Büyük Britanya‘nın Victoria Dönemi, –Kraliçe Victoria‘nın hüküm sürdüğü 1837 ile 1901 yılları arası için kullanılır.- monarşinin hüküm sürdürdüğü Britanya sanayi devriminin yükselişi ve Britanya İmparatorluğu‘nun zirvesi olarak kabul edilmektedir.
Bu dönemde kadınların yapabileceği meslekler sınırlı olmakla birlikte, daha çok çocuk bakıcılığıydı. Genelde erkekler dışarıda çalışır, kadınlar ise evde çocuk bakımı ve ev işlerini üstlenirdi. Ancak öğretmenlik ve hemşirelik gibi işlerde çalışabilirlerdi. Döneme hâkim olan bir diğer düşünce ise kadınların seçme konusunda çok kararsız olduğu ve bu nedenle de görevlerinin ev içinde kalması gerektiği yönündeydi.
Evli kadınlar kocalarının malı sayılmakta ve çoğu zaman toprak sahibi olamamaktadır. Hatta evlenecekleri kişilere bile babalarının politik çıkarlarını ve topraklarını korumak amacıyla karar verilmiş ve anlaşmalı evliliklere mahkûm edilmişlerdir. Kadınlar birey olmaktan uzak, ilişkilerine göre bir erkeğin kızı, eşi ya da dul eşi olarak anılmışlar. Böylelikle, ömürleri boyunca namuslu, sadık, becerikli, itaatkâr birer kız evlat ya da eş olmaya şartlandırılmışlardır. Kadını ikinci planda tutan esas unsur Hiristiyanlık inancının erkek cinsiyetinin üstünlüğüne yaptığı vurgudur.
1847’de yayınlanana kitap, yazarı Charlotte Bronte’nin cinsiyetini gizlemek için kullandığı Currer Bell takma adıyla çıkmıştır. Kadın yazarlarının ikinci sınıf olarak görüldüğü dönemde kitap, Viktorya önyargılarına cesurca meydan okumaktaydı.
O dönemde, çocukluğundan itibaren çeşitli engellerle karşılaşıp üstesinden gelebilmiş bir yaşamı anlatan kitaplarda karakterler her zaman erkek olurdu. Çünkü sadece erkeklerin karmaşık iç özelliklere sahip olduğu düşünülmekteydi. Ta ki Charlotte Bronte’nin Jane Eyre’si yayınlanıncaya kadar…
Romanın ana karakteri, zorlu bir çocukluk geçirdikten sonra öğretmen olan ve toplumda kadına yakıştırılan edilgin rolü oynamayı reddeden Jane Eyre’dir. Romanda birey önemlidir; karakterlerin fiziksel ve kişilik özellikleri çok belirgindir. Olay örgüsünde zaman geleceğe doğru akmaktadır. Kronolojik olarak birbirini takip eden olaylar gibi tutkular da zamana bağlı gelişirler ve bireyler yaşadığı ortamda anlatılırlar. Romanın kullanılan dil, gerçekçi bir düzyazıdır, karakterin hikâyesi, birinci tekil şahıstan anlatılmaktadır. Eser romantizm akımının en önemli örneklerindendir.
Romanı daha iyi anlayabilmek için Viktorya Dönemi’ne ait kısa bir bilgilendirmeden sonra roman kahramanımız Jane Eyre’nin karakter gelişimini -olgunlaşma safhalarını- izleyerek inceleyeceğiz.
Gateshead Hall
Jane Eyre, annesi ve babası ölmüş küçük bir kızdır. On yaşında dayısının himayesine verilmiş o da ölünce ona yengesi Bayan Reed bakmaya başlamıştır. Alaycı, saygısız, kötü kalpli Bayan Reed (37) ve çocukları Eliza, John ve Georginia tarafından sürekli aşağılanır ve her fırsatta hakarete uğrar. Kendisinden dört yaş büyük erkek kuzeni John tarafından haksızlığa uğrar, dayak yer; buna rağmen ağır bir şekilde cezalandırılan yine Jane Eyre olmuştur.
Ve bir gün Jane, Bayan Reed’e öfkeyle karşı çıkar. Küçücük yüreğiyle Bayan Reed’in o ezici saldırısını göğüsler, duralatır:
– Sahtekâr değilim ben. Öyle olsaydım sizi sevdiğimi söylerdim. Sizi hiç sevmediğimi yüzünüze karşı söylüyorum. Dünyada John Reed ‘den sonra en sevmediğim insan sizsiniz.- …
– Akraba olmadığıma memnunum artık size ömrümün sonuna kadar yenge demeyeceğim. Herkese bana zalimce ve bayağı muamele ettiğinizi söyleyeceğim.
– …
– Herkes sizi iyi zannediyor ama siz gerçekten kötü kalpli fena bir insansınız, sahtekârsınız.
– …
– Ben sizin kızınız falan değilim. Bir an evvel okula gönderin beni. Burada kalmaktan nefret ediyorum.
Bayan Reed olayları kendine göre anlattığı misafiri Papaz Bay Brocklehurst’an Jane Eyre’in eğitimini üstlenmesini rica eder. Bay Brocklehurst bu isteği memnuniyetle karşılar, “iyi bir Hıristiyan olarak yetişecek” sözü Bayan Reed’i rahatlatmıştır.
Sevgiye muhtaç, umut içinde biridir Jane. Korkusuzca karşı çıkış on yaşında genç bir kızın bağımsızlık ilanıdır. Bağımsızlığı için yoksulluk acılar içinde geçecek bilinmez bir geleceğe bile bile, isteyerek adım atmıştır artık.
Lowood
Kimsesiz çocukların kaldığı bir yerdedir Jane Eyre. Jane kısa sürede birçok arkadaş edinir. Okul sağlık şartları bakımından uygun değildir. Öğrenciler bu okulda sık sık hastalanır. Helen Burns(14) okuldaki en iyi arkadaşıdır. Dindar olan Helen’in davranışları Jane’ni şaşırtmaktadır. Uysal davranışlı, başkaldırıdan uzak olan Helen’le Jane arasında bir gün şöyle bir diyalog geçer:
– Şiddet hiçbir zaman nefreti yenemez, intikam ise yapılan kötülüğü tamir edilmez. İncili oku ve İsa’nın fikirlerini öğren.
– …
– …Bence hayat çok kısa, kin tutmaya değmez.
– …
– …Bende bu inanç varken intikam hissi yanıma uğramaz. Hakaretler beni rahatsız edemez, haksızlıklar ezemez. Sükûnet içinde sonumu bekleyerek yaşarım.
Bay Brocklehurst Okulu ziyareti sırasında yemekhanede rastladığı Jane Eyre’i tanır ve Bayan Reed’in kendisine anlattıklarını hatırlar. Jane Eyre arkadaşlarının önünde büyük bir sandalyeye çıkartır. Konuşmaya başlar:
– … Yaşı ufaktır ama şeytanla işbirliği yapmaktadır
– … kendinizi onun kötü huylarından korumalısınız. Gerekmedikçe yanına yaklaşmayınız.
– … bu kız velinimeti hayırsever yengesine nankörlük yapmıştır. … Etrafına zarar vermemesi için öğretmenlerin ona dikkat etmesini istiyorum.
– … kız sandalyede akşama kadar duracak ve onunla kimse konuşmayacak.
Bay Brocklehurst’un okuldan ayrılır. Ahlaksızlık örneği olarak teşhir edilme duygusuyla sandalye üzerinde dikilirken Helen’in gülümseyişi ona güç vermiştir. Yine de Helen’in, okuldaki kızların ve Bayan Temple’in (29 yaşında okul müdiresi) kendisinden nefret etme ihtimalinden korkmaktadır.
Bayan Temple küçük bir araştırmadan sonra olayların anlatıldığı gibi olmadığını öğrenir ve bunu Bay Brocklehurst ‘a rağmen okuldaki öğrencilere açıklar. -Bayan Temple’nin daha önce de pinti Bay Brocklehurst’u umursamadan öğrenciler için harcamalar yapmıştır.-
Okuldaki tifo salgınında Helen Jane’nin kollarında ölür. Kısa bir süre sonra İlk olumlu kadın modeli Bayan Temple‘ın evlenip ayrılmasıyla okulda yalnızlaşır.
Jane bu okulda dört yıl öğrencilik iki yılda öğretmenlik olmak üzere altı yılını doldurmuştur.
İş aramaya başlar.
Yeni dünyanın önünde, korkusu içinde cesaretini toplamaya, dik durmaya, kendisi olmaya, çalışır. Arkadaşı Helen’den etkilenmiş, olaylara farklı açılardan bakmayı, kendisine yapılan kötülüklerden hayatını karartacak kadar fazla etkilenmemeyi öğrenmiştir. Toplumda olumlu kişilerin olduğunu da bilmektedir artık.
Thornfield Hall Malikânesi
Thornifield malikânesinde Adale isminde küçük bir kıza mürebbiyelik yapmaya başlar ve zamanla buradaki hayatı çok sever. Jane ile konağın sahibi Bay Rochester(35) ile yakınlaşma başlar. Bu yakınlaşma zamanla yerini aşka bırakır. Edward Rochester, Jane’e elleriyle dokunmuştur. Jane ilk kez bir bedeni olduğunu ayrımsamış, kendini elde ne yapacağını bilmez durumda yakalamıştır. Yine de Rochester’ın karşısında ezilmez, silinmez, saygısızlık da etmez ama susmaz. Kendi, kişisel bir düşüncesi olabileceğini hep imâ eder. Evlenmeye karar verirler. Bayan Fairfax’ın (kâhya) Jane Eyre söylediği, “Bir mürebbiyenin Beyi ile evlenmesi uygun değildir.” sözü Viktoryen dönemin kalıplarına uygun bir söz olmasına rağmen Bay Rochester -etrafında hazır ve nazır soylu bir yığın güzel genç kızı umursamaz- kişiliği nedeniyle Jane seçmiştir.
Ancak her şey göründüğü kadar basit değildir. Thornfield’daki ilginç olaylar, Bay Rochester’ın gizlediği sırlar Jane Eyre’in hayatını etkiler. Bay Rochester evlidir. Eşinin aklı dengesi bozuk olduğundan çatı katında kalmaktadır. Jane bunu bilmemektedir. Evlenmeye karar verirler fakat nikâh günü gerçek ortaya çıkar.
- Jane Jane! Sen, beni hiç sevmiyormuşsun. Önem verdiğin sadece zenginliğimmiş.
- Sizi her zamankinden çok seviyorum ve bunu son defa söylüyorum.
- Ne kadar zaman için? Birkaç dakikalığına, üstünü başını düzeltinceye kadar mı?
- Karınız hayatta. Bu durumda sizinle yaşarsam metresiniz sayılırım. Başka türlü düşünürsek kendimizi kandırmış oluruz.
Jane artık genç kızlık döneminin duygusallığını yaşamaktadır. Buna rağmen doğruların peşinde ezilmeden ayakta duran biridir o. Toplumdaki konumunu korumakta karalıdır Birbirlerini çok sevmelerine aldırış etmeden -İrade ve ilkesinden en kötü durumda bile vazgeçmemiştir.- kendine olan saygısını yitireceğinden korkan Jane Eyre konaktan kaçar. Burada Jane’in kaçış kararında kendisine yalan söylenilmiş olmasının, aldatılmasının da etkisi olduğu da aşikârdır.
Sığınılan Ev
Konaktan sabaha karşı yanına birkaç eşya alarak ayrılmıştır Jane. Uzun bir yürüyüşün ardından rastladığı ilk arabaya biner; parasının yettiği yere kadar arabacı onu götürür. Yolda yürürken eşyalarını arabada unuttuğunu anlar. Ne parası vardır ne de eşyası. Yürür, geceleri açık havada uyur ve dilenmeye başlar.
– Hoş geldiniz St JohnSığınmak istediği bir evin hizmetçisi onu kapı dışarı eder. Evin beyi St john(30) Jane’ni dışarıda görür. Hizmetçi, beyini karşılamak için kapıyı açtığında:
– … Hannah, Sen onu içeri almamakla görevini yapmışsın ama ben de içeri alarak görevimi yapacağım diyerek yabancı kadını eve alır.
Evde hizmetçi Hannah dışında üç kardeş -din adamı St John ve kardeşleri Mary ve Diana- yaşamaktadır. Sığındığı yeni aile yuvasına katkı sağlayabilmek amacıyla köyde öğretmenlik yapmaya başlar. Bir yandan da resim çizmektedir. Jane Eyre, Bay Rochester’in peşini bırakmayacağı düşüncesiyle Jane Eliot adını kullanmaktadır. Tesadüfler sonucu St John, Jane’in gerçek soyadını öğrenir:
St John:
- Madeiera’daki amcanız ölmüş ve tüm servetini size bırakmış.
- …
- … servetinizin ne kadar olduğunu öğrenmek ister misiniz?
- Ne kadar?
- Yirmi bin İngiliz lirası
Jane Eyre artık zengindir. Gelişmeler içinde St John da soyadının Eyre olduğunu açıklar. Jane Eyre zenginliğini umursamaz; şimdiye kadar hasretini çekmiş olduğu bir aileye kavuşmuştur. Servetini kuzenlerinin itirazlarına rağmen onlarla paylaşır.
St John, Viktorya Dönemi sömürgeci anlayışının bir uygulamacısıdır. Kendini misyonerliğe adamıştır, Hindistana gitmek istiyordur; yaşamının tek nedenidir.
Ama bir yardımcıya, güvenebileceği, gerçekten acıya katlanabilecek, asla pişman olmayacak, sessizce boyun eğecek ve ölümü göze alacak bir yardımcıya gereksinimi vardır. Ve hazırdır bu. Kuzeni Jane!
- …
- …
- Tanrı sizi bir misyoner karısı olmanız için yaratmış, vücutça değil, akıllı yetenekler vermiş. Aşk için değil, çalışmak için. Benim eşim olacaksınız. Sizi zevkim için değil, Tanrıya hizmet için istiyorum.
St John karşı ilgisiz olmamasına rağmen Jane, evlenmek istemediğini ama onunla Hindistana severek gelebileceğini Tanrı yolunda hizmetinde ona yardım edeceğini ama evlenmelerinin mümkün olmadığını aynı anlama gelen farklı cümlelerle anlatır. Fakat St John, ısrarını sürdürmektedir.
Jane kendini sorgular: “Hiç istemiyor olsam da, zorunlu değilsem de bu inançlı adamla, onun davasında ölümü göze alarak Hindistan’a gider miyim? Evet. Onu seviyor muyum? Hayır. Sevebilir miyim? Evet. John Rivers’la evlenir miyim? Hayır. Neden? Çünkü bana evlilik önerirken, kendisini sevmesinin bunun için gerekmediğini söyledi.”
Nihayet Jane “Bana sunduğunuz sahte aşkı hakir görüyorum. Bu teklifi yaptığınız için sizi de hakir görüyorum.” diyerek konuşmayı sonlandırır.
St.John‘un Hindistan’a yolculuğa çıktığı günün öğleden sonrasında kuzenleriyle aralarında şöyle bir diyaloğ geçer:
– Yalnız mı gideceksiniz?
– Evet, uzun süredir merak ettiğim bir arkadaşımı görmek niyetindeyim.
Jane içindeki sesi dinleyerek Bay Rochester’e dönmeye kara vermiştir
Aile, akraba kavramıyla tanışır; bir aidiyet duygusu oluşmuştur içinde. Yoksulluklar içinde büyümesine rağmen maddiyatçı olmadığını, etrafına mutluluk vermenin onun için daha önemli olduğunu görürüz. .Öğretmenlik yaparak insanlara bildiklerini aktarması onu mutlu etmektedir. Ve bildiğimiz kendi doğruları uğruna her şeyden vazgeçen Jane yine sahnededir:
Bir din adamı -Tanrının yeryüzündeki elçisi- dahi olsa otoriteye karşı direnci bu bölümde de hissediyoruz. Onun için görevden daha önce gelen şey, sevmek ve sevildiğini duyumsamaktır. Göstermelik yapılacak -evlilik- her şeye karşıdır. Her zamanki gibi oradan ayrılma vakti gelmiştir artık.
Yeniden Thornfielt Hall
“Bay Rochester acaba hala Thornfielt mi yaşıyor” şüphesiyle yaptığı uzun yolculuk bittiğinde çok sevinçlidir. Yine de reddedilme korkusunu, “bir kere uzaktan görsem yeter” gidermeye çabalar. Gördüğü manzara hayallerini yıkmıştır. Thornfielt yanmış, kül olmuştur.
Araştırmalarının sonucunda yangını deli karısının çıkardığını, yangın sırasından öldüğünü, Bay Rochester’in yaşadığını kör ve bir elinin kesildiğini öğrenir. İçindeki sevginin verdiği büyük güçle onu arar. Ve onun ormanlık bir yerde yaşadığını öğrenir. Jane her şeye rağmen evlenmek istediğini söyler. Bir süre sonra evlenirler.
Bay Rochester’in bir gözü tedavi sonrası görmeye başlar, bir de çocukları olur. Bir daha hiç ayrılmazlar.
İnançları ve ilkeleri uğruna yaptığı savaşı ödün vermeden sürdürmüş, hayat ona ödülünü vermiştir Jane sevgisini, aşkını karşılıksız olarak sunduğu, kendisine âşık, sevgilisinin yanındadır. Buradan kaçmayacak, yollara düşmeyecektir artık. -Kim bilebilir ki?-
Hoşça kal Jane EYRE…