Pop Art Temsilcileri ve Eserleri

Pop Art’ı anlattığımız yazı dizimizin ikincisinde bu akımın temsilcilerine ve eserlerine değiniyoruz. Tabii merkezde yine Andy Warhol var.

Pop Art denildiğinde kimilerinin aklına medyatik bir karakter olmasından ötürü Andy Warhol gelir. Pop Art temsilcileri ve yaptıkları eserler üzerine bir şeyler söylemek gerekiyorsa öncelikle İngiltere’deki temsilcilerden biri olan Eduardo Paolozzi’den başlamak yerinde olacaktır.

Hayalperestliği ve fantezi düşünüşüyle, bizim parçalanıp bölünmüş uygarlığımıza benzeyen, bu modern dünyaya nasıl uyabileceğimizi incelemeye çalışmış ve bu düşünceyle kolaj eserler oluşturmaya başlamıştır. İngiltere’de üyesi olduğu “Bağımsız grup” sanatçılarından reklam, dergi, gazete, karikatür gibi hazır materyalleri sanata ilk kez malzeme olarak kullananlardan biridir. 1947 ve 1949 yılları arasında kırk beş parçadan oluşan “Bunk!” kolaj serisini ve “Bir zengin adamın oyuncağıydım” adlı eserlerini hazırladı. Eserlerinde hemen hepsi Amerikan dergi ve gazetelerinden kesilen tüketim maddelerinin, seks sembollerinin ve yiyecek reklamlarının temsili göze çarpmaktadır. Daha öncede belirttiğim üzere, modern uygarlıklardaki parçalanmışlık olgusunu kolajlarının ana temasıdır. Buna ek olarak gündelik yaşamda insanların maruz kaldığı imge bombardımanına da dikkatleri çekmek istemiştir.

Bunk! Kolajının en çok bilinen parçasında kaslı bir erkeğin sağ eliyle o dönemin lüks otomobilini kaldırdığını görürüz ve onun tam sağ tarafında bulunan “erkek üreme organı” ve bu organın içine hapsolmuş bir kadını görürüz, aynı zamanda adamın sağ eliyle kaldırdığı arabanın içinde seyahat etmeye çıkan bir aile bulunmaktadır.
Bu eserden yola çıktığımızda göze çarpan ilk olgu, toplumdaki erkek hegemonyasıdır. Erkeğin gücü, kadının ona bağımlılığı simgelenir gibidir. Paolozzi bu şekilde tüketim kültürünün ya da modern dünyanın acı gerçeklerini gözler önüne sermektedir. “Zengin bir adamın oyuncağıydım” adlı eserde de Paolozzi’nin çıkış noktası aynıdır. Yine paranın gücüne teslim olan insanlar ve maddi güçle her şeye sahip olan modern toplum insanının bir parodisi söz konusudur. Eserde yer alan silahın namlusundan çıkmış izlenimi veren toz bulutu içindeki “Pop” yazısı, sözcüğün ilk kez kullanılması açısından Pop Art için tarihi bir değere sahiptir.

Tartışmalı ABD Bayrağı
Jasper Johns Amerikan bayrağını değişik şekillerde bir tüketim ürününün sunulduğu gibi sade; ama sanatsal açıdan soyut dışavurumcuların yüz çevirdiği Klasik döneme özgü teknikle resmettiğinde ülkesinde büyük tartışmalara neden olacaktı. Johns’un eseri New York Leo Castelli galerisinde ilk kez sergilendiğinde eleştirmenler ve takipçileri ikiye ayrılmıştı. Johns bayrakla dalga mı geçiyordu yoksa onu yüceltiyor muydu? Kimi zaman el yapımı bayraklar gibi kimi zamanda ticari amaçla yapılmış ürünler gibi sergileniyordu. Johns’un eserlerinde bayrak, bazen eserin küçük bir bölümünde yer alırken bazen tamamında bazen de Amerika haritası şeklinde yer alıyordu. Johns Amerikan toplumunun benimsediği ve tüketim kültürü öğeleri gibi tüketilip yok olmayan, bilinçlerde sürekliliği olan bir nesneyi kullanmayı tercih etmişti.
1965 yılında David Sylvester, Johns ile yaptığı röportajda “Neden bayrakları, nişanları, haritaları, sayıları ve mektupları başlangıç noktası olarak belirlediğini” sormaktadır. Johns hepsinin önceden yapılmış, geleneksel, kişisel olmayan, olaylara ilişkin ve dışarıya ait elementler oluşunun seçiminde etkili oluğunu belirtmiştir. Buna ek olarak, kişisellikten ziyade dünyayı temsil eden öğeleri seçmesinin sebebi olarak sıradan ve geleneksel şeylerle ilgilenirken derin yargılara gerek duymadığının; ayrıca bu nesnelerin estetik hiyerarşiden yoksun açık ve net olgular olmasının etkili olduğunun altını çizmektedir. Johns bayrakları kullanmasına gelince, sanatçı bunu yaparken soyut dışavurumculuğun kişisellikle örülü sanat dünyasını yıkmak istemişti, bunun içinse toplumun sahiplendiği gündelik ve bir o kadar da sıradan bir nesneyi seçmişti. Öyle sanıyorum ki, Johns sanatında bayrağı kullanırken ve onu izleyenlerin gözü gözüne sokarken biraz da Amerikan hükümetinin kültür politikalarını eleştiri gibi görünmekteydi. Soyut Dışavurumcuların karmaşık desenlerinin arkasına saklanan devlet himayesi düşüncesi, Johns sayesinde gözler önüne serilmiş ve eleştirinin odağı haline gelmişti.


Yaşamdaki Saçmalıklar

Jasper Johns ile aynı zamanda eserler veren Robert Rauschenberg eserlerini meydana getirirken Johns’tan biraz daha farklı bir yol izlemekteydi. Özellikle “Factum I” ve “factum II” adlı resimlerinde hazır imgelerle soyut dışavurumculuğa özgü fırça darbelerini birleştirdi. Onun amacı insani olanla mekanik olanı aynı tuval üzerinde birleştirmekti. Eserinin üzerinde yer alan takvim, fotoğraf ve gazete parçalarıyla hayatımız da var olan mekanik unsurları, bunların arasına atılmış fırça darbeleriyle de sanatçının varlığını ve insani olanın haber vermektedir. Bu iki resim birbirinin aynısıdır, sanatçı tekrar olgusunu kullanarak birinci resimde şöyle bir bakılan olguları, ikincisi resimde insanların algılarına yerleştirmeyi amaçlamaktadır. Eserlerinde insanların bu mekanik ürünlerin arasında sıkışması, bunun sonucunda yaşamlarının bayağılaşması konularına yönelmiştir.

Richard Hamilton, 1956 yılında “İşte Yarın” adıyla düzenlenen sergi için hazırladığı “Günümüz evlerini bu denli farklı ve çekici yapan nedir” adlı afişte kendinden önceki sanatçılardan farklı olarak, toplumdaki bayağılığı, iğrençliği, teslim oluşu, ahlaki bunalımı, tüketim çılgınlığını, hızla ilerleyen değişimi ve absürtlüğü  açıkça ortaya koyarak insanlara yaşamlarındaki saçmalıkları göstermeye çalışmıştı.
Pop Art sanatçılarının aslında eserlerini ortaya koyarken sanatın köklerinden kopmadıklarını görüyoruz. Burada değişen malzeme yelpazesinin genişlemiş, bunun geniş kitlelere ulaşmak ve toplumsal mesaj vermek amacıyla yapılmış olmasıdır. Sanat ve iletişim araçları geleneksel olarak birbirinden ayrı tutulmaktaydı; Hamilton’un yapmak istediği modern yaşamın imgelerini yorumlamaya dayalı bir bilinçlilik yaratmaktı.

Claes Oldenburg, Pop Art’ın tuvallere ve kolajlara yansıyan fikirlerini devleştirerek toplumun dikkatini çekmesiyle tanınmaktadır. Oldenburg özellikle reklam sektörüne yönelerek nesneler hakkındaki geleneksel algıyı yıkmayı hedeflemiştir. Onun dev hamburgerleri, dondurmaları, sandalyeleri, şekerleri, sigaraları vs gündelik yaşamımızdaki yerlerini sorgularken aynı zamanda kudretli ve kutsal olana özgü büyüklük algısını sarsmayı amaçlamaktaydı. Sanatında bu büyük objelere yer vermesinin bir diğer sebebi ise Soyut Dışavurumculuğun duyguları gizleyen ve nesneler dünyasından kopuk olan sanat anlayışına karşı oluşan bir tepkidir. Ayrıca kullandığımız nesnelerin ne kadar farkında olmamızı ve onları aslında bizi sömüren devler olduğunu görmemizi istemektedir.

Seni Fordum’la Seviyorum
James Rosenquist de Claes Oldenburg gibi eserlerini reklamcılık fikrinden yola çıkarak meydana getirmektedir. Çalışmaları boyunca reklam tekniklerini özellikle bilboard tarzını incelemiştir. Yan yana konulmuş farklı paravanlar topluluğu gibi görünen eserlerinde birbirine benzemeyen imgeleri bir araya getirmiştir. Aynı tarzda oluşturduğu eserlerinden, “I Love You with My Ford” (Seni Ford’umla Seviyorum) ve “Industrial Cottage”  (Endüstriyel Kulübe) adlı eserlerine baktığımızda sanatçının resimleriyle insanlarda, sürekli kanaldan kanala geçen ve birbirinden alakasız imgelere maruz kalan kişilerin algısal boşluğunu ve bulanıklığını, yaratmak amacında olduğu düşünülebilir. Yukarıda bahsettiğim ilk eserde sanatçı, resmin en üstünde bir Ford arabanın ön tamponunu, ortasında yüzünün üst kısmı görünen bir kadını ve en altta da kıyma öbeğini görmekteyiz. Anlam açısından birbirinden farklı imgeler iç içe geçmiştir. Bu resmi ilk gördüğüm zaman ben de uyanan fikir şuydu “Maddi gücü elinde tutan ve resmin gizi kahramanı olan bir erkek, bu erkeğin maddi gücüyle tahakküm kurabileceği kadın ve bu güç altında ezilerek, bedenini etini bir ürün gibi sergileyen ve böylece tüketilen popüler kültür imgesi  haline gelen kadının araya sıkışmışlığı…” Politik içerik taşımadığı zaman bile Rosenquist’in yapıtlarının verdiği mesajlar arkadaşlarınınkine oranla daha açık seçiktir. Modern toplum insanının sığ arzularını, hayallerini aktarırken bundan duydukları mutluluğu da sorgulamaktadır.

Roy Lichtenstein tıpkı Andy Warhol gibi sanatında konu edindiği olayların ve sözlerin basitliğinden dolayı eleştirilmiştir. Resimli dergilerin dilini sanatına aktaran Lichtenstein Cézanne, Picasso, Mondrian ve geçmiş dönemlerin sanatçılarının eserlerini kendi üslubuyla tekrardan yorumlayarak kitle kültürünün bakış açısına indirgemiştir. Sanatçı dışavurumcu nitelikte büyük boyutlu birkaç dizi-resim yapmıştır. Bu resimler soyut dışavurumculuğu alaya alması olarak kabul edilmiştir. Çizgi romanlardan seçtiği bir kesiti alarak büyüten sanatçı, güncel ve popüler konu, olay ve kahramanları büyük bir yalınlık içinde sunmuştur. Etkilendiği toplumsal ve güncel olayları çizgi roman diliyle anlatmaya çalışmıştır.

Andy Warhol Bir Enteresan Adam
Buraya kadar sözünü ettiğim sanatçılar Pop Art’ın gelişimine ivme kazandırmış ve kamuoyunda bu sanata karşı ilginin artmasına katkıda bulunmuşlardır. Fakat Pop Art tarihindeki en büyük patlamayı Andy Warhol ile birlikte yaşamıştır. Bu enteresan adam yaptığı işlerle ilgi toplasa da eleştiri oklarından kendini kurtaramamıştır. Bunun en büyük sebebi aslında kendisidir daha doğrusu kendisi hakkındaki demeçleridir. “Bir makine olmayı istediğim için bu şekilde resim yapıyorum” ya da “Eğer Andy Warhol hakkında bir şey öğrenmek istiyorsanız, resimlerimin yüzeyine, filmlerime ve bana bakın” diyerek birçok insanın saygısını kazanırken kimileri tarafında da lanetleniyordu.

Warhol Pop Art sanatçıları arasında Kültür Endüstri ile yakın temaslar içinde olmuş, bu şekilde büyük servet elde etmiştir. O sanatın parayla olan ilişkisine sürekli vurgu yapan ve para olmayan sanatın olmayacağı sürekli dile getiren ender sanatçılardan biriydi. Hatta birçok kişi sırf bu açıklamalarından ötürü onun sanatçı olarak değil reklamcı olarak görüyordu. Birçok eleştirmene göre onun sanatının içi boştu sadece görünenden ibaretti zaten kendisi de bunu dile getirmiyor muydu?

Sanatçı bir süre sonra birçok kişide, eserlerini ikonlaştırma çabasında olduğu ve eserlerini seri üretim ürünleri olarak ortaya koyduğu kanaatini uyandırmıştır. Haklı oldukları durum çıkış noktasının sanatın seri üretimi yani fabrikasyon üretime indirgenmesiydi, öyle ki farklı alanlardan birçok sanatçıyı bir araya topladığı “fabrika” adını verdiği atölyesi onun sanatını seri üretimle özdeşleştirdiğini göstermekteydi. Buna ek olarak demeçleri de aslında yüksek kültürü ve sanatı önemsemediğini gösteriyordu. Öyleyse ben resimlerimin yüzeyindeyim, onların ardına bir şey gizlemedim diyen bir kişinin eserleri neden bu kadar ilgi topluyor ve ardındaki anlam didikleniyordu? Belki de Warhol’un asıl amaçladığı buydu, manipüle olmuş, aynılaştırılmış, verileni sorgulaman kabul etmesi sağlanmış insanlara onları bu duruma getirenler gibi basitçe hitap ederek gerçekleri insanlara göstermek istiyordu. İnsanlara beni gördüğünüz gibi algılayın derken belki de insanlarda ters psikoloji yaratmaya çalışıyordu. Yüzeye bakın derken aslında derine bakın demeye çalışıyordu.

Warhol’un para ve sanatı birlikte düşündüğü sanat anlayışı çok fazla eleştirilmiştir ve bugün Warhol dendiğinde ilk önce eleştirilen düşüncesidir. Özellikle Donald Kuspit, Warhol’un “Sanat kişisel kurtuluş vaadinde bulunan bir din değildir, para dininin bir koludur” sözünden yola çıkarak onun Pop Art eşittir Sanat eşittir Para (Pop Art=Sanat=Para) düşüncesini eleştirmiştir.


Sanat belirsiz olabilir; fakat para onu belirleyecek ticari güce sahiptir. Bu para-sanat diyalektiği, sanatı paraya çevirerek onunla dalga geçmektedir! Sanatın değerini düşürmektedir Sanatı diğer popüler ürünler gibi insanları tatmin etmekten uzaktır. Toplumsal ihtiyacı karşılamasına rağmen varoluşsal ihtiyaçları karşılamaz. Kuspit’e göre Warhol para ve sanatı eşitlemesi ile sanatın maneviyatını çalmıştı. Böylece Warhol’un sanatı öteki popüler kültür ürünleri gibi insanları tatmin etmekten uzaktır; çünkü toplumsal bir ihtiyacı karşılamasına rağmen varoluşa dair ihtiyaçları karşılamaz. Kuspit’e göre Warhol’un sanatı, maddi ve toplumsal başarıları çevreleyen cazibe halesini sömürür ve bunun varoluşsal bedelini göz ardı eder. Onun sanatı varoluşsal derinlikten yoksundur. Warhol’un aslında eserlerinde ünlüleri ve tanınmış markaları kullanması Benjamin’in dile getirdiği modern sanatın yiten “aura”sını akıllara getirmektedir. Benjamin bu kavramı sanatın özündeki halenin, huşu ve saygınlık özelliğinin yitişini belirtmek için kullanmıştır. Aura, Modern sanat öncesinde sanatın din ve ayinle, otoriteyle bağlantılı oluşu, buna ek olarak eserlere herkesin sahip olamaması, onların kişiden kişiye yıllar içinde aktarılması ve kültürel bir değere sahip olması sonucunda ortaya çıkan saygınlık olarak açıklanabilir. Bu bağlamda Warhol’un sanatında ölmüş ünlü isimlere yer vermesi ya da ünlü markaların ürünlerini malzeme olarak kullanması sanatın eksik olan aura’sını tamamlamaya yöneliktir. Ünlülerin ulaşılmazlığı ya da ürünlerin arkasındaki para gücü bir bakıma sanatında eksik olan saygınlığı ya da değeri tamamlamaktadır.

Sonuç olarak, Pop Art kendilerinden önceki sanat tarihinde çok az sanat akımının kısmen cesaret edebildiği şeyi yapmış ve bu defa gündelik yaşamı insanların kullandığı nesnelerden gündelik düşüncelere kadar her yönüyle sanatının çıkış noktası olarak belirlemiştir. Bu bağlamda, onlardan önce kısmen cesaret edilmiş Yüksek – Düşük sanat ayrımına tam anlamıyla saldırarak “Sanat nedir?” sorusunu yeniden yorumlamışlar ve içinde insanların her yönleriyle kendilerini buldukları bir sanat anlayışı ortaya koymuşlardır.


Modern sanatın tarihine baktığımızda Pop Art gibi birçok avangard sanat anlayışıyla karşılaşabiliriz; Pop Art bunlar arasında popüler kültür ile en yakın teması olandır. Pop Art’ın tek özelliği çağdaş toplumun iletişim araçlarını kullanarak bu günün bilgisayar çağı sanatçılarının eserlerine örnek zemin hazırlamış olmasıdır. Pop Art ve günümüz sanat akımları gündelik yaşamı ve nesneleri artık sanatın olmazsa olmazı olarak görmektedir. Yani
sanat günlük yaşama göbek bağıyla bağlanmıştır; onunla beslenmektedir. Günlük yaşamda aşina olduğumuz nesneler de böylece müzelerde, galerilerde yerlerini almıştır. Bizlere yaşadığımız her anın ve sahip olduğumuz her nesnenin farklı bakış açılarıyla farklı değer kazanabileceğini kanıtlarcasına.

Yararlanılan Kaynaklar:
BÜRGER, Peter
Avangard Kuramı, İstanbul, İletişim Yay., 2007

FOSTER, Hal
Gerçeğin Geri Dönüşü; Yüzyılın Sonunda Avangard, Çev. Esra Hoşsucu, İstanbul, Ayrın Yay., 2009

GOMBRICH, E. H.
Sanatın Öyküsü, İstanbul, Remzi Kitapevi, 2007

LYNTON, Norbert
Modern Sanatın Öyküsü, İstanbul, Remzi Kitapevi, 2009

Önceki İçerikPati Ev Projesi
Sonraki İçerikSorun Çözme Becerisi Kişiyi Farklılaştırır

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz