Kitap ile Sohbet Geziyor: Safranbolu Masalı’nda II. Gün

Safranbolu gezimizin ikinci gününde rotamızda Kastamonu vardı. Hava çok soğuktu ve yolculuğumuzun bir kısmına çiçek açmış ağaçların üzerindeki kar manzarasını seyrederek devam ettik. Bahar derken karla buluşmak bizi heyecanlandırmıştı. Coşkuluyduk, mutluyduk…

İlk durağımız Cumhuriyet Meydanı oldu. Burada rehberimizle buluştuk ve şehir turumuz başladı. Meydandaki Atatürk anıtı, Kastamonu’nun Kurtuluş Savaşı’na verdiği büyük desteği anlatıyor. Destan yazan kadınlarımızdan Şerife Bacı’nın en önde bulunan heykeli fazla söze gerek bırakmıyordu. Rıfat Ilgaz’ın “Halime Kaptan” romanını okuyarak geldiğimiz için Kastamonu’nun Kurtuluş Savaşı’nda en fazla şehit veren üçüncü il olması şaşırtmadı bizleri.

kitap-ile-sohbet-geziyor-safranbolu-masalinda-ii-gun

Günün ilk kahvesini 150 yıllık geçmişe sahip Uğurlu Konağı’nda içtikten sonra kaleye doğru tırmanmaya başladık. Şehrin sembol anıtlarından biri olan Kastamonu Kalesi 112 m. yükseklikte, 12. yüzyılda Bizans döneminde inşa edilmeye başlamış ve Osmanlı döneminde tamamlanmış. Çok sert ve soğuk rüzgarın etkisiyle, tarihi şehrin manzarasını seyretmek ve fotoğraf çekmekle yetindik. Tüm Kastamonu kuşbakışı görünüyordu, manzara harikaydı ama biraz da güneş olsaydı…

Kaleden inişte çok yakın bir yerde bulunan Şaban-ı Veli Külliyesi’ni ziyaret ettikten sonra uğradığımız çarşıda Kastamonu’nun kendine özel lezzetlerinden aldık. Pastırma, sucuk, çekme helva, Taşköprü sarımsağı, Siyez bulguru, Tosya pirinci her birimizin alışverişinde yer aldı.  

Öğle yemeğinde tarihi Eflanili Konağı’nda, yöresel tatları denedik. Oğmaç çorbası, tirit, banduma, etli ekmek, cevizli erişte, etli yaprak sarma ve tatlı olarak eğşi damaklarımızda değişik lezzette tadlar bıraktı. Konağın bir odasına hazırlanmış ikişer kişilik masalarda yediğimiz yemek ortamı, sohbeti, güler yüzlü çalışanları ve hizmet kalitesi ile bizleri memnun etti.

kastamonu

Hatice’nin görmemiz gerektiği konusundaki ısrarıyla şehrin 18 km dışında bulunan Kasaba Köyü’ndeki Mahmut Bey Camii’ne doğru hareket ettik. 1366 yılında Candaroğlu beylerinden Adil Bey’in oğlu Mahmut Bey tarafından yaptırılan cami Anadolu ahşap işçiliğinin şaheserlerinden sayılıyor. Sütunlardan mahfillere, minberden mihraba kadar her yer ahşap. Ayrıca bütün ahşapların üzeri kökboyasıyla yapılmış kalem işi süslemeleri ile kaplı. Bu süslemelerin orijinal durumlarında olduğunu, hiçbir yenileme yapılmadığını duyduğumuzda şaşkınlığımız daha da arttı. Kapısının hikayesi de ilginçti. Değer biçilemeyen kapının çalınması ile alarma geçen emniyet kapıyı satılmak üzere iken bulur. Fakat yerine takılmayan kapı artık Kastamonu Etnoğrafya Müzesi Liva Paşa Konağı’nda sergilenmektedir. Yerine ise yine usta elinden çıkmış orijinalinin kopyası bir kapı konmuş. O bile ahşap süslemelerine hayran kalmamız için yeterliydi. Elektrik tesisatı olmayan cami sadece öğle namazlarında ibadete açık. UNESCO tarafından Dünya Mirası Geçici Listesine alınması korunması ve tanınması açısından çok isabetli olmuş. Dönüş yolunda Hatice’ye verdiği isabetli kararı için teşekkür ettik. Asla unutulmayacak bir mirası görmüştük.

Kastamonu’ya dönüşümüzde Halk Eğitim Merkezi’nde kadınların el emeği olan örtülerden almak ve onlara da katkıda bulunmak istedik. El tezgahlarında dokunmuş kumaşlar üzerinde binbir çeşit motifle işlenmiş örtüler arasında seçim yapmak işin en zor kısmı oldu. Hepimiz Kastamonu hatıralarımızın arasına bir de el işi örtü kattık.

kastamonu-mahmut-bey-camii

Yolun karlı olması nedeniyle karanlığa kalmadan dönüş için yola çıkıldı. Görülecekler listesi daha çok uzundu ama vaktimiz bu kadarına yetti, devamı bir dahaki sefere… Arabamız aldığımız yiyeceklerin kokusuyla buram buram kokarken, anılarımız belleğimizde ki yerlerini aldı. Tatlı bir yorgunluk sarmıştı hepimizi.

kastamonu-mahmut-bey-camii-2

Safranbolu’ya girdiğimizde, Sumru, kahvemizi en büyük ve nitelikli konaklardan biri olan Havuzlu Asmazlar Konağı’nda içmeyi önerdi. 1976 yılında Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu tarafından restore edilen konak, Bağlar mevkii, Çelik Gülersoy caddesi’nde bulunuyor. Otel ve restoran olarak hizmet veren konağın giriş katında bulunan havuzun etrafındaki sedirlere attık kendimizi. Şerbet ve lokumla ikram edilen kahvelerimizi yudumlarken suyun dinlendirici sesi ile atmosferin huzuruna bıraktık düşüncelerimizi.

Yorucu bir gün olması ve halen tok olmamız nedeniyle konağımıza geçtik. Dinlenme molasından sonra ikinci çardakda buluşmak üzere odalarımıza çekildik. Evin en üst katında bulunan ortak yaşam alanı alt kata nispeten daha büyüktü. Genellikle aile büyüklerinin kaldığı bu katda “baş oda” denilen büyük bir salon, mutfak ve yatak odaları varmış. Yemekler burada pişer, misafirler büyük çardakta ağırlanırmış. Biz de o akşam yemek olarak aşçıya yaptırdığımız tarhana çorbasını bu salonun büyük yemek masasında içtik. Öğle yemeğini fazla kaçırdığımız için sadece meyva ve çay ile süren yemeğimiz koyu bir sohbetle devam etti. Konağa iyice yerleşmiştik. Merdivenlerden inip çıktıkça gıcırdayan basamaklar da alışmıştı adımlarımıza. Duvarlarda yankılanan seslerin arasına bizim sohbetlerimizde karışmıştı.

İkinci gece odalarımıza çekildiğimizde, anılarımızda çoğalmıştı artık. Sabah yine sekizde kalkıp, yola düşecektik. Yarın gideceğemiz yer belki de gezimizin en çok merak edilen, en duygusal ziyareti olacaktı.

İyi geceler…

İlknur Karapolat

Önceki İçerikOkurun Gözünden: Bir Türkiye Hayali, Selçuk Şirin
Sonraki İçerikGirişim Hareketi Buluşması Mayıs Ayında Yapıldı

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz