Ön Yargılarım Bana Ne Söylüyor?

Hepimizin zihninde görünmeyen bir mahkeme kurulu var. Göz açıp kapayıncaya kadar karar veriyor, yargılıyor, etiketliyor. Bazen bir bakışa, bazen bir kelimeye, bazen bir sese bile tahammülsüzleşiyoruz. Oysa çoğu zaman farkında bile değiliz; bu hızla geçen düşünceler, aslında yıllar içinde zihnimizde yer etmiş ön yargıların yankıları. Bir başkasını tanımadan hüküm vermek kadar, kendimize karşı acımasız yargılarla yaşamak da bizi sessizce sınırlandırıyor.

Filin Kuyruğu mu, Hortumu mu?

Altı tane kör adamı bir filin farklı yerlerine yerleştirirler. Onlardan elleriyle fili tutmalarını ve neye benzediğini tarif etmelerini isterler. Körlerden bir tanesi filin kuyruğunu tutmuştur ve şöyle söyler: “Fil bir halata benziyor.” Bir diğeri filin hortumunu tutmuştur ve şöyle der: “Fil iri bir yılana benziyor.” Üçüncüsü filin dişlerini tutar ve şunları söyler: “Fil bir mızrağa benziyor.” Dördüncü kör filin gövdesini tutmuştur, o da şöyle der: “Fil bir duvara benziyor.” Beşinci kör filin kulağını tutar: “Fil büyük bir yelpazeye benziyor.” Altıncı kör ise filin bacağını tutmuştur ve fili şöyle tanımlar: “Fil bir ağaca benziyor.” Budist öğretilerden çıkmış bu çok sevdiğim öykü, ön yargılarımızı ne kadar da güzel anlatıyor.

Eşitlik Ön Yargıları Kırmakla Başlar

Geçen ay, 29 Mayıs’ta ‘Sosyal Etki Zirvesi’ne katıldım. Yasemin Sungur önderliğinde, benim de gönüllüsü olarak çalıştığım ‘Hayat Boyu Gelişimdeyiz Platformu’, etkinliğin bir paydaşıydı. “Eşitlik, ön yargıları kırmakla başlar” sloganıyla düzenlenmiş bu zirveyi çok anlamlı ve etkili buldum. Eşitsizlik, ötekileştirme ve ön yargılara karşı şeffaflık, savunuculuk ve birliktelik kavramları üzerine gönüllülerin değerlendirmelerini dinledim. Bu vesileyle ön yargılar konusunda daha çok düşünmeye ve kafa yormaya başladım son günlerde. Zaten koçluk çalışmalarımda da şahsi gündemimde de hep üst sıralarda olan bir mevzudur. Önce kişisel hayatlarımızda sonra toplumsal olarak hep güncel tutulması gereken bir mesele olduğuna inanıyorum.

Her Düşünce Bir Yargıdır

‘Ön Yargı’ TDK’da nasıl tanımlanmış? Bir kimse veya bir şeyle ilgili olarak belirli şart, olay ve görüntülere dayanarak önceden edinilmiş olumlu veya olumsuz yargı; peşin yargı, peşin fikir, peşin hüküm. Bir de ‘Yargı’ kelimesinin tanımına bakalım; kavrama, karşılaştırma, değerlendirme vb. yollara başvurularak kişi, durum veya nesnelerin eleştirici bir biçimde değerlendirilmesi; hüküm. Görünüşe göre ön yargılardan önce ‘YARGI’larımıza temas etmemizde fayda var.

Aslında bizim her bir düşüncemiz bir yargıdır diyebiliriz. Sadece yoruma açık, subjektif düşüncelerden bahsetmiyorum. Zihnimizden geçen her fikir, her yorum, her algı esasen bir yargı. Doğrularımız, değerlerimiz, koşullanmalarımız hep yargılarımızı oluşturuyor. Yargılarımız, küçük bir çocukken ebeveynden, aile büyüklerinden, okuldan, toplumdan gördüklerimizle, duyduklarımızla, deneyimlediklerimizle yapılanıyor. Ve Don Miguel Ruiz’in deyimiyle, zamanla bir ‘ANAYASA’ gibi yerleşiyor zihnimize. Sonrasında herkese, her şeye, dünyaya her zaman o anayasanın filtresinden bakmaya ve yorumlamaya başlıyoruz. Anayasamıza uygun olan ne varsa onaylıyor, uygun olmayanları eleştirme, yargılama hakkı buluyoruz kendimizde. Ve deneyimlerimizde, yasalaşmış düşüncelerimizin (yargılarımızın) hemen devreye girip ‘ön yargı’ olarak tepki verdiğini görüyoruz.

Kendimize de Ön Yargılıyız

İşte zihnimizden gün içinde geçebilecek binlerce düşünceden (yargıdan) birkaç örnek:

Buzlu içersen boğazların şişer. (Bu gerçekten doğru mu?)

Yeni başlayan memurun bebeği var, işlere konsantre olması çok zor. (Bu peşin hüküm nereden geliyor?)

El işlerinde becerikli değilim, seramik kursuna gitmeyi çok istesem de yapamam. (Denedin mi? Elinden geleni yapıp zevk almak bir seçim olamaz mı?)

Bu yaşta bu kadar renkli giyinmesi hoş değil. Ben giymem. (Kime göre, neye göre? Tabii ki senin kendi anayasana göre.)

Dikkatinizi çekiyor mu? Diğerlerine olduğu kadar kendimize de ön yargılıyız aslında. Belki de başkalarından daha fazla. Kendi yargılarımızla kendi önümüzü tıkıyor, hayatımızı sınırlandırıyoruz. Her şeye kendi penceremizden baktığımızı, gördüklerimizi kesin doğrular sandığımızı, bunun bir yanılgı olduğunu fark edebilsek…

Her İnsan Kendi Hikâyesinde Yaşar

Don Miguel Ruiz’in Beşinci Anlaşma kitabında bahsettiği bir sinema metaforu vardır. Bir sinema salonuna giriyorsun, bir kişi dışında salon bomboş. Perdeye baktığında filmdeki karakterleri tanıyorsun; annen, baban, kardeşin, eşin, çocukların, vs. Ve sürpriz! Başrol oyuncusu sensin. Bu senin hikâyen ve salonda filmi izleyen de sensin. Baş karakter tabii ki tam senin kendini bildiğin gibi, diğer karakterler de öyle. Sonra başka bir salona giriyorsun. Bu, annenin başrolde olduğu bir film. Ve salonda filmi izleyen tek kişi de annen. Fakat annenin, senin filmindeki anne karakteriyle aynı olmadığını görüyorsun. Onun kendisini yansıtma biçimi kendi filminde tamamen farklı. Ve senin çehreni taşıyan kişi de senin filmindeki insan değil. “A, bu ben değilim” diyorsun. Sonra annenin seni nasıl algıladığını, seninle ilgili inançlarını görebiliyorsun ve bunların kendine dair inançlarınla alakası yok.

Bir sonraki salonda ise sevdiğin insanın hikâyesi oynuyor. Ve şimdi de sevgilinin seni algılama biçimini görüyorsun. Bu karakter, senin ve annenin filmlerinde oynayan senden çok farklı. Ayrıca sevgilinin kendini yansıttığı hali de senin onu algıladığın halden farklı. Şu gerçek ki, insanlar kendi filmlerinde, kendi hikâyelerinde, kendi dünyalarında yaşar. Tüm inançlarının yatırımını o hikâyeye yapmışlardır ve o hikâye onlara göre gerçektir. Ancak bu görece bir gerçektir. Çünkü sana göre gerçek farklıdır. İnsanların hakkında düşündükleri ne varsa, aslında ‘onlardaki sen’ imgesi üzerine kuruludur ve o imge sen değilsindir. Don Miguel Ruiz’in bu anlatımı ön yargı farkındalığını bence çok net ortaya koyuyor.

Sevgi, Ön Yargının Zıttıdır

Martı Kitap Kulübü Şile kitapdaşlarımızla geçen aylarda İnsan Neyle Yaşar adlı kitabı okuduk. Tolstoy, kitabına ismini veren “İnsan Neyle Yaşar” sorusuna cevap aramış ve doğru cevabın “SEVGİ” olduğunu vurgulamıştır. İnsan, kendine ve başkalarına duyduğu sevgi ile yaşar, anlam bulur. Bu kitaptaki öyküler tamamen sevgi, saygı, empati, anlayış, dayanışma ve hoşgörü temaları üzerine kuruludur. Sevgi ön yargının zıttıdır, panzehiridir. Sevgi, bütün yargıların, korkuların ve sınıflandırmaların ötesinde bir hakikattir. Ön yargı yanılgı doğurur. İnsanın özünü ise sevgi, şefkat ve anlayış ortaya çıkartır.

Gizli Yargılarla Yüzleşmek Mümkün mü?

Harvard Üniversitesi’nin Implicit Association Test (IAT) adlı bir araştırması var. Burada anketler ve deneyler üzerinden bilinçdışı (örtük) ön yargılar inceleniyor. İnsanların ırk, cinsiyet, yaş gibi kategorilere dair farkında olmadıkları ön yargıları ölçümleniyor. Örneğin katılımcılara farklı etnik kökenlerden yüz fotoğrafları ve olumlu/olumsuz kelimeler gösteriliyor. Görev, bu görsel ve kelimeleri mümkün olan en hızlı şekilde eşleştirmek. Sonuç; birçok katılımcı siyah yüzleri olumsuz kelimelerle, beyaz yüzleri olumlu kelimelerle daha hızlı eşleştiriyor. Aynı durum cinsiyet (kadın=duygusal, erkek=mantıklı) ve yaş (yaşlı=yavaş genç=enerjik) gibi alanlarda da görülüyor.

Bu deneyi ben de IAT sitesine girip uyguladım. Ve şaşırarak gördüm ki, uzun yıllar kurumsal şirketlerde yöneticilik seviyelerinde çalışmış bir beyaz yakalı olan ben bile, hızlıca cevap verirken, kadın isimlerini daha çok aile, erkek isimlerini kariyer ile eşleştirdim. Oysa ‘buna cevap vermiyorum’ hakkını kullanabilirdim. Ah o içeriden istemsizce fırlayan yargılarımız…

Siz de bu link ile testi deneyimleyebilirsiniz.

Ne Yapabiliriz?

Ön yargılardan tamamen arındım demek kolay ama gerçek şu ki, zihnimiz çalıştığı sürece yargılar da var olacak. Peki daha az ön yargılı olmak için ne yapabiliriz?

  1. Otomatikleşmiş ön yargılarımızın farkına varalım.
  2. Bizi en çok rahatsız eden düşünceleri ve kişileri not edelim.
  3. Bu düşüncelerin bize gerçekten hizmet edip etmediğini sorgulayalım.
  4. Sözlerimize dikkat edelim. Önce bir “es” verelim.
  5. Empati kasımızı çalıştıralım.
  6. Farklılıklarla temas edelim.
  7. Öz şefkat geliştirip önce kendimizi sevelim.

Ön yargısız diyemeyiz belki ama daha hoş görülü ve anlayışlı olduğumuz, nezaket çerçevesinde iletişim kurduğumuz, sevgi, saygı ve şefkat duygularını çoğalttığımız, ön yargıları azalttığımız bir dünya mümkün.

Birlikte mümkün…

 

 

 

Önceki İçerikKendi Ritmini Bulmak
Sonraki İçerikMartı’da Kültür Sanat Etkinlikleri
Pınar Aykol
Okumak çocukluğumdan bu yana zihinsel ve ruhsal besin kaynağım, yazmak orta yaş sorgulamalarımı içine akıttığım, hayatta anlam ve şifa bulduğum en kıymetli alanım, okuduklarımı kitapdaşlarımla paylaşmak ise son yıllarda tadına vardığım hayattaki en büyük zenginliklerimden oldu. 1992 yılında Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi bölümünü bitirip ardından 24 sene süresince kurumsal şirketlerde çalıştıktan sonra hayatın benden beklentilerini karşılamayı bırakıp ‘ben bu hayatta gerçekten ne istiyorum?’ sorusuyla ilgilenmeye karar verdim. Bu sorunun beni çıkardığı yolda bir yandan kendi bireysel ve ruhsal dönüşümümle ilgilenirken son 4 senedir koçluk ve mentörlük çalışmalarımla benzer sorgulamalarda olan yol arkadaşlarıma da rehberlik etmeye çalışıyorum. Aynı zamanda kıymetli hocam Yasemin Sungur’dan aldığım eğitimle Martı Kitap Kulübü - Şile Liderliğini ve Martı Dergisi Aylık Yazılarını da hayatıma katmış bulunuyorum. Kitapdaşlarımla, Martıdaşlarımla sevgiyle birbirimize ilham olmak niyetiyle…