Günümüzün tüketim dünyasında, insanlar kitleler halinde gereksiz satın alma davranışının âdeta esiri olmakta, kendilerini olmadıkları bir kişilikte göstermekte, yaşamadıkları bir mekâna ait olduklarını zannetmekte, mükemmel (!) ilişkilerinin olduğu vurgusunu yapmakta, sosyal medyaya koydukları fotoğraflarını bile kusursuzlaştırmak için birbirleriyle yarışmaktadırlar. Çünkü başkalarını etkileyebilmek, iyi ve farklı izlenimi bırakabilmek için beyhude çaba harcama hastalığına yakalanmışlardır. Bu insanlar, sırf gösteriş yapmak için satın almakla kalmayıp, tükettikleri şeylerle de aslında gerçekte kendilerinin de inanmadıkları bir illüzyonun içinde var olmaya çalışmaktadırlar.
Mükemmel ve kusursuz görünme algısının dayatıldığı günümüzde, deyim yerindeyse bir tüketim çılgınlığı yaşanmaktadır. Kapitalizm bize eskiyen ve işe yaramayan şeylerin atılmasını ve yerine –ihtiyacınız olmasa bile- hemen yenisini almanız gerektiğini söyler. Şayet sizin de sandalyeniz eskimiş, tencerenizin kulpu düşmüş, halınızın desenleri solmaya başlamışsa, bu eşyalarınızı hemen atıp yerine yenilerini almaktan başka seçeneğiniz yokmuş gibi düşünürsünüz. Kullandığınız telefonun bir üst modeli çıktığında ona sahip olmak istemenizin, giydiğiniz kot pantolon henüz üç ayını doldurmadan, e-ticaret sitelerinin reklam çılgınlığına kapılarak sırf indirimde (?) olduğu için onlarca kıyafet almanızın, sosyal medyada gördüğünüz için düğünden düğüne kullanacağınız bir makyaj paletini deli gibi arzulamanızın temelinde yatan şey, tüketim ve kapitalizmin ortak felsefesidir: “Daha yenisi, her zaman daha iyidir.”
Sizce de öyle midir?
Kapitalizm bir şey eskidiğinde, kırıldığında veya bozulduğunda, at ve yenisini al, der. Peki kalbimiz kırıldığında atmamız mümkün müdür? Yahut terkedilişlerin, aldatmaların, ihanetlerin acısıyla paramparça olmuş bir kalp, yerinden sökülebilir mi, değişim kartı versek, başka birininkiyle değiştirilebilir mi?
Tüm bu düşünceler ve bugünün ‘mükemmel görünme hastalığı’na karşı duyarsız kalamayışım, beni bambaşka bir felsefeye sürükledi: Yüzyıllar önce Japonların edinmiş olduğu Kintsugi sanatı ve felsefesine.
Kintsugi nedir?
Bu kelimeyi hiç bilmeyenler için biraz açmak isterim:
Kintsugi (金 継 ぎ); altın manasına gelen “kin” ve birleştirmek, onarmak, iyileştirmek, doğramak anlamına gelen “tsugi” kelimelerinden oluşmaktadır. Japoncada “tsukuroi” ise tamir etmek anlamına gelir. Dolayısıyla sözcük anlamı olarak ‘altın kullanılarak onarma’ şeklinde düşünebiliriz. Bu onarma işlemi sadece altın veya altın tozuyla değil, gümüş, platin ve bunların tozlarından da yapılabilmektedir. Bu yüzden Japoncada sadece gümüşten yapılanına “gintsugi” denmektedir.
Kintsugi sanatı nasıl ortaya çıkmıştır?
Kintsugi, genellikle seramik olan objelerin kırıldıkları yerlerden, altın tozu ve reçine karışımı ile tamir edilmesi işlemidir.
Kintsugi’nin öyküsü, 15. yüzyılın sonlarında Japon hükümdarı Askikaga Yoshimasa’nın (1449-1473), en sevdiği Çin yapımı olan çay kâsesinin kırılıp, tamir edilmesi için Çin’e gönderilmesiyle başlar. Ancak komutan, Çin’den gelen kâsesinin kırık parçalarını birleştirmek için çirkin metal zımbaların kullanılmış olduğunu görünce dehşete düşer ve Japon ustalarını daha uygun bir çözüm bulmaları adına yönlendirir. Bunun sonucu olarak Japon zanaatkârlar, kırılan parçayı eskisi gibi hatta eskisinden daha da güzel gösterecek bir onarım tekniğini geliştirirler. Böylelikle seramiğin hasarlı çatlaklarını altın ile doldurarak onarma sanatı olarak kabul edilen Kintsugi yöntemini geliştirmiş olurlar.
Kintsugi felsefesi ne anlama gelmektedir?
Kintsugi sanatının ortaya çıkmasıyla, Japonlarda Kintsugi felsefesi de benimsenmeye başlanmış; bu felsefe ile kırılan objeleri daha da kıymetlendirme anlayışı gelişmiştir. Dolayısıyla bu felsefeye göre kırık eşya, hemen süpürülüp atılmaz, onarılır, kırık yerlerinden yeni bir güzellik ortaya çıkması sağlanır ve çöpe atılması engellenerek yeniden kullanılır hâle getirilir. Üstelik eski hâlinden de daha değerli olur.
Burada dikkate alınması gereken bir nokta da Kintsugi’nin kırılan yerleri onardığı fakat izleri gizlemediği gerçeğidir. Wabi-Sabi anlayışına dayanan bu bakış açısı; hayattaki hiçbir unsuru kusur olarak ele almaz; aksine bu yaklaşıma göre hayat içinde barındırdığı her unsuru ile çok kıymetlidir. Benzer düşünce şekli, İslam’da ve tasavvuf anlayışında da vardır.
Kintsugi felsefesi, zamanla yalnızca eşyalar için değil, insan ilişkileri için de kullanılır olmuştur. Çünkü Kintsugi, bize içimizdeki kırıkları da güzelleştirerek onarmayı öğretir. Bu yüzden de bu felsefe sadece bir zanâat değil, kırığı gizlemek yerine ortaya çıkaran, aldığı yaralarla daha güzel hâle gelen ve içinde umut da barındıran bir anlayış biçimini sunar bizlere.
Peki bir şey, kırıldıktan sonra çok güzel olabilir mi?
Bir kalp, parçalandıktan sonra, daha güçlü kalabilir mi?
Hepimiz beşeriz; hata yapabiliriz, çünkü mükemmel olmak zorunda değiliz. Önemli olan yanlışımızın farkına varıp yüzleşerek, daha güçlü bir şekilde yola devam edebilmektir. Burada amaç, gerçek değeri ortaya çıkarmaktır. Şayet parçalanan, bizim kalbimizse, mutlaka öğrendiğimiz bir şeyler vardır. Kalbimizin kırılan, dağılan yerlerini birleştirecek olan altın tozu, bizim inancımız, cesaretimiz, umudumuz ve yola devam etme kararlılığımızdır. Çünkü kalp bir kere kırıldı mı, ilişkilere yaklaşma biçimimiz değişir, verdiğimiz savaş, bizim bugünkü kişiliğimizi daha sağlam kılar. Kırıldığımız yanlarımız bizi daha güçlü yapan taraflarımızdır aynı zamanda.
Günümüzün tek kullanımlık kültüründe, bir şey kırıldığında onu yapıştırmak veya onarmak yerine o şeyi atmaya yönlendiriliyoruz. Çünkü sistem bize daha yeni olanın, daha iyi olduğunu empoze etmeye devam ediyor ve buna ilişkilerimizi de dahil ediyoruz.
Hatırlarsanız, siz yara aldığınızda veya büyük bir kırgınlık yaşadığınızda buna sebep olanlar, bunu umursamazlar ve bir süre sonra da sizin yerinizi bir başkası alır. Çünkü onlar için de aynı şey geçerlidir: “Yenisi, daha iyidir.” Yaralar, bazen de alınmış olan yanlış kararlardan dolayı açılır ve ne yaparsanız yapın zaman geriye dönmez. O hatayı hiç yapmamış gibi devam etmek isteseniz de bir şekilde mutlaka hatırlatır kendini size. Kalbinizin içinde bir yerlerde batmaya devam eden ve sizi acıtan cam kırıkları da olsa, aslında bir şeyler değişmeye başlamıştır. Yara almış parçalarınızdan vazgeçmeden, kendinizi tüm düş kırıklıkları ve kalp yangınlarına rağmen sevmeye devam ettiğinizde, kendi kendinizin Kintsugi’sini inşa emiş olursunuz.
İyisiyle kötüsüyle tüm yaşanmışlıklarınız ve kusurlarınız sizin izlerinizi taşır ve artık parçaları birleştirme vakti gelmiştir. Çünkü görüntüde kırılmış şeyler ve kırgın taraflar, aslında daha da değerlenmiştir, kendilerine bambaşka anılar katmışlardır. Onarım tamamlandıktan sonra da eskisinden bile güzel olur insan… Ortaya çıkan, altın tozuyla parçaları birleştirilen bir seramik tabak da olsa, kalbinin kırık taraflarını kendini kucaklayarak saran insan da olsa, ikisi de aynı yolda buluşmaktadır. Onların değeri ve özgünlüğü, kendi kırılmışlıklarındandır.
Yaşadıklarımız geçmiş de olsa izleri üzerimizde kalır.
Belki de daha güçlü olmak için bazen yara almak gerekir. Üzerine tuz basılmış, günlerce uykusuzluğunuza sebep olmuş, bıçak kesiği gibi izler bırakmış bir yara… Üzüldüğümüz yanlarımız, kırgınlıklarımız, aslında bizi kendimize getiren altın tozlarımız değil mi? İşler karmaşık bir hâl aldığında sabırla mücadele etmeye karar vermemiz yahut parça parça olmuş kalbimizin derin arızalarını güçlü ve umutlu olmaya çalışarak onarmamız değil mi bizim ustalığımız…
***
Kusursuzluğa, yeniye, tüketmeye ve genç olmaya tapılan bir dönemde, Kintsugi kendi bilgeliğini korumaya devam etmekte, yıkımların bir ‘son’ olmadığını, aksine kırılan yerlerden daha değerli bir şekilde ayakta kalınabileceğini öğretmektedir.
Bazı kırılmalardan sonra, parçaları teker teker biraraya getirip, uzun süre emek harcayarak toplamaya çalıştığınızda ortaya çıkan şey, sizin izlerinizi taşıdığı için eskisi gibi değildir. Eskisinden daha değerlidir.
Çünkü Celaleddin Rumi’nin dediği gibi, “Aldığın yara, ışığın sana akacağı yerdir.”
Kaynak ve İleri Okuma İçin:
Gopnik, B., (2009), Golden Seams: The Japanese Art of Mending Ceramics
Lippke, A. C., (2010), “In Make-Do Objects, Collectors Find Beauty Beyond Repair” , New York Times online page, https://www.nytimes.com/2010/12/16/garden/16makedo.html
Ünal, S., (2014), Göstergebilimsel Açıdan Sembolik Tüketim, Detay Yayıncılık, Ankara.