Film Analizi: Üç Bilboard Ebbing Çıkışı, Missouri (2017)

“Göz önüne getirilen sorunların çözülme olasılığı daha fazladır.”

                                                                                   Mildred Hayes

Vahşice katledilen bir evlat, cezasız kalan bir canilik ve adaleti sağlayamayan kokuşmuş kurumlar… Adaletin olmadığı bir yerde kendi adaletini sağlamanın peşine düşmüş bir anne…

Üç Bilboard Ebbing Çıkışı, Missouri adlı film, dram ve suç türünde. Senaristi ve yönetmeni Martin McDonagh. Filmin ilk gösterimi 74. Venedik Uluslararası Film Festivali’nde yapılmış. Film, bilindik Amerikan intikam temalı kurgulardan oldukça uzak. Yönetmen konuyu işlerken sonuç odaklı davranmaz. Daha çok olayların meydana geldiği süreç içerisinde izleyiciye tüm çıplaklığıyla yancı ve bozuk Amerikan adalet sistemini, ırkçılığı,  yerel polis teşkilatının keyfi uygulamalarını, yereldeki otorite boşluğunu, içi boş yasaları kısacası, sistemin aksayan, çürümüş, işlemeyen ve işlediği zamanda bozuk işleyen kısımlarını, bir annenin adalet mücadelesi ekseninde yansıtır. Yönetmen bunu yaparken oldukça cesurdur; sahnelerde olanı olduğu gibi verdiğini hissederiz. İzleyiciyi filmin dışında tutmaz; hemen hemen her sahnede sorgulayacağımız olayların ve konuşmaların içinde buluruz kendimizi.

Filmde, beklenen ve olması gerekeni yansıtan karakterler de yok. Acılı anne sürekli ağlayıp kahretmez, başkalarının tesellisine muhtaç, zayıf ve Tanrı’ya dua eden, teslimiyet içindeki kaderci bir tip değildir o. Mildred Hayes, görmeye çok alışkın olduğumuz rollerin dışındadır. Hayes tam bir çetin cevizdir; film boyunca çok nadir gülümseyen donuk suratıyla, kendine bulaşanı pişman eden fiziksel saldırılarıyla, anında küfürü yapıştıran bozuk ağzıyla fakat annelik duygusuyla acı çeken ve adalet isteyen bir annedir o.

Film, cinayetin üzerinden 7 ayın geçtiği bir zaman dilimi içerisinde başlar. Yerel polis, henüz hiçbir iz ve kanıt bulamamıştır. Ebbing polis teşkilatı, itaat-ceza aşamasını geçememiş, denetim olduğunda iş ehli, denetim olmadığında işini boşvermiş, niteliksiz polislerle doludur. Öyle ki bunlardan biri olan Dixon, annesine bağımlı, kendi kararlarını alıp uygulayamayan, zayıf ve çocuksu bir tiptir. Dixon, evdeki ve yaşamındaki bu zayıflığını kapatmak için belindeki silahtan ve polis rozetinden güç alarak sıkça kafasına buyruk işler yapar. Yönetmen, bu rol üzerinden âdeta teşkilatın yapısını ve karakterini de izleyiciye yansıtır. Ara sıra iş yapıyormuş gibi görünmek için bir iki siyahi pataklayan, kaykaycı gençleri nezarete tıkan bu teşkilatın başında polis şefi Bill Willoughby vardır. Mildred Hayes, çoğumuzun yapacağı gibi, bir sorunun çözümünde en üstte bulunan kişiye ulaşmaya çalışır. En alttaki halkanın eğri olmasından, en üstteki halkanın sorumlu olduğunu şu sözlerle aktarır: “Eğer bir çeteye üyeyseniz, o çeteden biri, sizin görmediğiniz ve içinde olmadığınız bir suç işlediğinde, siz de o suça ortaksınızdır” der.

Mildred, kızının öldürüldüğü yol üzerinde üç bilboard kiralayarak, polis şefine ve de sisteme sorması gereken soruları kocaman harflerle yazdırır. Bunu yaptığı anda polis şefi Willoughby ve tüm yerel polis teşkilâtına savaş açmış olur. Ebbing’de iki taraf oluşur. Bazıları bu adalet arayışını desteklerken, bazıları çıkarları için teşkilattan yana olan insanlardır. Ama hiçbir baskı, Hayes’in dik duruşunu ezip ona boyun eğdiremez.

Yönetmen, acı çeken, adaletsizliğe uğrayan ve ezilen insanları anlamak için oturduğumuz yerden empati yapmanın gereksizliğini vurgular gibidir. Çünkü onların empatiye değil özverili ve aktif destekçilere ihtiyacı vardır. Benzer acıları yaşayanlar birbirlerini anlar anlayışıyla yönetmen, beklenmedik şekilde filmin sonlarına doğru, acı verene benzer acıyı tattırır. Ummadığımız ve biraz da şaşkınlıkla bakakaldığımız bir biçimde, oyuncuları filmin başındaki ilk formlarından dönüştürür ve değiştirir.

Bilindik türlerinin dışında olan bu filmi ve sıradışı yönetmeninin bakış açısını severek izledim. İzlemeyenler için geç kalmayın derim.

Sevgiyle kalın…

Mesude Yıldız

Önceki İçerikİlişkinizin Eski Heyecanı Kalmadı mı?
Sonraki İçerikOkurun Gözünden: Italo Calvino, Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu