Kendini Bulmaya Kaybolmak ile Başlamalı

 “Görünüşünüz, yalnızca kalpten bakabildiğinizde berraklaşır. Dışarı bakanlar düş kurar, içe bakanlar uyanış yaşar.” Carl Gustav Jung

Bakmak ve görmek… Aynı görünen farklı eylemler.

Günümüzde her şeye daha kolay ulaşır olduk. Ulaşabiliyor muyuz, bu tartışılabilir. Sanki değip geçiyor çoğu şey ruhumuza, bedenimize. Ulaşmak,  içine almak demek üzerine kendinden bir şeyler katman demek. Bu da bir solukta olamıyor. Bir sürü şeyleri görüyoruz, duyuyoruz, biraz okuyoruz, az da olsa araştırıyoruz. Zamanımız az, hızlı olmalıyız, en çok, en iyi, en güzel, en etkili olmak için neler mümkün? İki gözümüz var sanki biri görürken biri başka neler göreceğim diye etrafını inceliyor. İki kulağımız var biri dinlerken diğeri de ben de şunları anlatmalıyım diyen iç sesimizi dinlemekte. Yani bu kadar koşturma halindeyken hepimiz de sormuyor muyuz kendimize? Nereye?

Kendini Bulmaya Kaybolmak ile Başlamalı

Görmek için biraz durmak gerekiyor diye düşünüyorum. Durmak, dinlemek, görmek, hissetmek, tüm bunları ise kalbimizle yapabilir miyiz? Denenebilir, söylenenler, okunanlar bir yana, senin bunu kendin denemendir ancak öğrenme hali. Öğrenmek bir sevdadır bazıları için, bu da ancak yaparak olur, gözlemleyerek, dinleyerek bir yana, ancak iki kolu sıvayıp işe koyulmak lazım.

Kalp gözü ile yaşamaya başlarsan eğer önce kendi karanlık odalarını aydınlatmak için eline fenerini alman gerekir. Kendi beğenmediğin, yok saydığın yönlerin, keşke olmasa dediğin, herkesten sakladığın yanların günün sonunda hep seninledir.

Kabul etsen de etmesen de, kabul ne kadar zorlaşırsa işte enerji değişimi de o kadar hissedilir. Kimi buna enerji der, kimi kanım ısınmadı der, kimi samimi olmayan bir şeyler var der…Biz ki insanoğlu olarak hatamızla, kusurlarımızla, iyisiyle, kötüsüyle varoluşumuzun doğasını bilirsek, yaşam da buna göre evirilecektir.

Kendisiyle tanışık olanlar, karanlık yanlarını da bilip onları da kabul edenler, kalp gözüyle görmeye başlarlar. Olduğu gibi olanı almak, ne eksik ne fazla. Yorumsuz, bulutsuz, berrak…

Bir şekilde bize bu yaşam içinde birçok bilgi öğretildi, doğru yanlış sorgulama, düşünme fırsatı olmadan. Sonra bir baktık ki her şeyi yargılar olduk, yorumlar olduk. O şey ki bir insan olsun, yaşı da 40 olsun, 40 yıllık bir yaşamın belki 1 saatine ortak olarak o hayatı yargılarken bulduk kendimizi. Uyanmak burada başlıyor, uyanmak ve farkına varmak. Yargılarken, yorumlarken sadece kendi penceremizden içeri girenlerdir bir anlam ile buluşabilenler. Bir başkasını bir kalıba, bir anlam içine sokabilmek için o kişi ile neredeyse aynı anda nefes almak kadar bir yaşayabilmek gerekir, ki bu mümkün müdür? Bu kadar değişkenler içinde sabit olmak çabası. Yaşamın akışkanlığı içinde durmak, katı olmak isteği. Bilinmezlikten kaçış hali…

Uzun bir yolculuk yaşam, düş kurmadan, hayal kurmadan yeni günü yaratmak renksiz olur. Dışa bakmak seçenek yaratmaya imkan verir, yen renkleri hayatımıza katabilir. Bakarken sadece bakmak, kıyaslamadan, neden demeden, sadece bakabilmek, alabilmek halinde olmak. Doğada olmak iyi gelir bunu yaşamak için. Sadece doğada olmak ve tüm sistemi incelemek isterseniz işte o zaman cevaplar size gelecektir. İşte tam bu anda dışardayken içeriye bakmaya başlayacaksınız. Doğanın titreşimleri ile bedenimizin titreşimleri birbirlerinin uyumunu ararlar, bulduklarında ise tam orada, o anda uzun süre kalma isteği başlar. Hiçbir şey yapmadan sadece sesleri dinlemek, nefes alabilmek, adımların bastığı toprağı hissetmek, kendi ağırlığını hissetmek, bir çimenin ince zarif çizgilerini takip etmek, bir çiçeğin tomurcuklarının muhteşem renklerini, yapraklarının muazzam çizimlerini görmek, renklerin içinde kaybolmak ile başlar içimizdeki uyanış.

Uyanış bir başlarsa artık uyku ile uyanış arasındaki farkı da bilinç bilmeye başlar. Bilinç bilirse artık seni geri götürmez onun işi artık uyandırmaktır, fark ettirmektir.

Berrak bir zihin ile berrak bir yürek birleştiğinde ise  yolculuğun başlar…

Sevgide kalın, iyide kalın…

www.instagram.com/maricamgoz/

Mari Camgöz Pektezol

Gelişim Koçu &Enerjist

Önceki İçerikHayatın Hijyenik Koşullarında Yetişen Çocuklar Birey Olamıyor
Sonraki İçerikKampa Gidelim mi Baba?
Mari Camgöz Pektezol
1976 İstanbul doğumlu, insan aşığı bir insan. Yıldız Teknik Üniversitesi İstatistik bölümü ve İstanbul Kültür Üniversitesi İşletme Yüksek Lisans Mezunu. Arel Üniversitesi Psikoloji Yüksek Lisans öğrencisi. Yaklaşık yirmi yıl süren kurumsal iş yaşamında farklı bölümlerde ve görevlerde yer aldı. İdari & Organizasyon, İnsan Kaynakları ve son on yılı Finans Yöneticiliği olarak süregelen kariyerine 2016 yılı sonunda yeni bir yön verdi. Neredeyse ilk gençlik yıllarından bugüne değin, hiç bitmeyen bir tutku ve merak ile, gelişime ve dönüşüme ilgi duydu. İnsanın; zihin, beden, duygu ve ruhu ile “bütün” olduğunu ilk keşfettiği 2005 yılında, yeni bir dönüşüm yolculuğuna başladı. Zaman içinde aldığı farklı eğitimler ile beslendi, aldığı bilgilerin birbirleriyle bütünselleşmesine önem verdi.Yazmayı ise ayrı sevdi, kitap okumaya aşık iken, yazarken yeniden yaşadığını keşfetti, yazarken yeniden yarattığını... Her yazı onu kendine daha da yaklaştırdı. Ve gün geldi yazılarından yeni bir “hayat” yeni bir kitap doğdu. Kitap adını kendi seçti, “El Yapımı Hayat” olsun dedi... 2014’de Yasemin Sungur ile hem yolları & hem de kalpleri buluştu. MARTIDAŞ olmayı çok sevdi, seviyor, hep de sevecek. Şimdİ yeni yazılar, yeni kitaplar ve yeni umutlarla yoluna devam ediyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz