Bugünlerde “Stüdyo Canlı” adlı online eğitim platformunda Dört Anlaşma kitabından esinlenerek oluşturduğum “Hayatla Anlaşmak” adlı eğitimi veriyorum. Bu eğitimi verirken aslında ne kadar önemli olduğunu bir kez daha kavrıyor ve bunu içselleştiriyorum.
Neydi dört anlaşma? Meksika yerlilerinin Toltek bilgeliği adı verilen kadim bilgilerinden yola çıkan, insanın zihinsel dinginliğine ve mutluluğuna hizmet eden bir öğreti.
- Söz büyüdür. Sözlerinizi arı, duru ve eşsiz hale getirin.
- Hiçbir şeyi kişisel algılamayın.
- Varsayımda bulunmayın.
- Mevcut şartlar içinde elinizden gelenin en iyisini yapın.
Kitapta sizi vuran ve müthiş etkileyebilecek güçlü cümleler var. Leonardo de Vinci “Basitlik mükemmelliğin nihai halidir” der ya, bu da öyle. Basit ancak muhteşem öneriler. Örneğin:
“Çocukluğumuzdan itibaren bize öğretilenler vardır. Herhangi bir şeye inandığımız andan itibaren onunla aslında bir anlaşma imzalarız. Bu anlaşmalara da zihin kanıtlar bulmak için çabalar durur.”
Dört anlaşmayı uygulayabildiğimiz andan itibaren hayatımızda birçok aksiliğin düzeldiğini deneyimlemiş biri olarak bunu ülkemize uyarladığımızda iyi sonuçlar vereceğine dair bir düşüncem oluştu. Bu bir varsayım ancak düşüncesi bile hoşuma gitti.
Şöyle bir ülke hayal etsenize: Herkes birbirine özenli kelimelerle sesleniyor, iletişim kuruyor. Siyasetçisinden sokaktaki vatandaşa kadar herkes samimi, dürüst ve nazik. Ardından kişilere değil, konulara odaklandığımız bir ülke hayal edelim. Kişileri suçlamak yerine, sorunları nasıl çözeceğimizi konuştuğumuz, birbirimize dikkatli, duru kelimelerle hitap ettiğimiz bir ortam. Yine yaşadığımız sorunlarda, tahminlerde bulunmak yerine, soru sorarak, öğrenmeye çalışarak, konuya odaklansak. Çözümler arasak hep beraber.
Ve son olarak bu ülkede herkes elinden gelenin en iyisi olacak şekilde işini yapsa. Özenli, itinalı olarak sorumluluklarını yerine getirse.
Hiçbir şeyi -mış gibi yapmasak.
İş kalitemizle dünya çapında örnek olsak. “Ne kadar köfte o kadar ekmek” sözünü uzaklara fırlatsak, bir daha hiç dönmese.
Mehmet Akif Ersoy’a ithaf edilen bir hikaye vardır. Üstâd Almanya’ya gider ve dönüşte dostları Almanya’yı nasıl bulduğunu sorar. Ersoy “İşleri var dinimiz gibi, dinleri var işimiz gibi” der. Ne kısa ve öz bir anlatım.
Yaşadığımız bunca aksaklık, zorluk, çile sadece dört küçük ancak çok etkili yöntemle iyileşebilir mi?
Bana olası geliyor, siz ne dersiniz?
Anıl Akın