Mükemmeliyetin bedeli üzerine bir film izledim. Tek kelimeyle anlatmak istersem seçtiğim kelime; Adanmak.
Bir insan kendini neye adar? Whiplash’i izlediğimde aklımda dönen tek soru buydu. Adanmışlık, çoğu zaman dışarıdan alkışlanır. Ama yakından bakınca; kırılmış parmaklar, çökmüş omuzlar, yalnız bırakılmış bir kalp görürsünüz.
Nefesimi tutarak izledim filmi. Gerilim filmi değildi, ama her sahnesi içimde bir gerilim yarattı. Hayranlıkla izledim, kızdım, sorguladım, kendimle yüzleştim. Bu bir başarı öyküsü değil yalnızca. Bu, başarı uğruna harcananların, görmezden gelinenlerin, hatta sevginin bile gölgede kaldığı bir öykü.
Film, öğretmen ve öğrencisi arasında yaşanan mücadeleyi anlatıyor. Zaman zaman öğretmenden nefret ettim. Öğretmen ne derse o olacaktır, o ne isterse o olacaktır. Disiplin ve cesaret çarpışmakta, hırs, egoizm birlikte yükselmektedir.
Öğretmen mi? Zorba mı? İlham mı? Kâbus mu?
Film, bir müzik okulunda geçiyor. Genç baterist Andrew Neiman, dünyaca ünlü bir caz bateristi olma hayaliyle yanıp tutuşuyor. Hayalini gerçekleştirmek için okulun efsanevi ama ürkütücü orkestra şefi Terrence Fletcher’ın gözüne girmesi gerekiyor. Ve Fletcher, onu “en iyisi” yapmak için her yolu mübah sayıyor.
Evet, doğru okudunuz; her yolu. Kimi zaman hakaret, kimi zaman aşağılama, kimi zaman manipülasyon… Fletcher’ın yöntemleri bir eğitimciyi değil, bir komutanı andırıyor. Ve izleyiciye şu soruyu sormadan geçmiyor:
“En iyiyi yetiştirmek için, insanı kırmak mı gerekir?”
Bu soruya net bir cevap yok. Zaten film de bir cevap değil, kocaman bir çığlık gibi. Duy ve düşün diyor. Öğretmenin de öğrencinin de insan olduğunu ve başarının bedelini her iki tarafın da ödediğini hatırlatıyor.
Disiplin mi? Zulüm mü? Yoksa Aynı Anda İkisi Birden mi?
Whiplash’in en çarpıcı yanı, eğitimin sınırlarını tartışmaya açması. Fletcher, mükemmeliyetin ancak konfor alanını yakıp yıkarak ulaşılabileceğine inanıyor.
Mükemmeliyetçi öğretmen öğrencisini zorlarken, aslında kendine ne yapıyor?
Bu sorunun cevabını bulmaya çalıştım. En iyi olmak için sınırları zorlamak mı gerekir yoksa sınırları aşmak mı? Başarı hikâyelerinde, yılmamak, hatasız ilerlemek ve zirveye ulaşmak için vazgeçmeden çalışmak şarttır derler. İşte film bu konuları tekrar sorgulatıyor.
Oysa ben başka bir şeye inanıyorum: Sevginin, ilginin, güvenin dönüştürücü gücüne.
Yine de film, Fletcher gibi bir karakterin varlığının neden “mümkün” olduğunu çok iyi anlatıyor. Rekabetçi sistemlerde, yalnızca en iyiler görünür. Ve o görünürlüğe ulaşmak için nice genç ne duygularını ne bedenini önemser. Tıpkı Andrew gibi.
Adanmışlık mı? Yok Oluş mu?
Andrew karakteri bana şunu düşündürdü: Başarının zirvesinde olmak ile kendi iç sesini duyamamak aynı anda mümkün mü?
Sahneye çıktığında mükemmel bir performans sergiliyor, evet. Ama o sahneye gelene kadar dökülen gözyaşları, parçalanan ilişkiler, kaybedilen benlik?
Film boyunca iki müzik parçası defalarca çalınıyor: Whiplash ve Caravan. Her tekrar, Andrew’un daha da içine düştüğü yalnızlık kuyusunun yankısı gibi. Bedeninin sınırlarını zorluyor, parmakları kanıyor, terliyor, titriyor, ama durmuyor. Çünkü “durmak” onun için başarısızlıkla eşdeğer.
Temel bir sanat dalında en iyiler nasıl yetişiyor? Hele ABD gibi jazın anavatanında en iyi olmak hiç de kolay değilmiş. Film bu konuda çok düşündürüyor.
Ve işte tam burada seyirci kendini yakalıyor:
“Ben olsaydım? Ne yapardım? Neye razı olurdum? Kim olmak isterdim?”
Gerçek Bir Deneyimin Sinema Dili
Yönetmen Damien Chazelle, kendi gençlik yıllarındaki caz orkestrası deneyiminden yola çıkarak yazmış bu filmi. Bu yüzden her sahne gerçek gibi, her nota içimize işliyor. Gerçeklik hissi o kadar güçlü ki, film bitince uzun bir süre susmak istiyorsunuz. 1985 doğumlu ve bu onun ikinci filmi.
Filmde 19 yaşındaki, hırslı bateri öğrencisi Andrew Neiman’ı Miles Teller, öğretmen ve orkestra lideri Terrence Fletcher’ı ise 1955 doğumlu J.K. Simmons canlandırıyor. J.K. Simmons, 2015 Altın Küre yarışmasında en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülünü kazanmış. Film, 2015 Oscarlarında 5 dalda aday gösterilmiş. En iyi film, en iyi yardımcı erkek oyuncu, en iyi senaryo, en iyi yapım, en iyi müzik kaydı.

Temel bir sanat dalında en iyiler nasıl yetişiyor?
Hele ABD gibi jazın anavatanında en iyi olmak hiç de kolay değilmiş. Film bu konuda çok düşündürüyor.
Whiplash “En İyi Ses Miksajı” dalında ödül almış. J.K. Simmons ödüle layık görülmesinin ardından yaptığı konuşmasında kalbimizden yakalıyor bizleri.
“Eğer anne babanız hayattaysa, hemen arayın. Mesaj yazmayın. Arayın. İhmal etmeyin.”
Bu cümle, filmde söylenmeyen ama hissedilen tüm duyguların özeti gibiydi.
İzleyin. Ama İzlerken Sadece Gözlerinizi Değil, Kalbinizi de Açın.
Whiplash, yalnızca bir müzik filmi değil. Bu bir yüzleşme. Kendi öğrenciliğinizle, kendi öğretmenliğinizle, hırslarınızla, sınırlarınızla ve belki de bastırdığınız acılarla yüzleşme.
Bir başarı öyküsünün ardında ne vardır?
Bir alkış sesinin gerisinde kaç gözyaşı saklıdır?
Bir öğretmenin amacı başarı mı, yoksa kendi yarım kalmış hikâyesini başkasının üzerinden tamamlamak mı?
Sadece izlemekle kalmayın, sorun. Düşünün. Yazın. Anlatın.
Çünkü biz sadece öğrenmiyoruz… Öğrendiğimiz kadar öğretiyoruz.
Sevgiyle,
Yasemin Sungur






















