“Bir şair için hayat, insanın vücudundan geçiyor ve şiir olarak da o vücutta kalıyor.”
“Kitaplar daha evvel bilmediğimiz soruların cevabı oluyor.”
Alman Şair ve Yazar; KURT DRAWERT
Alman şair ve yazar Kurt Drawert’i bir şiir dinletisinde tanıdım. Kısa süre sonra kendisi ile röportaj yapma fırsatını yakalayan nadir kişilerden biri oldum. Yazar, Tarabya Kültür Akademisi’nin bursiyeri olarak bir ay boyunca İstanbul’da bulunuyor. Drawert’le yaşamı, eserleri ve 26 Ekim 2014 tarihinde gösterime girecek “Hiçbir Şeyin Tersi” tiyatro oyunu hakkında konuştuk.
Harika bir İstanbul sonbaharında kendisi beni Tarabya Kültür Akademisi’nin bahçesinde güleryüzle karşıladı. Bahçede hazırlamış olduğu çay eşliğinde ve sevgili Yeşim Turgay’ın yardımlarıyla harika bir söyleşi gerçekleştirdik.
Çağdaş Alman edebiyatının önemli seslerinden biri olarak kabul edilen Kurt Drawert, 1956’da Henningsdorf /Brandenburg’da doğmuş ve bugün yaşamını Darmstadt’da sürdürüyor. 1998’de Darmstadt Tiyatro Atölyesi’ni kurmuş. Halen Darmstadt Edebiyat Evi’nde Gençler İçin Edebiyat Merkezi’ni yönetiyor. Sayısız şiir kitabı, tiyatro oyunları, makale ve romanları bulunan yazar, birçok ödülün de sahibi.
Tarabya Kültür Akademisi, Alman Büyükelçisi’nin Tarabya’daki yazlık rezidansı içinde yer alıyor. Rezidansın bulunduğu arazi, Sultan II. Abdülhamit tarafından 1880 yılında II. Kayser Wilhelm’e, diplomatik amaçlarla kullanmak koşuluyla armağan edilmiş. Kültür Akademisi, bugün, Ankara’daki Alman Büyükelçiliği tarafından yönetiliyor. Küratörlük sorumluluğunu ise Goethe-Institut üstleniyor. Tarabya’da bir kültür akademisi kurulması fikri, 2008 yılında Alman Parlamentosu tarafından ortaya atılmış. Villa Tarabya, 2011 sonbaharında Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Alman Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle’nin katılımıyla yapılan bir törenle açılmış. Goethe-Institut bursiyerlere danışmanlık hizmeti veriyor; İstanbul’da sanatçılar ve sanat çevreleriyle ilişki kurmalarına yardımcı oluyor ve ayrıca konserler, okuma etkinlikleri ve konferanslar düzenliyor.
Kurt Drawert, kendisini şu cümlelerle ifade etti:
“ Ben, hatıraları, dramaları, hikâyeleri, edebiyat eleştirileri ve şiirleri ile yaşama iz bırakan bir yazar olmaya çalışıyorum. Edebiyat eleştirileri hakkındaki kitabımı Almanya’daki akademiler, ayrıca yöneticiliğimi yaptığım atölye de de kullanıyor.”
-Türkçede yayınlanmış herhangi bir eseriniz var mı ?
“ İlk olarak, “Hiçbir Şeyin Tersi” adlı tiyatro oyunu Türkçeye çevrildi Sibel Aslan Yeşilay tarafından. Ardından çevirmen romanlarımdan birini de çevirmek istediğini iletti. Tiyatro eserim yayınlanacak fakat ne zaman olacağı konusunda bir tarih veremiyorum.”
-Kurt Drawert yazma ile nasıl tanıştı?
“Kendimi bildim bileli hep yazıyordum. Çocukken de hep yazdım. Yazmak benim için hep vardı. 15 yaşımda bile yazar olmak istediğimi biliyordum.”
-Önce şiir mi yazdınız?
“Yazmaya şiir değil romanla başladım. 17 yaşlarında bir roman yazdım fakat o yayınlanmadı. Romanı bir şekilde kaybettim. Daha sonra 20 yaşımda şiirler yazmaya başladım. İlk şiirim 1987 yılında eski Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde yayınlandı. O zamandan beri kendimi bildim bileli şiir yazıyorum. Almanya’daki en tanınmış şairlerinden birisiyim.”
–“Hiçbir Şeyin Tersi” oyunu hangi konuları işliyor?
“İşlenen konular şiddet ve insanın bağımsızlığının yok edilmesi.”
–Kurt Drawert’in doğum yeri Doğu Almanya fakat sonrasında duvarın yıkılışına tanık olan kişiler arasında olduğunu fark ettim. Takip eden süreçte Almanya birleşince Batı tarafında yaşamaya başlıyor. Bu değişim kendisinde nasıl bir gelişimi getirdi? Bu yazdığı tiyatro eserinde yansımaları oldu mu ?
“90’lı yıllarda eserlerimi bu tema yani iki Almanya’nın anlaşamaması beni de etkiledi. Fakat bu eseri yakın zamanda 2008’de yazdım. Bu yazdığım en son tiyatro oyunudur. Yani metinlerin estetik anlayışı aynı kaldı. 90’lı yıllardan bu yana bu farklılık yazılarımı etkiledi. Ben sisteme karşıydım ve eleştiriyordum. Bu yüzden bu değişimle birlikte bu yazdığım eserler de çöpe gitmemiş oldu. Tam tersine, Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde şiirlerimle daha sonra bana hak verildi. Şimdi aslında bütün entelektüeller ve eleştirmenler bu sistemin kalıcı olmayacağını, gün gelip yıkılacağını söylemişlerdi. Sadece zamanı bilinmiyordu. Bütün eserlerimde bu konu işlendi, kısaca ben haklı çıktım. Tabii bunun bu kadar hızlı bir şekilde ilerleyeceğini kimse bilmiyordu. Ben kendi biyografimi ve hayatımı ikiye ayrılmış gibi hissediyorum. Bir batı ve bir de doğu. Yalnız Doğu Almanya’dan da edindiğim miras Batı’yı eleştirebilmemi sağladı. ”
-Kariyeriniz boyunca daima yazarlıkla mı uğraştınız?
“İkinci bir mesleğin birçok yazar tarafından icra edildiğini biliyorum. Fakat ben 30 yıllık kariyer hayatımda hiç ikinci bir işle uğraşmadım. Tabii ki benim de sıkıntılarım oldu, benim de bir ailem var, karım, çocuklarım var. Bununla beraber eşim de benim gibi bir sanatçı ikimizin de mesleği çok fazla para getiren meslekler değil. Fakat Almanya’da çok teşvik ve burs var. Bu teşvikler benim ayakta durmamı sağladı. Kariyerim boyunca bir çok ödül aldım. Tabii ki kitaplarımın satışından da iyi bir kazanç sağladım. Bunların hepsinin sanatıma maddi anlamda çok katkısı oldu. Yazma işini ciddiye alırsak çok uzun ve meşakkat isteyen bir süreç olduğunu düşünüyorum. Doğu Almanya’da olduğum zaman liseyi bile bitirme şansım olmadı, çalışmak zorunda kaldım. Benim için edebiyat ayaklarımın üzerinde durabileceğim ve var olabileceğim bir meslekti. Zaten ben de yazmayı çok seviyorum ve yazmaktan başka bir şey yapmak istemedim.”
-Yazar olmak isteyen gençlere ne önerirsiniz? Yazarken uyguladığınız ritüeller var mıdır?
“Bunu herkes kendi kendine bulmak zorunda, bir reçetesi yok. Herkes kendi mekânını ve ritüelini kendisi yaratmak durumunda. İnsan yazarken içinden sorular soruyor. Bu soruları da cevaplamak durumunda kalıyoruz. Ben her zaman yazıyorum; şu anda sizinle konuşurken bile yazıyorum ama hakiki anlamda yazmak derseniz benim için önemli iki şey vardır: Birincisi sessizlik; tamamıyla mutlak sessizlik. Örneğin bir kafede yazı yazmam, mutlak bir sessizlik olmasını tercih ediyorum. İkicisi yazı yazarken karşıya baktığımda ufku açık bir manzara görmem gerekiyor. Yani bir duvarın önüne oturup da yazı yazamam. Bu ikisi benim için çok önemli. Bu arada İstanbul Boğazı’nın manzarası bir harika. Burada kaldığım için çok mutluyum.”
-İstanbul’a gelmeden evvel burasının nasıl bir yer olduğunu biliyor muydunuz? Ve ne kadar süre boyunca İstanbul’da kalacaksınız?
“Buraya gelmeden önce nasıl bir yer olduğunu bilmiyordum. Sekiz haftadır buradayım. İstanbul’u çok beğendim, âşık oldum. Sessizlik ve manzara beni büyüledi. İstanbul’la evlenmiş gibi oldum. Şimdi giderken boşanmak zorunda kalacağım.”
-Peki önümüzdeki yıllarda İstanbul ve Tarabya Kültür Akademi’si ile projeleriniz olacak mı?
“Evet projelerim var. Bir sekiz hafta daha gelebilmek için tekrar başvuruda bulunacağım. Kabul edilirse Mayıs 2015 tarihinde tekrar İstanbul’a gelmiş olacağım. Almanya’da çok küçük bir okulun öğretmeniyim. Öğrencilerim burayı ziyaret etmek istiyor. Bu yüzden önümüzdeki sene onların tekrar İstanbul’a gelme projesini de yürüteceğim. Alman gençlerinin İstanbul’u yazmasını istiyorum. Bu iki proje var. Bunun dışında hayalim, umut ediyorum gerçekleşir; boğazın kenarında çok küçük ve ahşap bir Osmanlı evine sahip olmak istiyorum. Burada daha uzun süre kalmayı bu hayal ile çok isterdim. Tabii bunun için gereken parayı lotoda kazanmam gerekiyor.”
– Şu an yazmakta olduğunuz yeni bir eser var mı?
“100 şiirden oluşan bir şiir kitabı yazmaya başladım. Şu ana kadar üçte dördünü tamamladım. Burada bulunduğum süre içerisinde yazmaya devam ettim. Bitirmek için birkaç bölümü daha var. Bu kitap bir insanın dört mevsimini anlatan bir eser olacak. Öte yandan konular, doğa, aşk ve ölüm.”
-Bu eserde İstanbul’un izleri de oldu mu?
“
Şiirlerden otuzunu burada yazdım. İstanbul şiirde geçiyor. Daha çok konuları değiştirmeden, bir insanın hayatında yaşadıkları, korkuları, kaçışı, evsizliği, mesela boğazdaki gemileri de “Göçmenlerin Kaçışı” olarak metaforlaştırıp yazdım. Bir şair için hayat insanın vücudundan geçiyor ve şiir olarak da o vücutta kalıyor. Yaşam benim içimden geçmeseydi, bunları bu şekilde yazmazdım. Bu durum ya vardır ya yoktur. Bazı mekanlar vardır benim için bir şey ifade etmez. Ama İstanbul benim içimden geçen ve akan bir şiir.”
-İstanbul bir kadına mı yoksa erkeğe mi daha çok benziyor sizce?
“Bu çok iyi bir soruydu. İstanbul, kadın olmak isteyen bir erkektir. İstanbul’u çok değişken buluyorum; pek çok zıtlığın olduğu bir şehir burası… Bu zıtlıklar birbirine çok yakın yaşıyor. Bu da biz sanatçılar için müthiş çekici bir şey; heyecan verici. Bu bana ilham kaynağı oluyor.”
-Eserlerinizi yazarken etkilendiğiniz bir karakter var mı?
“Edebiyatın hayatı değiştirdiğine çok inanıyorum. Edebiyat olmasaydı biz de biz olmazdık. Bu şu anda karşımızda duran Kurt Drawert’i de yaratan edebiyat oldu. Ben yazmasaydım, şu an burada olmazdım. Çünkü kitaplar daha evvel bilmediğimiz soruların cevabı oluyor.”
Zaman ayırdığınız için tekrar teşekkür ederim
Bu çok enteresan ve sıradışı bir görüşmeydi. Tüm Martı Dergisi çalışanlarına bu emeklerinden dolayı teşekkürlerimi iletin lütfen.
Kurt Drawert hakkında daha detaylı bilgi için web sitesini ziyaret edebilirsiniz.
Bu yazıda;
Mütercim Tercümanlı desteği ile Yeşim Turgay’a
Fotoğraflar için Sedat Mehder’e teşekkür ediyoruz.
Zeliha Dağhan
Martı Dergisi Yazarı & Kariyer Koçu