Kül

Buzu içinde taşıyan lav külleri

mahra mı
boğazına düğümlendi
kalbimi unutmadan
kuş dilleri penceremde
zaten öksüz
zaten anlatmasız
bir başına kekeme
çıkınım heybe yükü
sayfasız mürekkepsizken
yılki
doru atları
kırlara ovalara yetmezse
bayırlara koşsun
neyi kurarsan kur
şafaktan önce
güneş doğmadan
sabah olmuyor
yorgan altlarına değil
yastıklara saklansan
bir damla gözyaşın
sandıklarımızda
güm güm ateş edecek
bazuka mermileri
örtüler kalın perdeler
içe ağlamaları örtecek
bıçaklarımız
anlaşılan
kendini bileylesin artık
uyuyamadığımız geceler
gözümüzü
yummadığımız sanrılarımız
düş/üm
bıraktığım
dizsiz
ayaksız
kalpsiz
aynalarsa
sırları
kendine saklı
cam kırıkları
çınlamalarım
bir türkü sesi
“kendinle bitirdiğin sonların “
yerine…
“ah bir ataş ver” diye başlayan
” acımak…!
sadece
Reşat Nuri’nin roman adı
babaları özleyen
dumanım
dağıttığım sigara telleri
yola çıkmalar
serhoş kavgaları
gece daim
buzu içinde taşıyan
lav külüyle
yangına su taşıma
alevin
kalbimden
çıkıp gitmeyeceksen
yüzünün silueti
nasıl
kendisi
kalsın…

Mayıs/2020-23
Yaşar Üstün

Önceki İçerikOkurun Gözünden: Kahve Soğumadan Önce
Sonraki İçerikAtatürk Anamorfozu Ankara Rahmi M. Koç Müzesi’nde