Son zamanlarda her şey daha katlanılabilir, daha halledilebilir, daha yönetilebilir geliyor. Yapılması gerekenler, sağlıkla ilgili takip edilmesi gerekenler, çocuklar, ev işleri gibi birçok konuda eskisine nazaran daha çok yoğunlaşmama rağmen. Bir şeyler yazmak için bilgisayar başına geçmeden önce aslında durumu böyle algıladığımın çok da farkında değildim. Ne zamandır çevremden gelen daha enerjik, daha sakin, daha neşeli olduğuma yönelik geri beslemeler de beni bu konuda düşünmeye sevk etmemişti, ta ki bunları yazana kadar.
Peki, ne oldu da her şey yoğunlaşırken ben hafiflemeye başladım? Yoksa, duyarsızlaştım mı? Olayları önemsememeye mi başladım? Son zamanlarda yaşadığım olaylar duyarsızlaşmama neden olacak nitelikte de olmadığında göre başka bir şey olmalıydı?
Cevabı bulmak için doğru soruyu sormam gerekti, peki ama doğu soru neydi?
Önce şunu fark ettim ki, daha önce olaylar karşısında paniğe kapılırken, üzülürken, sinirlenirken hep SONUCA veriyordum tepkimi. Sorularım, genelde bu sonuç da ne böyle? Ne gerek vardı? Bunların böyle olmasının suçlusu kim? şeklinde sizin de okuduğunuzda göreceğiniz üzere ne çözüme yönelik ne de olumlu sonuçlar doğuracak bir yaklaşımdı bu.
Bu farkındalık beni öncelikle SONUCA değil NEDENE (hatta KÖKENE) bakmaya yöneltti. Neden böyle oldu? Bu sonucun ortaya çıkmasına vesile olan etkenler nelerdir? şeklinde daha yapıcı düşünmeye sevk eden sorular sormaya başladım ve bunlar da bazen beni bulamayacağım veya erişemeyeceğim parametrelere ulaştırarak strese girmeme neden oldu.
E, o zaman ne yapmam lazım? Ne sormam lazım? Nasıl baş etmem lazım? Nasıl çözmem lazım? Hangi etkenleri kontrol etmem lazım? Hangi hususlar üzerinde durmam lazım? gibi en ince detayına kadar düşünmeye başladım ve tahmin edebileceğiniz gibi işin içinden çıkılmaz bir hale gelmiş olarak buldum kendimi ve tabii en güzel çözüme ulaştım. Uyudum. Evet, yanlış okumadınız UYUDUM. İçinden çıkılmaz hale gelen her olay, olgu ve düşüncede başvurduğum en kolay çözüm- veya kaçma yöntemi- midir desem uyumak için. Uyursun ve biter. Çözülmez belki ama biter. Bu da belli bir süre kendini idare etti. Ama kırklı yaşlarınıza geldiyseniz, hele de etrafınızda sizden bir şeyler edinmek durumunda olan eşiniz, ananız, babanız, çocuğunuz var ise, artık başta kendinize fayda yaratmak istiyorsanız bunların hiçbiri uzun süre kalmak için ısrar edebileceğiniz çözümler değiller. Ne sonucun doğduğu olumsuzluklara ahlanarak, ne nedenleri düşünüp ayrıntılarda kaybolarak, ne de uyuyup kaçarak bu süreçten çıkmak mümkün değildir. Hepsinde belki durmak gerek ama yeteri kadar.
İşte, geldiğiniz bu noktada “Ocham’ın Ustura”sını doğru kullanma vakti gelmiş demektir. Önce biraz Ocham’ın Usturası’ndan (Basitlik İlkesinden) bahsetmek isterim. Bu teori 1340 yılında yani 14. yüzyılda İngiltere’de Ochamlı William tarafından geliştirilmiştir. Rivayete göre Ochamlı William bir sabah tıraş olurken yüzünü keser ve o kadar sinirlenir ki, etrafını yıkıp dökmeye ve kendi kendine sinirli hareketler yapmaya başlar. Sonra durur ve düşünür. Ben neden bu kadar sinirlendim. Yüzümü kestiğim için mi? Yoksa usturamı bilemeyi unutup yüzümü kesmeme neden olduğum için mi? Bu basit soru onu düşünmeye sevk eder ve yıllardır insanların bu teoriyi bilse de bilmese de bir şekilde kullandığı bir yöntem haline gelir.
Teorinin temeli:
“Her şeyin birbirine eşit olduğu bir ortamda, en basit açıklama doğruya en yatkın olandır.”
Birkaç maddeden oluşur:
En basit olan doğru olmaya en yatkın olandır.
Varlıklar gereksiz yere çoğaltılmamalıdır.
Doğru olma olasılığı en yüksek olan açıklama en az varsayım gerektirendir.
Peki, bu teori ile benim sakin, daha neşeli, daha olaylara katlanabilir hale gelmemin ne ilgisi var derseniz, araştırmalara göre günlük karar alma mekanizmamızın belirli bir kapasitesi var. Steve Jobs’ın siyah kazağı, Mark Zuckerberg’in gri t-shirtü gibi hepimizin bildiği fenomenlerin de bu nedenden dolayı ortaya çıktığı söyleniyor. Yani bu insanlar stratejilerini oluştururken daha sağlıklı düşünebilmek adına, hayatlarını çok da etkilemeyen kararlar için kafa yormak istemiyorlar. Ama ben ve çevremde gözlemlediğim birçok kişinin o kadar düşünmesi gereken şey, o kadar seçim yapması gereken kriter var ki. Olaylar içinden çıkılmaz bir hal alıyor ister istemez. Son günlerde sürekli hakkında konuşulan, kitap yazılan sadeleşme, az eşya, vs gibi konular da aslında tam da bu nedenle hayatımıza girdi belki. Teknolojinin, ürünlerin, olanakların giderek arttığı günümüzde sadeleşmek o kadar da kolay değil aslında yazdığımız kadar. Bu kullandığınız eşyalarda, kıyafetlerde, elektroniklerde, elektronik cihazlarımızdaki fazla bilgi, kayıt ve uygulamalarda, çocuğumuza aldığımız oyuncaklarda, düşüncelerimizde, sorularımızda, bir gün içinde yaptığımız aktivitelerde kısacası hayatımızın her alanında kendini göstermekte, belki hemen hepsinde bir sadeleşmeye gidemeyeceğiz. Bu zamana kadar biriktirdiğimiz, eşyalarımızla, duygularımızla, düşüncelerimizle, alışkanlıklarımızla vedalaşmak, işe yaramayanları seçmek, kullanmadıklarımızı atmak o kadar da kolay değil. Ama bir yerden başlamak gerek. Ne zaman mı bence hemen. Çünkü günler bu kadar fazlalık içinde basit detayları kaçırılmayacak kadar güzel.
Çocuğumuzun aldığımız oyuncağa sevinmesini görmek güzel ama onun bu sevinci şartlar ekstra bir şey gerektirmeden duyabilmesi, bunu bizlerin görebilmesi her şeyden güzel.
Ben eşyalardan ziyade beni en çok yoran detaylı soru sormadan ve gerekli gereksiz sarf ettiğim kelime ve cümlelerden başladım. Yani zihnimi sadeleştirmekten başladım. Ama herkes istediği yerden başlayabilir. Kolaydan, zordan, eşyadan, düşünceden. Yeter ki mazeret üretmeyelim ve başlayalım. İşte birkaç tavsiye size hangisi kolay geliyorsa ondan başlayın.
- Çekmecelerinizi düzenleyin.
- Son 1 yıldır giymediğiniz, takmadığınız, kullanmadığınız eşyalarınızdan vazgeçin.
- Yediğiniz porsiyonları küçültün.
- Yediğiniz abur cuburları azaltın.
- Aldığınız oyuncakları azaltın.
- Sevdiğiniz şeylere ayırmadığınız vakitleri eleyin (önceliklerinizi belirleyin).
- Yetki devrinizi düzgün yaptığınızdan emin olun.
- Olumsuz düşüncelerinizi azaltın hatta yok edin.
Bunlar dışında sizin aklınıza gelen sizi gereksiz yere yorduğunu düşündüğünüz diğer maddeleri de sizler ekleyin. Usturanızı doğru yere vurun, kestikleriniz için arkanıza dönüp bakmayın. Her arkaya dönüş yeni bir madde ekler düşüncenize, hayatınıza.
Einstein’ın da dediği gibi “Her şey mümkün olduğunca sadeleştirilmeli ama basitleştirilmemelidir.”
Sade bir hayat dileğiyle…
Zeynep Terim