Okurun Gözünden Bizi Yeryüzüne Bağlayan Hikayeler, Bülent Şık

“Bizi hayatta tutan başkalarının elleridir ama bizim ellerimiz de başkalarına hayat verir.” 

Covid-19 pandemisi nedeniyle evlerimize kapandığımız, ‘ilk kapanma’da bir yandan film izleyip evde ekmek yapma denemeleri içindeyken bir yandan da doğayla olan ilişkimizi gözden geçirdik. Hızla akıp giden yaşamlarımızda, her gün tükettiğimiz şeylerle doğaya ne yaptığımızı fark ettiğimiz pek çok an oldu.  Biz evdeyken doğanın hızla kendine geldiğinin haberlerini okuduk.

Doğayla ilişkimizi yeniden değerlendirirken neyi kerteriz alacağız diye düşündüğüm bir anda bianet’teki yazılarından da takip ettiğim gıda mühendisi, Mutfaktaki Kimyacı Bülent Şık’ın Bizi Yeryüzüne Bağlayan Hikâyeler isimli son kitabıyla karşılaştım.

Kitapta, her biri bilimsel çalışmaların eşliğinde “Yeryüzü Manzarasına Açılan Pencereler”, “Yeryüzüne Uzaktan Bakmak” ve “Yeryüzü Manzaralarına Eşlik Eden Hatıralar” olmak üzere üç farklı başlık altında doğa-insan ilişkisi üzerine pek çok hikâye anlatılıyor. 

“Yeryüzü Manzarasına Açılan Pencereler”

Okuru, ilk bölümde yeryüzünün farklı coğrafyalarındaki canlılar ve yaşam biçimleri, aralarındaki bağlarla buluşturan Şık, bağları kopardığımızda ya da bağlarla ilişkimiz konusunda umursamaz davrandığımızda ne gibi sıkıntılarla karşılaştığımızı gözler önüne seren, kimi zaman deniz aşırı kimi zaman denizlerin altından kimi zaman da evimizden hikayelerle buluşturuyor. Okur olarak kendinizi adeta yeryüzü turuna katılmış gibi hissediyorsunuz. Yalnız bu turun farkı, rahatınızı kaçırmak için yapılıyor olması. Şık, bunu yer yer bile isteye yapsa da   yeri geldiğinde sadece olanı olduğu gibi göstermesi bile rahatınızın kaçmasına yetiyor. Doğanın, yeryüzünün hikayesini anlatırken her bir canlının kendi evreninde yaşadığı sıkıntılarını da ayrıca aktarıyor.

Binlerce kilometre yol giden ürünleri, geldikleri yerde tüketemeyen insanlardan, o ürünler onca yol kat ettiği için taşınan hastalıklar derken günümüz üretim sistemini de doğa-insan ilişkisi bağlamında tartışmaya açan Şık, doğayla ilişkimizi yeniden düzenlerken yapmamız gerekeni: “Öyle bir çağa ya da döneme girdik ki büyüme, çoğalma ve yatırım gibi kavramların ekolojik açıdan yol açtığı olumsuz sonuçların öne çıkarılması gerekiyor. Var olan çoğaltma, çeşitlendirme, büyütme üzerine değil onarma, dönüştürme muhafaza etme üzerine kafa yormamız gerekiyor daha çok” şeklinde özetliyor. Önümüzde duran ve çözüm bekleyen en acil sorunun ‘su krizi’ olduğunu aktaran Şık, tarımsal üretim kullanılan pestisitlerin de ekolojik yaşam dengesinin korunması için çözülmesi gereken   problemlerin başında geldiğinin ısrarla altını çiziyor.

“Yeryüzüne Uzaktan Bakmak”

İkinci bölümde göklere çıkıyoruz.  1950’li yıllardan bu yana yapılan uzay çalışmalarından elde edilen bilgilerin en çok da dünyadaki hayata ilişkin bilgilerimizi çoğalttığına dikkati çeken Şık, dünyada işler yolunda gitmediğinde “uzayda başka bir yerde yaşam mümkün mü?” sorusunun peşine takılarak Mars’ta hayat arayışımızın, Dünya’yı ihmal edişimizin yer yer geri dönüşü olmayan sorunlara nasıl yol açacağını/açtığını örneklerle dile getirirken, gitmeyi değil kalıp problemlere birlikte çözüm üretmenin yollarını aramayı öneriyor.

“Sadece gitmenin, yolda olmanın değil, kalmanın ve önündeki manzaraya bakmanın da ufku genişleten bir yanı olduğunu fark edeceğiz belki. Başka türlü bir hayat mümkün ve başka bir gezegende de değil, burada, Dünya’da.”

“Yeryüzü Manzaralarına Eşlik Eden Hatıralar”

Üçüncü bölüm, “Bitmemiş salgının güncesiyle” açılıyor. Dünyayı kasıp kavuran salgını her ülkenin ancak kendi sınırlarını aşıp ölümler sıklaşmaya başladığında ciddiye aldığını bir kez daha okurken, Dünya Sağlık Örgütü’nün de ara ara çıkardığı yayınlarda küresel ölçekte etkili olacak bir salgın tehlikesine sürekli dikkat çektiğini öğreniyoruz.

Kitapta, kitlesel-endüstriyel hayvan yetiştiriciliği sektörünün dünya genelindeki yaygınlığı nedeniyle hastalık etkenlerinin bulaşması, çoğalması ve özellikle de virütik etkenlerin çeşitli mutasyonlar geçirerek nihayetinde insanlarda salgın şeklinde seyredecek hastalıklara yol açması ihtimallerinin her geçen gün arttığı koşulları nasıl düzeltebileceğimize ilişkin öneriler de sıralanıyor:

“-Doğal yaşam alanlarının ve özellikle de sulak alanların tahribatının önlenmesi,

  • yaban hayatın korunması,
  • iklim krizi üzerine onarıcı etkileri olan, biyoçeşitliliği güvence altına alan, bitkisel üretim ile hayvan yetiştiriciliği faaliyetinin iç içe yapıldığı agroekolojik tarımsal üretim yöntemlerinin bir kamu politikası olarak benimsenmesi ve desteklenmesi…… “

“Gidecek Başka Bir Yer-Yüzü De Yoktur”

Şık, Bizi Yeryüzüne Bağlayan Hikayeler‘i, kimi yerde istatistiklere, rakamlara yaslanarak kimi yerde de ortak evrensel duygu ve değerlerimizin ekseninde anlatıyor.  Kitaptaki hikayelere, kendi araştırmalarının yanı sıra ülkemizin ve dünyanın değişik ülkelerindeki bilim insanlarının araştırmaları kaynaklık ediyor.  Dünya üzerinde her geçen gün nesilleri tükenen böceklerin, kurbağaların, arıların ve kuşların bizi yeryüzüne bağlayan hikayeleri bir yerde bizi, “yağmur ormanlarının” yok oluşuyla artık anlatılamayacak olan başka hikayelere bağlıyor.

Kitaplar, filmler, belgesel filmlerin de eşlik ettiği hikayeleri okurken; içinizi kırgınlık, kızgınlık, yetersizlik, acı, öfke, çokça sorunun ardından bir başka hikayeyle birlikte iki kayanın arasından fışkıran çiçeği gördüğünüzdeki çocuksu mutluluk da kaplıyor.

Bizi Yeryüzüne Bağlayan Hikâyeler’de yazar Bülent Şık, bütün yaşam serüveni Dünya adını verdiğimiz bu küçük gezegende geçecek olan bizlerin Dünya’yla kurduğu -halihazırdaki haliyle- sürdürülemez ilişkiye odaklanıyor. Bu ilişkiyi değiştirmek için her ne yapacaksak yarın değil, hemen şimdi işe koyulmamız gerektiğini ısrarla vurguluyor.

“…. İnsanı hayatta tutan başkalarının elleridir çünkü ve o başkaları, hayatı paylaştığımız diğer insanlar olduğu kadar insan dışındaki diğer canlı türleridir de. Dünya bizim zorunlu ikametgâhımızdır ve gidecek başka bir yer-yüzü de yoktur.”

Doğayla yeni bağlar kurduğumuz, umudumuzu hiç yitirmediğimiz bir yıl geçirelim.

Seher Özen Karadeniz

Önceki İçerikTaciz ve İfşa
Sonraki İçerik2020’in Ardından
İletişimci /Eğitmen. Okur, yazarım. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümünde lisans, Gazetecilik bölümünde de yüksek lisans eğitimi aldım. İstanbul’da gazeteci olarak başladığım çalışma hayatımı, halkla ilişkiler sektöründe medya ilişkileri yöneticisi olarak sürdürdüm. Yavaş kent olduğunu düşünerek 2007 yılında Antalya’ya yerleştim. Büyükşehir Belediyesi’nin Tarih Vakfı’nın danışmanlığında sürdürdüğü Kent Müzesi Projesi’nde görev aldım. Proje vesilesiyle hem kenti, hem de insanın geçmişle olan ilişkisini nereden kurması gerektiğini öğrendim. Belleğin kıymetini, tarihin sadece kahramanların hayatı üzerinden yazılamayacağını/yazılmaması gerektiğini kavradım. Bu kavrayışla kentimle ilgili fullantalya ve businessantalya kent bloglarında röportaj yapıp kent yazıları yazıyorum. Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde iki yıl süreyle ‘Kurum Kimliği’ ve ‘Medya Planlama’, yaygın eğitim merkezlerinde ‘İletişim’ dersleri verdim. Halen kent içindeki en büyük yeşil alanı olan Zeytinpark’ta ‘Doğada İletişim, Doğayla İletişim’ başlılığıyla iletişim eğitimleri veriyorum. www.martidergisi.com’da 2012 yılından beri kitap yazıları, insan hikayeleri, kent yazıları, zaman zaman da gezi yazıları yazıyorum. Yaşam boyu öğrenme tam bana göre deyip AÖF Sosyal Hizmetler bölümünü bitirdim. Halen Sosyoloji bölümü 4. sınıf öğrencisi olarak öğrenim hayatımı sürdürüyorum. Evliyim ve 13 yaşında bir oğlum var.