalist mimari olduğunu ifade etti. Buna benzer Taksim meydanında dönercilerin arkasında bulunan Aya Triada Kilisesinin de Tanzimat fermanından sonra yapılmış olan ilk kubbeli azınlık yapısı olduğunu söyledi. Bu sinagog ve kilise kubbeleri sadece camilerde ve Topkapı Sarayında mevcut idi. Sonra kiliseler içinde geçerli olmuş. Daha sonraki yıllarda Sinagog ve camiler çok az farklılıklarla üç dinin özelliklerini içeren bir sentezle yapılmış. Halk dilinde Ayasofya ibadetin merkezi, Galata’da paranın merkezi olarak geçermiş.

Aşkenaz Sinagog’una girerken bir kapı kapanmadan diğer kapının açılmadığına tanık olduk. Bu sistem 1986 ve 2003 yıllarında sinagoglara yönelik gerçekleşen ve toplum üzerinde  travmatik etkiler bırakan terör olaylarından dolayı uygulanmaktaymış. Aşkenaz Sinagogunun mimarı Kornalo bazı kaynaklarda da Gabrile Terişi diye bilinmekteymiş. Girişte üç adet parohet bulunmaktaydı. Parohet Tevrat rulolarının saklandığı dolabın önüne konulan perdenin adıymış. Parohetler altın sırma elişiyle işlenmiş üzerinde Tevrattan sahneler simgelenmiş. Ayrıca bu parohetlerden bir tanesinin üzerindeki tren ve ray motiflerinin Haydarpaşa tren garının yapılışını tasvir ettiğini söyledi. Parohetlerden biri de Manisalı bir aile tarafından hediye edilmiş. Girişte sepette erkeklerin taktığı kippaların (takke) bulunduğunu gördük. Tevrat’ta kadının ve erkeğin başını örtmesi ibaresi varmış, genelde hanımlar ince bir tül örterlermiş. Bu örtünme şeklide Sinagogun reformist, Ortodoks ya da konservatif olduğunu belli edermiş. Siyah kippa matemi, beyaz kippa ise mutlu bir olay yaşandığını simgelermiş.

Aşkenaz Sinagogun içerisinde Tevrat rulolarının olduğu bölümü bizim için açmış olmaları onur vericiydi. Yapılan açıklamada dua dışında açılmadığı ve o bölümün kutsalın kutsalı olduğu açıklandı. Tevrat rulolarının bulunduğu bölümün önündeki platforma Bima denirmiş. Normalde bir sinagogda 7 adet Tevrat bulunması gerekirken Aşkenaz sinagogunda 21 tane Tevrat bulunmaktaymış. Bunun nedeni de bugün ibadete kapalı olan Terziler sinagogundan ve Or Hodeş sinagogundan gelen Tevratların eklenmesiymiş. Tevrat Ceylan derisi üzerine yazılırmış. Elle tutulmaz, okurken puntero denilen çubukla okunurmuş.

Bu arada rehberimiz Galata isminin Anadolu’daki galat kavimlerinin bu bölgeye yerleşmesiyle oluştuğunu ve İtalyancada yokuş anlamına gelen Galadya sözcüğünden alındığını izah etti. Bu bölge Bizans döneminden beri Yahudi toplumun yaşadığı yerleşkedir.

Buradan çıktıktan sonra yürüyerek İngiliz Bahriye hastanesi olan şimdiki Beyoğlu Hastanesinin bahçesine geçtik. Özellikle Kırım savaşından sonra bölgede yoğun olarak ulusçuluk hareketi başlamış. İngilizler ve Fransızlar kendilerine ait binalar yapmışlar. Beyoğlu hastanesinin hemen arka köşesinde eski İngiliz postanesi, bir paralel sokağında da İngiliz karakolu olduğuna dair rehberimiz ayrıca bilgi verdi. Bu yapılar 1850 yılı sonrası yapılmıştır. Bugün Göz Hastanesi olarak kullanılan bu yapı Birinci Dünya savaşında İngilizler tarafından yoğun olarak kullanılmıştır.

Daha sonra Kamondo ailesinin oturduğu evin önüne geldik. Burası otel olarak hizmet vermiş. Şimdide restarasyonda. Kamonda merdivenlerinde topluca resim çektirmeyi de ihmal etmedik.

Oradan Neva Şalom Sinagogu’na yürüdük. Güvenlik önlemleri nedeniyle sırayla kontrolden geçtik. Müzenin içinde yer alan Gerez Kafe’de bizim için hazırlanan yemeğimizi yedik. Bizlere Sefarad mutfağından örnekler sundular. Sırasıyla kabak kabuğundan yapılmış zeytinyağlı bir yemek, Ispanaklı kuru fasulyeli sıcak yemek, patatesli tart, yumurtalı börek, salata, ıspanak kökünden yapılmış pirinçli limonlu yemek, pırasalı köfte ayrıca tatlı olarak da irmik tatlısı su ve sütle yapılan onlara özgü yemekleri tattık. 

galatada-yahudi-izi-ve-musevi-muzesi

Sonra müzenin de içinde bulunduğu Neve Şalom Sinagogunu gezmeye başladık. Neva Şalom Sinagogu İstanbul’daki en büyük ibadethaneymiş. Rehberimiz buranın iki kez bombalandığını anlattı. 1986, 1992 en son da 2003’te saldırıya uğramış. 

Son patlamadan sonra binanın yeniden yapılandırılması ve tamiratı üç sene sürmüş. Bu sinagogun, zenginle fakirin cahil ile bilgenin yan yana huzurla dua edeceği bir mekan olması arzulandığından ismi Barış Vahası anlamına gelen Neve Şalom konmuş. Sinagogda, düğünler, on üç yaş kutlamaları ve bayram ibadetleri yapılmakta, eskiden cenazeler de yapılırmış günümüzde büyük bir cenaze olmadıkça burasının kullanılması tercih edilmiyormuş. 50. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi’ne geçtiğimizde Türk Yahudi toplumun nereden bu topraklara geldiklerini açıklayan tarihi bilgiler, resimler ve objeler vardı. Yemek tarifleri yemeklerde kullanılan eşyaların örneği, ayrıca Yahudi toplumun aile resimleri sergilenmekteydi. 

Müze yönetimindeki kadınların sürprizi ile hep birlikte 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü için de birlikte bir fotoğraf çektirdik. 

galata-1

Buradan çıktıktan sonra müzenin devamı olan 500. Yıl Vakfı Habib Gerez Sanat evine gittik.  Kendisi de Yahudi olan sair ve ressam Habib Gerez ile tanıştık. Bizlere kendini ve eserlerini tanıttı. Tüm resimlerini ve evini vefatından sonra bir sanat evi olarak kullanılmak üzere 500. Yıl Vakfına bağışladığını açıkladı. Böylelikle Yahudi izinde Galata ve çevresini tarihi dokularını gördük.

Yasemin Sungur’la Kitap ile Sohbet grubu olarak yine çok güzel bir gezi yaptık, keşfettik, öğrendik, hayal ettik. Fotoğrafçı kitapdaşımız sevgili Atilla Taner Berk her güzel anı çekti, tarihe iz bıraktık sayesinde. Başka güzel gezilerde buluşmak dileğiyle…

Leyla Demir

 

 

[ngg_images source=”galleries” container_ids=”3″ display_type=”photocrati-nextgen_basic_imagebrowser” ajax_pagination=”0″ order_by=”sortorder” order_direction=”ASC” returns=”included” maximum_entity_count=”500″]

 

 

 

 

Önceki İçerikİş Yaşamında Cinsiyet Eşitliğine Dair Bir Anekdot
Sonraki İçerikS.O.S

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz