Psikoterapist Cem Keçe ile Söyleşi: Erkekler Twitter’dan, Kadınlar Facebook’tan

Hayatta hiçbir şey tesadüf değildir. Martı okurları için Psikoterapist Yazar Dr. Cem Keçe ile yapacağımız söyleşiye giderken arabada ilk kez dinlediğim bu şarkının konuşacağımız konuyla ilgisinin de bir tesadüf olmadığı gibi… İrem Derici söylüyor, ben sözlerini dikkatle dinliyorum. O, “ Zorun ne sevgilim?” diyor ben “Zorumuz ne? “ diyorum. Şarkının nakaratını ezberliyor ve aynı iştahla eşlik ediyorum…

Üstüne düşüyorum, kendini çekiyor.

Umursamıyorum olay çıkıyor.

Aşk da bir taraf erken bıkıyor,

Gariplik bizde mi, gidenlerde mi?

Gerçekten de bir gariplik var bu işin içinde. Giden ya da garip olmak konusunda köşe kapmaca oynuyoruz. Bazen giden oluyoruz, bazen ‘garip’ ama hangi köşede olursak olalım birbirimizi anlayamıyor ve çözemiyoruz, Çözemediğimiz için de biz kadınlar anlaşılana kadar bağırıyoruz. Bağırmak kesmiyor, şarkıları mancınıklara koyup timeline’dan eski sevgiliye tam on ikiden nişan alıyoruz. Biz konuşuyoruz, erkekler susuyor. Onlar siyaset konuşarak, futbol tekniklerinden bahsederek, maç yorumlayarak susarak sensizce katılıyorlar bu oyuna ve “sensizim ama hayat devam ediyor“ mesajı vererek psikolojik savaştaki yerlerini alıyorlar. Ve her iki taraf da anlamak üzere değil, acıtmak ve savunmaya geçmek üzere hareket ediyor. Hepimiz çocuk gibi görünüyoruz Aşk sahasının içinde. Acımadı ki, acımadı ki! diye bağıran, kalbindeki yaraları aceleyle sarıp karşı saldırıya geçen büyük çocuklar.

20140122_101004-1Yani biz aşkı bir savaş gibi yaşıyor ve sonunda da yorularak başka aşklara şarj olmaya çalışıyoruz. Yaşadığımız bu şeyin adı aşk mı sahiden? Acaba, bu davranışlarımızın çocukluk dönemlerimizde yaşadığımız hikayelerle bir ilişkisi olabilir mi?…

Psikoterapist Yazar Dr. Cem Keçe ile ilişkiler üzerine yaptığımız sohbet sonunda, hala düşündüğüm ve üzerine yoğunlaştığım bazı konular var. Erkek ve Kadın dili gerçekten de çok farklı ve bu dili öğrenmediğimiz sürece, öğrendiğimiz, bildiğimizi sandığımız, bilge arkadaşlarımızdan aldığımız stratejik davranışların sadece an kurtarma ve iç rahatlatma harekatından başka bir şey olmadığını anlayamayacağız. En önemlisi ve üzerinde beni kitap yazmaya iten en önemli neden, aile ilişkilerimiz. Yani, kadın ya da erkek olalım, anne ve babamızla yaşadığımız ilişkiler, geçmiş travmalarımız, geçmiş ilişkilerimizde sorunlar varsa ve onların farkına varıp çözmedikçe ilişkileri de sanki bir şarkıyı tekrar tekrar dinler gibi tekrar ederek yaşamaya devam edeceğiz. Eski sevgili gidip, bir başkası geldiğinde o bambaşka biri olsa da, onu belleğimizde yaşattığımız kadın ya da erkek olmaları için zorlayacağız. Birbirlerini yoran ilişkiler gördüğümde, aynı cümlelerle güne başlayan çift şikayetleri duyduğumda, omuzlarım yana düşüyor ve içimden üzülerek şunu söylüyorum : acaba herkes birbirinin geçmiş travmalarını, hikayelerini bilseydi, yine de birbirlerini üzerler miydi?… Sevmek istiyoruz, Onu hayal ediyoruz, gün boyunca deli gibi görmek istiyoruz ama karşılaştığımızda sevmiyormuş, istemiyormuş, ilgilenmiyormuş gibi davranıyoruz. Hepimizin bu kadar ilgiye ve sevgiye ihtiyacı varken, bu yoksunluğu seçmemizin ve davranışlarımızın üstesinden gelemememizin sebebi ne sahiden? Siz de merak ettiniz mi? Sevgilinin zoru ne? Bilmiyorum ama Dr. Cem Keçe’nin söylediğine göre hepimiz aynı dili konuşuyormuş gibi görünsek de aslında birbirimizin dilini bilmiyoruz.

İlgisiz kalırız, değersiz hissederiz, huzurumuz kaçar, kışkırtılırız ama bize bunları yaşatan kişi konusunda ısrar ederiz. “Sevil de sevme” şarkısını hop hop göbek atarak söylediğimizde ne kadar da ciddiyiz. Gerçekten buna inanıyor muyuz mesela? Sevilmek isteğimizin karşılığı sevmemek mi olmalı. Severken korkuyor muyuz? İncinmemek, kırılmamak için mi “muş” gibi yapıyoruz. Bize bu korkuyu saran neden ne?

Ezberi bozmak ve tüm gücümle şöyle bağırmak istiyorum : hey!.. Yanlış yoldayız. Bunları yanlış öğrendik, kodladık. Böyle sevmek bizim öğrenilmiş çaresizliklerimiz, durun ve sevin. İnadına sevin ama başkasına inadına değil, kendinize, içinizdeki egonun inadına sevin. Kırılmamayı öğrenene kadar kırılın ama sevin. Mutlaka sevginin gerçek manasını bilen biri gelip bir gün size bütün içtenliği ve ihtişamı ile “Merhaba “ diyecek. Buna inanıyorum, çünkü ilk “Merhaba” yı içinizdeki sesten duyacaksınız.

Kadın ve erkek yapısı dediğimiz anda bir ansiklopedi açılıyor ve içinden her iki cinsin de psikolojik ihtiyaçları, yetiştirilme tarzları, geçmiş yaşam kodları, anne- baba rol modelleri diye bölümler çıkıyor. Yani gerçekten de iş gibi çalışmak gerekiyor hem kendimizi hem de karşı cinsi. Öğrendiklerimden bunu anlıyorum. İşimiz kolay mı? Tabi ki değil, zor. Ama her arkadaş toplantısında “ bu adam bana bunu dedi, aslında bunu mu demek istemişti yoksa bundan dolayı mı böyle davranıyor “ açık oturumu yapmaktan, bir dedektif gibi sayfaları, cep telefonları, tuvalet ziyaretlerini kontrol etmekten daha zor ve yorucu değildir diye düşünüyorum. Stratejik planlar, kuşku nöbetleri, “acaba neden? “ soruları ve sherlock holmes edasıyla iz peşinde olmak, teoriler, çıkarımlar, “ebeledim seni hain adam ya da kadın “ sendromları, sevgiliye atılan kaya gibi cümleden mesajlar, twitterlar… Ben yazarken yoruldum inanın, ya yaşamak?… Siz yorulmadınız mı? Bu yorgunluğu gözlemlediğim her an aklıma Adem ve Havva’nın yaradılış hikayesi geliyor.

Hz. Adem uyandığında, Havva’yı başucunda oturur buldu. Hemen ona “Sen kimsin?” diye sordu. Havva “Ben bir kadınım” dedi. “Niçin yaratıldın?” diye sordu Adem.
Havva “Senin benimle, benim de seninle huzur bulmamız için” cevabını verdi. 
Peki, biz neden huzur bulamıyoruz?
Bizi birbirimizden uzaklaştırıp, uzaklara özlemle bakmamıza neden olan etkenler neler?
Niye giderek yalnızlaşıyor, uzaklaşıyor ve yanı başımızdakini anlamakta zorluk çekiyoruz? Birinci derece yanık gibi yaşadığımız en büyük yalnızlığımızın ise, birlikteyken ya da evliyken yaşadığımız çift’e kavrulmuş yalnızlıklar olmasının nedenleri nedir?

Psikoterapist- Yazar Dr. Cem Keçe, “Erkekler konuşmayı sevmezler, konuştuklarında ise genellikle söylemek istemediklerini söylerler” diyor. Nedenini bir dinlemekte fayda var.

Sohbetimiz esnasında hop oturup, hop kalktığım, koltuktan kaydığım, yakamı düzeltip strese girdiğim anlarım da olmadı değil. Çünkü bugüne dek öğrendiğimiz ve “kadın kaçar, erkek kovalar “ kalıp düşüncesine “ kadın erkeği tutmalı “ gibi bir tezle karşı karşıya kalmak öğrendiklerimin üzerine inen koca bir darbe gibiydi. Konuşma sonunda kendimi koltuk altına koca bir çalışma dosyası sıkıştırılmış bir kadın gibi hissettim.

Sohbeti okumadan önce derin bir nefes almanızı öneriyorum. Erkekleri anlamanın yolu onları dinlemekten geçiyor. İnsanları ekran başına mıhlayan Muhteşem Yüzyıl’ın Hürrem Sultanı’nı kadın – erkek demeden neden heyecanla takip ettiğimizi bir de Cem Bey’den dinlemelisiniz.

Ve ‘paralel’ kelimesi ilişkilerin içine de girdi sevgili okuyucular. Paralel evren, paralel devlet kavramlarının arasına sıkı bir aday daha geliyor ki, inanın bana çok ses getirecek. “Twitter erkeklerin, facebook ise kadınların oyun alanıdır “ diyen Cem Bey bakın paralel ilişkileri nasıl anlattı?

Tabii ki zamane aşkları… “Eskiden buralar bostandı” sözünü modern bir anlayışla değiştirecek yeni bir gelecek atasözümüz oluşuyor. “Eskiden timeline’lar destandı” Aşklar sanal ama hisler gerçek mi? sorusuna gerçekler boyutundan baktık.

Sonsuz aşk kavramına inananlar, hayal kırıklığına uğrayacaksınız, şimdiden söylemeliyim.

Cem Bey, “Aşk dediğimiz şey en fazla 3 sene“ deyince ‘ sonsuz aşk’ ezberim bir pankart açtı gözlerimin önünde. Şimdi karşımda duran bütün harflere “bunlar delirmiş galiba” diye bakıyorum. Sohbet esnasında aşkı şizofrene bağladığımızdan olsa gerek, Cem Bey’in muayenehanesinden ayrıldığımda dilimde artık başka bir şarkı vardı ve Aysuda Ülkü Zeren söylüyordu…

Sen çok seven, ben şizofren,

E böyle bil bir şey demem

Yeter yaşadığını bilmem

Ne güzeldik oysa biz!

Ne güzeliz böyle biz, bize dokunmayın diyorsanız, diğer sayfalara geçebilirsiniz. Fakat partnerinizin dilini öğrenmek istiyorsanız, bu yazıyı okumadan geçmeyin derim.

İşte, Psikoterapist Yazar Dr. Cem Keçe ile, erkek ve kadın dilinden aldatmaya, paralel ilişkilerden aşka, cinsellikten boşanmaya kadar her şeyi konuştuğumuz sohbetimiz…

Psikoterapist Yazar Dr. Cem Keçe ile İlişkiler Üzerine …

Kadının en temel ihtiyacı anlaşılmaktır.”

Erkekçe adlı kitabınızda “Erkekler konuşmayı sevmezler, konuştuklarında ise genellikle söylemek istemediklerini söylerler. “ diyorsunuz. Bu hemen hemen bütün kadınların şikayeti. Google arama motorunda “Erkekler Neden Konuşmayı Sevmez? “ Yazdığımızda yüzlerce sayfa görmemiz de bunun sağlaması gibi. Kadınlar konuşmak istiyor, erkekler susuyor. Peki anlaşma nasıl sağlanacak? Erkeğin ana dili nedir?

Öncelikle erkekler ve kadınlar birbirinden farklılar. Erkekler ‘Erkekçe ‘ kadınlar da ‘Kadınca’ dilinden konuşuyorlar. Yani her iki cinsin dili de birbirinden farklı. Biri İngilizce konuşuyorken, diğeri Türkçe konuşuyorsa anlaşamazlar değil mi? Burada her iki tarafın da birbirinin dilini öğrenmesi lazım. Birincisi, erkekler ‘kadınca’yı öğrenecekler, kadınlar da ‘erkekçe’yi. İkincisi ise; erkekler konuşmayı sevmezler. Kadınlar da konuşmadan yapamazlar. Kadınlar konuşacak erkek arıyor bölümünü düzeltelim. Kadın konuşacak erkek aramaz, dinleyecek erkek arar.

– Kadının hep bir anlaşılma / anlatma isteği var. Anlaşılmak bizim için neden bu kadar önemli ?

Kadının en temel ihtiyacı anlaşılmaktır. Kadın konuşurken düşünür ve gelmek istediği noktaya gelir. Ya da konuşa konuşa, açarak, genişleterek kafasındaki problemin çözümünü bulur. Fakat erkekler çok farklıdır. Erkekler bir odaya kapanır ve uzun uzun düşünür ve aklına yattığında onu uygular. Biri konuşurken düşünüyor diğeri ise sadece düşünüyor ve uyguluyor.

Zaman belirtmeden konuşmaya başlarsak erkek dinleyemeyebiliyor.”

-Erkek düşünürken kadın konuşmak için ısrar ederse…

Büyük bir çatışma çıkar. Burada kadınlar erkeğe şu dille yaklaşmalı; seninle konuşmaya ihtiyacım var. Beni dinlemene ihtiyacım var. Beni dinle ve anla. Ve mutlaka bir zaman belirtmeleri lazım. Mesela, “ yarım saat beni dinlemene ihtiyacım var” denilebilir. Zaman belirtmek önemli çünkü erkek zamanı bildiğinde “ yarım saat dinleyebilirim” diyor ve konuşma bitinceye kadar ilgiyle dinliyor.

– Zaman belirtmezsek ya da konuşma yarım saatten uzun sürerse?

Zaman belirtmeden konuşmaya başlarsak erkek dinleyemeyebiliyor. Kadın şunu da mutlaka söylemeli : benim söylediklerimle ilgili bir çözüm üretmek zorunda değilsin. Bu şikayetlerimi ve konuşmalarımı ille de çözülecek bir problem gibi görme lütfen. Eğer senden bir şey istersem, somut ve net olarak söylerim, eğer yapabilirsen mutlu olurum, yapamazsan sorun yok. Ama çözüm yolu olarak dinleme. Ve söylediklerimden dolayı da kendini suçlu hissetmene gerek yok. Beni dinlemene ve anlamana ihtiyacım var. Bunun nihayetinde, kadın erkeği yarım saat dinler ve her iki taraf da rahatlar, sıkıntı ortadan kalkar.

– Erkekler konuşulan her konuyu çözmeleri gereken bir problem gibi algılıyor o zaman. Kadınların bu davranışlara algısı da “beni ciddiye almıyor, önemsemiyor “ oluyor…

Genelde kadınlar, “bunların sorumlusu ben değilim, sensin” gibi yaklaştıkları ve “bir çözüm üretmek zorunda değilsin” demedikleri için iletişim zorlanıyor. Kadın genelde zaman belirtmediği ve de bir konudan başka bir konuya geçtiği için, bir müddet sonra erkeğin ilgisi dağılıyor. Erkek böyle zamanlarda ya uzaklara bakıyor ya da elindeki telefonu alıp onu kurcalamaya başlıyor.

– Bir de öğrenilmiş davranışlarımız var. Örneğin, ne kadar çok istesek de “seviyorum” demek isterken, birden ağzımızdan başka kelimeler dökülüyor. “Onu gördüğümde şöyle sıkıca sarılıp, koklayacağım “derken gördüğümüzde tam tersi davranabiliyoruz. Bunun tam olarak nedeni nedir? Bu çoğumuzun ezber bir davranışı gibi ve maalesef aşmak çok kolay olmuyor…

Bunun üstesinden gelmek mümkün fakat sevgiyi – ilgiyi gösterememenin asıl sebebi kırgınlık, öfke ve gurur. Mesela kadın erkeğe kırılıyor ve öfkeleniyor, bütün bunlardan dolayı da ona dokunmak ve sarılmak istiyor. Fakat bu sefer de o kırgınlık ve öfkesi gururla birleşince kadın erkekten uzaklaşıyor.

-Ve erkek, kadının neden kendisinden uzaklaştığını anlamıyor…

Erkekler de çoğu zaman tavşan dağa küsmüş, dağın haberi yok misali hiçbir şeyden habersiz, olanları algılamaya çalışıyor. Ve kendisine tepki gösteren kadına dokunmaya zorlanıyor. Ama unutmayın kırgınlıklarımız, öfkemiz ve gururumuz bizim en büyük düşmanımızdır.

Gülümseyen mutlu bir kadın, erkeğin zaferidir.”

– Bu söylediğiniz şey o kadar zor görünüyor ki… Kırgınlığı ve gururu birden soyunmak ve başka bir hali giyinmek, bunu aşabilmek nasıl mümkün olur?

Bunu aşabilmenin yolu düşüncelerinin temelini değiştirmek ve elbette değiştirmek çok zordur. Değişim düşüncelerle alakalıdır. Değiştirmek denildiği zaman kişileri değiştirmek gibi düşünüyoruz. Kadın ve erkek birbirlerini değiştiremezler, değiştirebilecekleri tek şey davranışlarıdır. Eğer davranışlarımızı irademizle uygun hale getirebilirsek; gururu, öfkeyi, kırgınlığı bir tarafa bırakıp mutluluğu yakalayabilirsiniz. Mesela kocasına öfkeli ve kırgın bir kadın bu duygularını arkasına atıp, eşi geldiği zaman onu mutlulukla karşılayabilirse her şey değişebiliyor.

– Kırgınken tebessüm etmek, dünyanın en zor hareketi gibi…

Gülümseyen mutlu bir kadın erkeğin zaferidir. Mutsuz, gülmeyen bir kadın ise erkeğin malubiyetidir. Erkek mutlu olmayan bir kadına yakın olamaz. Erkek için gülümseyen bir kadın hep çok çekicidir.

– Kadının gülümseyebilmesi için erkeğin de kadını mutlu etmesi gerekmiyor mu? Alttan alan kadın, negatifi pozitife çevirmek için çabalayan kadın, olumlu bakmak durumunda olan kadın… Kadın sanki her şeyi tek başına yaşıyor gibi olmuyor mu?

Kadın erkek hak ettiği için değil, kendi hak ettiği için yapacak, burası çok önemli.

– Ne yaparsanız yapın, erkeğin yapısı bu, başka bir şey beklemeyin diyorsunuz yani. Biz de erkeklerden bekliyoruz aynı davranışları…

Beklemeyin, yapın. Tekrarlamak istiyorum, bunu kadın hak ettiği için yapmalı. Ayrıca elbette erkeklerin de yapması gereken şeyler var. Mesela erkekler de kadına seks dışında da dokunmayı öğrenmeli. Çünkü erkekler sadece seks yapacakları zaman kadına dokunuyorlar, onun dışında dokunmuyorlar, bu da kadına kendini değersiz hissettiriyor. Diğer önemli bir konu ise, erkek kadını dinleyecek. Partneriyle en azından akşamları konuşmalı. Göz teması ve gönül teması kurmalı ve partnerini dinlemeli. Erkekler bu iki şeyi yapıp, bir de kadına iltifat ederse erkek de kadın da mutlu olur. İlişkinin ilkesi olarak söylüyorum bunu; erkekler dinleyecek, kadınlar gülümseyerek karşılayacak ve kadın erkeğe hatasını asla söylemeyecek.

– Aslında ne kadar basit görünüyor. Dilleri değiştirip, yapıları anlamak gerekiyor. Biz normal ilişkilerimizde de genelde suçlayan ve işaret parmağımızla suçlu arayan bir dili seçiyoruz. Aslında siz “beklemeden sevin “ diyorsunuz. Genelde bunun tam tersi oluyor…

Evet, işte bu nedenle insanların en çok da kadınların hayatı mahvoluyor. Erkeğin kusurunu görme, kötü sözünü duyma ve hatalarını yüzüne vurma. Tam tersini yap, erkek iyi bir şey yaptığında hemen onu gör ve iyi bir şey söylediği zaman hemen onu duy ve onunla konuş ki, sana sadık olsun. Yoksa paralel bir yaşam kurar.

– Paralel yaşamdan kastınız nedir?

Kadın ne kadar akıllı olursa olsun, ne kadar güzel ya da seksi olursa olsun, erkek güler yüz görmezse hemen aldatır. Bunların hiç birinin kıymeti yok. Geçenlerde çok seksi bir hanımefendi geldi. Büyük bir öfke içerisinde elinde kocasının sevgilisine yazdığı aşk mektupları var. e maillerini internetten yakalamış. Öfkeyle bu e-mailleri masanın üzerine öfkeyle attı. “ Kocam kadına neler yazmış bakar mısınız? “ dedi. Dedim ki, mektupları birlikte okuyalım. Hanımefendinin kocasına yazdığı mektupları bir okudum, sanki Sultan Süleyman eve gelmiş. Kadın o kadar mutlu ki. Adamı eve gittiğinde o kadar güzel karşılamış ki; sanki sultan Süleyman gelmiş gibi övgüler düzmüş, yüzünde gülücükler açmış, o gittiği zaman hüzünlenmiş, o geldiği zaman çok mutlu olmuş. Öyle bir anlatmış ki hislerini adam kadının evine güneş gibi doğmuş sanki. Adam da bu sözlerden ve davranışlardan o kadar çok etkilenmiş ki, karşısındaki kadın karısından çirkin olmasına rağmen, ona gitmeyi istemiş, onu tercih etmiş. Kadın çok güzel, çok seksi olmasına rağmen adamın gözünde bir kıymeti yok.

“Siz bunları kocanıza en son ne zaman söylediniz? “ diye sordum. “Ben bunları yapmıyorum ki” diye cevap verdi. “Ben genelde hep eleştirir ve suçlarım.” diye ekledi. “Neden kocanızın başka bir kadınla / paralel bir ilişki yaşadığını anladınız mı?”dedim. Kadın ağlayarak “anladım” dedi. Ve gerçekten de 15 gün sonra kadın geri geldiğinde “kocam sevgilisini bıraktı bana döndü” dedi. “Ne yaptınız?” diye sordum. Güzel sözlerle hitap ettim, diğer kadının yaptıklarını yaptım Ona” dedi. “Ben zaten kocam için güzel hisler besliyordum ve onu seviyordum fakat gururum ona güzel sözler söylememe engel oluyordu.” diye ekledi.

İşte bakın, gurur, kırgınlık ve öfke aşılmadığı sürece çiftler birbirlerine hislerini saklıyorlar, gösteremiyorlar. Elbette aldatan adamın da hataları, yanlışları var ama arkasına baktığımızda neden olduğunu anlıyoruz. Bu erkekler için de geçerli, erkek de kendine bakıp “ne yapmalıyım?” diye sormalı. Kadın, “kendimi seviyorum, değer veriyorum, kendim ve evliliğim için bunları yaptım ve evliliğimi kurtardım” dedi.

– Anlıyorum ancak söylediklerinizi uygulamak için muhteşem bir hoşgörü ve anlayışa sahip olmak gerekiyor ki, bunu yapabilmek kendini aşmış olabilmek demek. Ayrıca biz, çevremiz, toplum bize “ ilk adımı sen atma, gururlu ol. Erkek kadının peşinden koşar. Mesafeli dur ve çok yüz verme “ gibi sözlerle büyüdük. Hepimizin ortak kalıpları var. Bunu aşabilmek bile bir mesele. Dolayısıyla evli de olsak, karşımızdaki sevgilimiz de olsa kırgınlık sebebi sabun köpüğünden değilse, gurur duygusunu aşabilmek oldukça zor. Ve tabi ki en önemlisi, adam bir başkasını tercih etmiş, evden çekmiş gitmiş, üzerine de bir ilişki yaşamış. Hiçbir şey olmamış gibi davranmak kolay mı? Erkek de bir şey olduğunda “ilk adım atan “ olmayı öğrenerek büyüdü. O zaman bu bilinçle davranması gerekmiyor mu?

Elbette erkek her zaman bir adım önde olmalı. Kadına seks dışında da dokunacak, iltifat edecek, onu dinleyecek. Bunları yapan bir erkek karısından da, kız arkadaşından da Sultan Süleyman muamelesi görecek. Siz nefes alıp vermeden yaşayabilir misiniz?

– Elbette yaşayamam

Çikolata / tatlı yemeden yaşayabilir misiniz?

– Biraz zorlanırım ama yaşarım.

Yani, nefes almak bir mecburiyettir. Erkekler için çok önemli iki konu var. Bunlardan biri pohpohlanmak. Dünyanın en seksi kadını olsanız bile erkeğinizi pohpohlamazsanız, etkileyemezsiniz. Üç maymunu oynayın, kötü tarafları görmeyin ve biraz abartın.

İkincisi ise, erkeğin yalnız kalma ihtiyacı vardır. Onu yalnız bırakın.

– Yalnız kalmak bir insan ihtiyacı diye düşünüyorum. Kadın ya da erkek olarak ayırmıyorum. Mesela ben de dönem dönem yalnız kalmayı tercih ederim. Erkeğin yalnızlık isteği daha farklı bir şey mi?

Arada bir erkeği serbest kalması gerekiyor, serbest bırakmalısınız ki fazla uzaklaşmadan size geri dönsün. Ama çok sıkarsanız, emin olun paralel yapı kurar. Ya da şiddet uygular, hakaret eder, kendinden bir şekilde uzaklaştırır. Bunları yapmayanlar da, kendilerini işe verip, deli gibi çalışırlar.

Kadınlar da erkekler kadar aldatıyorlar.”

– Kadının en temel ihtiyacı ilgi ve şefkat. O zaman şöyle diyebilir miyiz? İlgi ve şefkat eksikliği hisseden kadın da paralel ilişki kurmayı tercih edebilir?

Elbette, paralel ilişki sadece erkekler için değil, kadınlar için de geçerli. Kadınlar da erkekler kadar aldatıyorlar. Aldatılan erkekler eşleriyle ilişkiye tekrar devam edebiliyorlar. Yani, aldatma sadece erkeğin kazası değil, kadının da kazası.

– İlişkilerde aradığını bulamayanların buluşma yeri gibi oldu sosyal siteler. Geçenlerde köpeğimle birlikte parkta yürüyüş yaparken çok tatlı bir amcaya rastladım. İki torunu vardı. Parkta oynasınlar diye getirmiş. Sohbet ederken, torunların annesi ve babasının ayrıldığını. İnternetin kızı ve damadının boşanmalarına sebep olduğunu anlattığında anladım ki, artık internet her evin içinde. Aldatmaların en yoğun yaşandığı yer de sosyal siteler oldu sanki… Kadının ilgi gördüğü, erkeğin de sizin deyiminizle pohpohlandığı bir buluşma yeri oldu internet.

Kadın tabi ki ilgiye karşı boş olamaz. Hiçbir erkek de pohpohlanmaya karşı ilgisiz kalamaz. Mesela kadının ilgisi iltifattır. Erkeğin pohpohlanması yaptığı davranışların takdir edilmesidir. İkisi aynı şey değildir. Erkek iyi bir şey yaptığında, kadın takdir ettiğinde erkek kendini özel hisseder ve kadına bir anda ilgi duyar. Kadın ise, güzel olduğunu, seksi olduğunu, tatlı olduğunu duyarsa kadın da buna karşılık vermeden duramaz. Fakat internetten önce de aldatma vardı. İnternet daha da kolaylaştırdı işi. Ama şunu unutmamalı ki, kadınların da erkeklerin de ihtiyaçları var. Bunları kim veriyorsa oraya gidiyorlar. Sosyal siteler de bunları alabilme hayaliyle ilişkiler kuruluyor. Bu paralel yapılanma için çok güzel bir ortam yaratıyor. Nasıl internette oyun oynanıyor bu da bir oyun, aşk oyunu.

Seks evliliğin sigortasıdır. Bir sorun çıkarsa sigorta atar ve ev karanlıkta kalır.”

-Özellikle uzun süreli ilişkilerde ve evliliklerde seks rafa kaldırılabiliyor. Romantizm ve birlikte geçirilen zamanların sayısı giderek eksiliyor ve rutin bir yaşam başlıyor. Bu tablo daha çok evli olan çiftlerin en çok şikayetleri arasında yer alan bir evlilik tablosu. Cinsellik bittiğinde evlilikler de bitiyor mu?

Seks evliliğin sigortasıdır. Bir sorun çıkarsa sigorta atar ve ev karanlıkta kalır. Erkekler erotizmi severler. Erotizmi isterler. Kadınlar da romantizmi isterler ve romantizmi severler. Bu nedenle kadın erotizm verir, karşılığında romantizm alır. Erkek de romantizm verir, karşılığında erotizm alır. Ve bu uyum tango gibidir. Çiftler bu dansı iyi yaparlarsa mutlu olurlar.

İkincisi ise, erkeğin penisi bütün vücududur. Bedenidir, duruşudur. Erkeğin bedeni bütün varlığıdır. Bu nedenle başta da söylediğim gibi; erkeğe yaptığımız her iltifat, değer ve takdir o erkeğin erkekliğini övmek anlamına gelir. Ve bu erkek için en iyi afrodizyaktır. Bir kadının da güzelliği ve seksiliğinden ziyade erkeğin kadına değer vermesi ve onu sahiplenmesi, ona alıcı gözle bakması çok önemli. Kadını ateşleyen afrodizyak ise budur.

– Cinselliği rafa kaldıranlara öneriniz ne olur?

Bir sorununuz varsa, önce bunu kabullenin. Konuşun, seks konuşun. Seksi konuşurken de senin için ne yapabilirim diye sorun birbirinize. Cinsel terapistlere gidin, kitaplarını okuyun.

twitter erkeklerin, facebook ise kadınların oyun alanıdır.”

– Twitter ve facebook’ta paylaşılanlara baktığımda hep uzaktakine, ulaşılmamışa bir özlem var. En çok retweet alan, yazılan yorumlar ve paylaşılan yazılar imkansız aşka göndermeler şeklinde. Sanki kavuşmaktan korkar ve kaçar gibiyiz. Kavuşmak istiyoruz da, kavuşmamak için çabalıyoruz ve bunun içindeki acıdan zevk alıyoruz gibi. İnsanların uzakları seçmelerinin ve sanal aşkları tercih etmelerinin sebebi ne? Bu bir tercih mi yoksa az önce bahsettiğiniz gibi bir oyun mu?

Twitter erkeklerin, facebook ise kadınların oyun alanıdır. Neden sanal aşkları tercih ediyoruz? Çünkü sanal olan biri beni kıramaz. Sanal biri beni incitemez, Sanal biri beni öfkelendiremez.

– Yani, kırılmamak, incinmemek ve öfkelenmemek için, o gurur duygusunu yaşamamak için mi sanal aşklar yaşanıyor?

Tabi ki, ama mesela karı koca her yaptıklarını, her söyledikleriyle birbirlerini kırıp incittiği için birbirlerinden uzaklaşıyorlar. Ama sanal dünyada ne var?… Orada hayalinizi paylaşıyorsunuz orada, bu hayallerinizin karşılandığını düşünüyorsunuz. Kendiniz olmaktan çıkıyorsunuz ve başka bir role bürünüyorsunuz. İstediğiniz, olmayı çok düşlediğiniz biri oluyorsunuz. Karşı taraf da olduğu kişi değildir, olduğunu düşündüğü kişidir. O dünya için psikolojik ihtiyaçların sanal olarak giderildiği bir dünya diyebiliriz.

“İnsanın mutluluğu gerçekleri kabullenmekle başlar.”

– Gerçek ve hayal dünya arasında gel-gitler yaşanıyor. Ruh ikisini aynı kefede taşıyabilir mi? İnsan yorulur. Yorgun kullanıcılar için bir çözüm öneriniz var mı?

Gerçek hayatta kırgınlıklar, kızgınlıklar var ama sanalda öyle bir şey yok. Burada birinde hayali bir yatırım var diğerinde ise gerçekler. Ve insanın mutluluğu gerçekleri kabullenmekle başlar. Gerçeklerle kavga ettiğiniz zaman, ruhunuz huzur bulmaz, mutlu olamazsınız. Gerçeklerle kavga ettiğiniz zaman bir zaman sonra uzaklaşır ve koparsınız. Gerçekleri kabullenmeyle başlar bir hayat.

– Bir de geçmiş yaşam ilişkilerimiz var. Dün yaşadığımız olumsuz bir ilişkiyi bugün yaşadığımız yeni bir ilişkinin içinde bulabiliyoruz. Orada çözemediklerimizi, halledemediklerimizi bu ilişkimizde çözmeye çalışıyoruz. Sanki aynı hikayeyi bu defa başka bir insanın üzerinde tekrar eder gibi… Farkında olup bunu ayırmaya çalışanlar var ancak çaresizler de fazla. Ne önerirsiniz?

Bunun adı aktarımdır. Aktarım bilinçdışı bir fotoğraftır. Gelişen bir şeydir ve insanın elinde olan bir şey değildir. Bu nedenle çaresizlikle yaşanır. Fakat kişisel gelişim kitapları okuyarak, terapi alarak, kendi içinde farkındalık oluşturarak, aktarımı fark edebilirler.

– Bunu iş gibi çalışmak gerekiyor yani?

Elbette. İkincisi ise ; bir kadın, kocasıyla iktidar mücadelesine girmiş. Çatışmışlar. Güçlü olmaya çalışmış ve sonuçta ikisi de yorulmuş ve ayrılmışlar. Daha sonra bu erkek bir başka kadınla birlikte olmaya başlamış ve o kadına aşırı derecede baskı yaparak, onu manipüle etmeye, kontrol etmeye çalışmış. Bundan dolayı da o ilişki çatırdamış. Bu erkeğin neden böyle davrandığına baktık ve bir önceki ilişkisinde yaşadıklarını otomatik olarak bu ilişkiye aktardığını fark ettik. Adam bu ilişkisinde kadına hoşgörüyle yaklaşırsa, demokratik davranırsa, diğer ilişkisinden farklı olarak mutlu olacağını anladı. Erkek bunu takdir edebiliyor. Fakat asıl mesele o değil, hikayemiz nerede başladıysa çözümü de orada bulmak lazım. Mesela bu hikayenin başlangıcı erkeğin çocukluğuna gider. Çocukluğunda ebeveynleriyle yaşadığı hikayelere gider. Babasının ne kadar otoriter ve baskıcı olduğuna gider. Annesinin ezmesi, aşağılaması gibi bir hikaye ile karşılaşılır. Ve erkek bu hikayelerle geçmişine gidip, bu duygularını orada yaşadığını anlamaya başladığında işte o zaman bu aktarımı çözebiliyor.

– Çocukluk dönemi kayıtlarımız bugünkü ilişkilerimizde önümüze çıkıyor. O kayıtları daha çok hangi yaş gurubunda yapıyoruz?

Duygularımız 0- 7 yaş döneminde oluşur, mühürlenir ve ileride karşımıza çıkar. Duygu mühürlenir. Hepimizin mühürlenmiş bir gönlü var. Ve o gönül, çocukluk travmalarımızla, çözümlenmemiş hikayelerle dolu. Bir çocuk mesela 5 yaşında bir olay yaşar. O zaman ki aklı o olayı çözebilecek kabiliyette değildir ve hemen onu iç dünyasına gömer. Aradan yıllar geçtiğinde ve bir ilişki yaşadığında akıl devreye girer : “aklınla çözemediğin bir travma vardı ya şimdi onu çözmek için uygun koşullar var. Ben sana bu sahneyi tekrar yaşatacağım, sen bunu burada çöz.” der. Oyuncular değişiyor, zaman değişiyor, mekan değişiyor ama roller hep aynı kalıyor. Egomuzda vaktiyle çözemediğimiz şeyleri çözebilmek için evleniyoruz, ilişki yaşıyoruz ama bunun farkında değiliz. Sonra da bir çaresizlikle geçmişi tekrar ediyoruz. İşte bunu fark eden kişiler mutluluk için bir adım atabilirler; fark edemeyenler ise dünyalarını karartarak iki vahşi hayvan gibi birbirlerini yaralayarak, acıtarak ayrılırlar.

“Aşk, ruhsal bir hastalıktır ve normal bir durum değildir.”

– Aşkta kalp akla galip gelmeli mi? Ne zaman mantıkla düşünmeliyiz ya da mantıkla düşünmek diye bir şey mümkün mü?

Bir kere aşk hastalıktır. Ruhsal bir hastalıktır ve normal bir durum değildir. Edebi anlamdaki aşk farklıdır, ondan bahsetmiyorum. Hastalıktır çünkü sen ‘sen’ değilsin. Farklı bir havayla konuşuyorsun aşkla. Kadın ve erkek aşka düştüğünde olduğundan on kat daha farklı oluyor. Ve karşı tarafın mutlu olabileceği şekle bürünüyor. Fabrika ayarlarının on katı farklı bir adam haline geliyor. Karşısındakini kusurlarıyla görmüyor, hayal ettiği gibi algılıyor. Şimdi bu bir psikoz, gerçekliği yok ediyor. Aşıklar gerçekliği yok eden kişilerdir, şizofrendir.

– Aşık olan herkes biraz şizofren, biraz deli mi yani?

Evet aşk hastalıklı bir haldir. Karşısındaki kadını dünyanın en güzel kadını gibi görüyor. Dünyanın en romantik, en yakışıklı erkeği gibi görüyor. Onu en mutlu edecek tek kişi o gibi görüyor ve çıldırıyor. Bu bir hastalık işte. Aşkın bir ömrü var o ömür tamamlandıktan sonra herkes fabrika ayarlarına geri dönüyor.

birmüddet sonra aşk sevgiye dönüşmelidir “

– Aşkın ömrü ne kadar? Bunun bir süresi var mı sahiden? Sonsuza kadar aşk yaşayabilir mi bir insan? On yıl, yirmi yıl hep aşık kalabilir mi?

Mümkün değil. Hiçbir insan bunu kaldıramaz. Ama ne oluyor biliyor musunuz? Aklı kalbine galip gelen insanlar bunu sevgiye dönüştürüyor. Aşk mahkumiyettir, mecburiyettir. Nefes alıp vermek gibi bir durumdur aşk. Sevgi ise, emek ve özgürlükle yaşar. Sevgide seçim vardır. Siz sevdiğiniz biriyle bir şeyler yapmayı seçersiniz ama aşık olduğunuz biriyle hastalıklı bir şekilde muhtaç yaşarsınız. Bu nedenle aşk sevgiye dönüşmelidir. Bu üç ay da sürebilir, altı ay da sürebilir ama en fazla üç senedir. 3 yıldan daha fazla aşkı hiçbir bünye kaldıramaz.

“Mantığınızın onay verdiğini sevin. Sevdiğinizi mantığınıza uydurmayın.”

– O zaman bu hastalığın bir reçetesi olmalı…

Yeni ilişkiye başlayacak kişilere bir önerim olabilir. Mantığınızın onay verdiğini sevin. Sevdiğinizi mantığınıza uydurmayın; o zaman mutluluğu yakalayabilirsiniz. İlişkilerde esas olan denkliktir. “Bu kişi bana denk mi? “ diye sormalısınız. Denkten şunu kastediyorum; eğitimi eğitimime denk mi? Kültürü kültürüme denk mi? İnancı inancıma denk mi? Hayat algılayışı bana denk mi? Gelir seviyesi bana denk mi? Bu söylediklerim yanlış anlaşılmasın. % 50 erkeğin önde olduğu, % 49 kadının geride olduğu bir denkliktir. Çünkü hiçbir kadın, kendisinin altında olan bir erkeğe saygı duyamaz. Hiçbir erkek de kendisinden bir tık önde olan kadınla olamaz.

– Kadının erkekten daha güçlü durması ve daha fazla kazanması ilişkiyi olumsuz anlamda etkiliyor mu ?

Hem de çok etkiliyor. Sevmeye çalışın, elektrik almaya çalışın, zaman geçirin. Elektrik aldığınız kişiyi de zorlamayın.

– Kadınlar çalışıyor, üretiyor ve her alanda oldukça başarılılar ve öncü birçok kadınımız var. Bu anlamda kadınlar oldukça güçlüler. Güçlü kadın portresi giderek artıyor. Başka, daha içsel bir denge kurmak gerekiyor o halde?

Benim iki kızım var, onlarla her zaman gurur duyuyorum. Ancak ilişkilerin sağlıklı ilerleyebilmesi için erkeğin kadından biraz daha geride durması önemli. Yaradılış olarak zaten kadın erkeğin bir üst modelidir. Erkeğin 7 aklı bir nefsi var ama nefsini kontrol edemiyor. kadının 9 nefsi var hepsini kontrol edebiliyor. Yani, kadın zaten bir üst model. Unutmayın, ilişkilerde erkek bir tık önde olması gerekiyor.

“ İlişkide Hürrem Sultan gibi olun.”

– Zaten bunun farkında ve bilincinde olmak yeterli bence. Çünkü yapabileceklerin var ama ilişkin ve erkeğin mutlu olması için bir adım geride durarak ona varlığını hissettirmek anlayışlı bir davranış. İlişkiyi o gücü yönettiğimiz akılla yönetmekten bahsediyorsunuz sanırım?

Bütün kadınlardan bir ricam var, lütfen Hürrem’i seyredin. Hürrem bütün devleti idare etti fakat Sultan Süleyman kendisinin idareci olduğunu zannetti. Mesele bu. Bu adam benim kontrolümde mesajı veren, erkeğine öyle davranan her kadın erkeği de kendini de mutsuz edecektir. Çalışır, üretir, güçlü olur ama paralel yapılanmaya da yol verir. Ama erkeği kral gibi hissettirip, istediğinizi yaptırabilirsiniz. Hürrem gibi olun. Hürrem’in Süleyman’ı ezdiğini, üzdüğünü gördünüz mü? Ama kulağına fısıldıyor. İşte o zaman Süleyman şöyle düşünüyor: “ evet ya, bu çok mantıklı, bunu yapmalıyım. Hürrem’in fikirlerini uyguluyor ama o fikirleri hayata geçiren kendisi oluyor. Bunun verdiği gururu yaşarken, bir taraftan da eşine güzel davranıyor. Siz de erkeğinizin kulağına fısıldayın ve geri çekilin. O da kendisini kral zannetsin.

– “Erkekler akıllı kadından korkar ve yaklaşamaz “ düşüncesi için ne diyorsunuz? Erkekler kadınlardan korkuyorlar mı?

Erkek korkmaz, sadece soğur. O kadınla beraber olmamak için uzaklaşır. Erkeğin doğasında bir şeyler yapmak, performans göstermek var. Kadını mutlu edecek ve kadın da o mutluluğu takdir edecek. Mutlu mu olmak istiyorsunuz, haklı mı?

“İnsanlara evlenmeden önce mutlaka ‘evlilik sertifikası’ verilmeli.”

– Başka bir konu da yalnızlık. Yalnızlık oranı giderek artıyor. Daha bireysel yaşıyor ve bu yaşamdan ne kadar şikayet etsek de aslında yalnız / tek başına yaşamayı tercih ediyoruz. Boşanmalar artıyor, deneyimler daha da yalnızlaştırıyor. Bu yalnızlık geleceğimizi nasıl etkileyecek, en çok bunu merak ediyorum?

İki kızım var, ikisinin de terapist olmasını istiyorum. Neden biliyor musunuz? Geleceğin mesleği bu olacak çünkü.

– Eyvah, tehlike var o zaman…

İnsanlar hastalıklı oldular. Yalnızlar ve birbirlerinin hayatını mahvediyorlar. Bunun için çok uğraşıyorum. İnsanlara evlenmeden önce mutlaka ‘evlilik sertifikası’ verilmeli. Bu sertifikayı alabilen evlensin. Boşanma dönemlerinde aile mahkemeleri boşanma öncesi ve sonrası için terapist önersin. Boş zamanlarımda aile mahkemelerine gidiyorum. O çirkinlikleri görüyorum ve insanlara bir gün boşanma mahkemelerine gidip gözlem yapmalarını öneriyorum. Gördüklerimi yazmak istiyorum. Gerçekten içler acısı.

“Anneleri tarafından incitilmiş erkekler bir daha incinmemek için araya hep mesafe koyarlar.”

– Issız adam filminden sonra özellikle kendine bu ismi veren ve bu isimden hoşlanan erkekler oldu. Issız adam portresini biraz bize anlatabilir misiniz? Issız adam nasıl biri? Sağlıklı mı yoksa bir hasta mı?

Kızılderililer kızlarına şöyle bir öğüt verirler : kızım, erkeklerin bir mağarası vardır. O mağarada bir ejderha vardır. Erkek o mağaraya gider, düşünür ve vakit geçirir. Sakın peşinden gitme o ejderha seni yakar. Buradan çıkaracağımız sonuç, erkekler ıssız adamdır. Yalnızlığı sever. Erkek düşünmek için spor programını izleyerek, kanal tarayarak, boşluğa bakarak, saatlerce oynayarak o yalnızlıklarını yaşamak isterler çünkü bunları yaparken düşünürler. Erkek bunları neden yapar biliyor musun? Kafasında bir derdi vardır, çözmek için yapar. Erkek konuşarak çözmez problemini, düşünerek çözer. Bu dönemlerde rahatsız edilmekten nefret eder. Erkekler için yalnız kalmak, nefes alıp vermek gibi bir ihtiyaçtır.

Ama erkekler için yalnızlık ihtiyacı için incitilmiş olmak da önemli bir nedendir. İnciten kadın ise annedir. Annesi tarafından incitilmişse, sevilmemişse, kontrol edilmişse, dövülmüşse, değer görmemişse erkek yıpranır. Çünkü erkeğin ilk aşkı annedir. Bir anne çocukluk döneminde oğlunu üzmüşse, daha sonra o erkek bütün kadınlarla arasında bir mesafe oluşturur. O’nu böylelikle bir daha hiçbir kadın incitmeyecektir. Issız adam dedikleri bu kişidir. Anneleri tarafından incitilmiş erkekler bir daha incinmemek için araya hep mesafe koyar. Mesela Çağan Irmağın filmindeki Issız Adam karakterinin de annesi ile bir problemi vardı. Annesi İstanbul’a geldiği zaman tepki gösteriyordu. Ada’yı ne zaman bıraktı? Hatırlıyor musunuz? Ada’ya yakınlaştığı zaman. İlk defa Ada ile aynı yatakta yattığında tekrar annesi ile yakınlığını hissetti ve aldatarak araya bir mesafe koymak istedi. Issız erkekler de aynı filmdeki karakter gibi incitildiği için tekrar incinmemek adına kendini korumaya alır ve bunu farkında olmadan yapar. Erkek Kurbandır ve tekrar incitilmemek için kendisini korumak ister. Normalde yalnız kalma ihtiyacı zaten vardır ve bunu bir de patolojik olarak değerlendirdiğimizde daha da uzak kalma ihtiyacı ister erkek. Bu kendimizi korumak için yaptığımız bir şey.

Sevilay Acar

Mail: sevilayacara@gmail.com

@sevilayacarr

Önceki İçerikGelişime kanat açıyor ve deneyimlerimizi yazıyoruz.
Sonraki İçerikAşk, Sevgi ve İlişkiler
Sevilay Acar
Öğrenim Üyesi / Okur- Yazar. En büyük deneyimim çocukluğumda oynadığım oyunlar ve kurduğum hayaller oldu. Her ne yapıyor olursam olayım, iki etken her zaman yolumu belirler: hayaller ve dualar. Çocuk merakı ve heyecanıyla öğrenmeye çalışıyor, okuyor, yazıyorum. Babalardan Babalara adlı bir röportaj kitabım var. Babaların ayak izlerinden oluşan ve hikayeleriyle iç dünyaya yolculuk yaptıran bir kitap olduğunu düşünüyorum. Yolculuğu seviyorum çünkü her şeyin yolda şekillendiğine inanıyorum. Bu yolda en çok da öğrenciyim; kapsayan, içine alan, öğrendikçe çoğalan ve var olan. Karşılaştıklarımı, hissettiklerimi, öğrendiklerimi yazarak paylaşmaya çalışıyorum.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz