“Bekle Beni” Zülfü Livaneli’nin Yeni Romanı

Ekim ayının en güzel zamanlarında, yağmur şakır şakır yağarken Can Yayınlarının Pera Müzesi’nde yapmış olduğu Zülfü Livaneli’nin yeni kitabı “Bekle Beni” söyleşisine katılmak için yola çıktım. Zülfü Bey’in sohbetine ilk defa katılacağım içinde oldukça heyecanlıydım. Bu zamana kadar biz okurlar için yazdığı kitapları okumak eminim ki hepimize çok iyi gelmiştir.

Bu yüzden “Bekle Beni” kitabından biraz bahsetmek istiyorum. 1968 yılındaki Türkiye’deki gündemdeki olaylardan bahsediyor. Aşk ve direnişin hikayesini Selim ve Leyla kahramanlarının penceresinden anlatıyor. Bir taraftan birbirlerine kavuşmak isterken diğer taraftan da özgürlüğün mücadelesini vermeye çalışıyorlar.

Polisler Selim’i alıp götürdüler. Gitmeden önce Leyla’ya son bir kez sarıldı, kulağına fısıldadı: “Güçlü ol Leyla. Bu da geçecek.” Ama ikisi de biliyordu ki önlerinde zorlu ve belirsiz günler vardı. Selim’in yokluğu evin her köşesine sinmiş, sessiz bir çığlık gibi Leyla’nın yüreğini dağlıyordu. Her şey bir anda değişmişti, geri dönüşü olmayan bir noktaya gelinmişti, bir uçurumun kenarındaydılar, düşüş başlamıştı.

Aşkı, dostluğu, aile bağlarını ve özgürlük tutkusunu ince ince ören “Bekle Beni”, bir ülkenin özgürlük yolunda çektiği zorlukları, baskıya karşı girişilen mücadelenin, yalnız bırakılmanın ve dayanışmanın romanıdır. Tabi ki Livaneli kalemindeki aynı akıcılığı ve duru Türkçeyi bu romanda da görüyoruz.

Pınar Sabancı ile yaptığı söyleşisine tüm mütevaziliği ve gülen gözleriyle geldi. Oturmadan önce hepimize “Hoş geldiniz” dedi. Tüm salondaki katılımcılar alkışlarla onu karşıladı. Salondan hoş bulduk sesleri yükseldi.

Şu an ki kitaplarınızda ve yeni kitabınızda oldukça iyi bir baskı adetlerine şahit oluyoruz. Bunun sebebi ne olabilir?

Hep ben aksini kanıtlamaya çalıştım Türkiye de. Çünkü ben 55 yıldır kamuoyunun önünde olduğum sürece, bizim halkımıza iyi şeyleri sunmaya çalıştım. Bu halka iyi bir şeyi verirsen iyi olarak mutlaka dönecektir. Bu halk iyi yaptığın şeylerden anlar. Türkiye de çok iyi bir okur kitlesi var. Dünya da ki kitap komitelerinin buluşmalarına katılıyorum. En son Barselona da ki toplantıda bunu gözlemledim. Mesela New York’ta şu an çok satanlarda cinsellik, kişisel gelişim, sağlık ya da kötü gerilim kitapları, listeye bir roman giremiyor. Bizdeki listeyi gösteriyorum. Zaten Sabahattin Ali listede her zaman var, Stefan Zweig, Jose Saramago, George Orwell var. Türkiye çelişkiler ülkesidir, bu yüzden roman okuma konusunda oldukça iyi durumdadır dünya genelinde. Türkiye de çok nitelikli ve kaliteli bir okur kitlesi var. Eskiden 5000 baskıyı görünce hadi gidip kutlayalım derdik. Kitap Kulüplerindeki yükselişi de bunu bize olumlu yönde etkisini gösteriyor. Diğer taraftan artık daha fazla sese maruz kalıyoruz. Hatta bazen duymak istemediğimiz sesleri bile duymak zorundayız. Elias Canetti’nin “Körleşme” diye bir kitabı var. Oradaki roman kahramanı Prof. Kien diyor ki “Tanrım gözlerin kapakları da var da kulakların neden kapakları yok” diyor. Sokakta dolaşırken işte biz bu seslere maruz kalıyoruz. Temiz bir zihne sahip olduğumuzda daha çok üretken olabiliriz. Kendi sessiz alanımızı belki de kitap okuyarak sağlayabiliriz.

Düşünmek, istenmeyen bir şeydir. Çok irdelenmeyen bir şeydir. Tüm totaliter toplumlarda da istenmez. Tüm bu aydınlardan bu totaliter devletler ne ister? nedir dertleri aslında?

Okul kitaplarında bizler bunları daha iyi anlayabiliyoruz. Sultanlar, Krallar hep kendi bilgileriyle ilerlemiştir. Sanatçılarla ve aydınlarla tek softada oturan bir tek Atatürk olduğunu görüyoruz. Bu sofralarda askerlikte o kadar kıdemli olmasına rağmen, dil konuşuyor, sanat, bilim, kültür, müzik, edebiyat konuşuyor. Onlara yurttaşlık bilincini vermeye kafa yormaktadır. Bunu yapabilmek içinde cumhuriyet insanını yaratmak lazımdır. Bunu yapabilmenin de tek yolu kültürdür. Bizde her gün Atatürk tartışılıyor. Bunun nedenini şöyle anlatabiliriz. Kubbeler de en tepedeki taş vardır. O tüm taşları tutar. İşte Mustafa Kemal Atatürk te bu kilit taşıdır.

Bu kadar zorlu bir mücadelenden çıkmış bir ulusa yurttaşlık bilincini yaratarak onları bu çatı altında toplamayı başarmıştır.

İnsanın içinde her zaman hem de kötü vardır. İnsanın içindeki iyi olan nasıl ortaya çıkar?

Kötümser dermiş ki “Her şey kötü gidiyor. “İyimser dermiş ki” Yoo daha kötü olabilirdi.” Tam bir paradoks… İnsanın içinde var olan bir kötülük değil, öğretilen bir kötülük var.  Hatta koşullara bağlıdır. Bir hikaye anlatmak istiyorum. Cennet ve Cehennem varmış. Önce cehenneme gidiyorlar, hepsi çok zayıf ve cılız. Uzun uzun kolları vardır ve sofradan aç olarak kalkmaktadırlar. Bir de cennete giderler. Aynı sofradır ancak buradaki insanlar karşısındaki insanların karınlarını doyurmaktadırlar. Kimse aç kalmıyordur. Burada dayanışma ve paylaşma içinde olmak insanlık için bir cennet yaratmaktadır aslında.  Bir de halk kitlelerinde küçük su birikintilerinde çabuk kirlenir de okyanuslar daha zor kirlenmektedir. Büyük topluluklarda öyledir. Bu yüzden iyiliği büyük kitlelere yaymayı amaçlamalıyız. Çünkü kötülük bu büyük alanlarda daha cılız kalacaktır ister istemez. Hayatta şansta önemlidir. Ben şansa da inanırım. Gayret kadar şansta önemlidir.

Size bir de şans hikayesi anlatayım. Rüstem Paşa, Diyarbakır Valisi olarak görev yapmaktadır ve padişahımız kızını vermek istiyor. Onu gözden düşürmek için onda cüzzam var diyorlar. Onu kontrol etmesi için birini gönderiyorlar. Ve o kişi Rüstem Paşanın yakasında bir bit görüyor. Eğer bit varsa cüzzam değildir. Bunu da padişaha iletiyorlar ve tabi ki gözden düşmüyor. Bir şair de bu dizeleri yazıyor sonrasında:

“Olmaya bir kişinin bahtı yaver,
Talihi yar, anında onun biti bile işe yarar.”

İnsanın talihi ve şansı nereye kadar işe yarar?

Şans faktörü tabi ki var. Doğada merhamette yok, adalette yoktur. Biz insan olarak adaleti ve merhameti oldurmaya çalışıyoruz. Dünya da suçsuz devlet yoktur. Bunu Serenad kitabımda yazdım. Her zaman da doğruları yapmıyorlar.

Niccolò Machiavelli, “Prens” kitabında “Liderim, kendini sevdirmeye çalışmayın, korkacak insanlar, korku akılda kalıcıdır.” Onun için dünyada bu korkutan liderleri görüyoruz. 

Bizim dönemimizde araba almak ev almak derdi yoktu. Birlikte dayanışma içinde olmayı daha çok önemsiyorduk.  Yönetim toplumlarda önemlidir.

İnsanın içinde neden bu dürtü oldu da bu “Bekle Beni” kitabı yazdınız? neden istediniz bunu yazmayı?

Bunu yazmam gerektiğini hissettim. Romanlar insanı yüzleştirebilir. O dönemi yaşayan bir kişi olarak bunu yazdım. Bu tabi ki kaybettiğim arkadaşlarıma bir saygı duruşudur. Bir nevi yüzleşme bir nevi uyarmadır., bir daha böyle olaylar olmasın. Tüm yaşadıklarım bu dönemde benim yüzümden bu gülümsemeyi ve umudu silemedi. Bu da benim zaferim. Sanatın tabi ki iyileştirici bir tarafı vardır. Umutsuz olanın atı bile koşmaz derim. Umut gerekiyor. Neden gerekiyor? Stefan Zweig inandığı uygarlığın yıkıldığını görünce karısı ile Amerika ya göçüyorlar.  Orada intihar ediyorlar. Hitler döneminin o yargılandığı süreci göremiyorlar. Aslında biraz umudunu devam ettirmiş olsaydı bunu görebileceklerdi. Bu yüzden umut var son ana kadar, idam sehpasına gidene kadar belki ip kopar (salondaki herkes kahkaha atıyor). Bu yüzden umudu hep yükseklerde tutmalıyız.

Bu güzel söyleşiyi yüzümüzde gülümseyiş, yüreğimizde çoğalan umut ve yeni kitabı “Bekle Beni” nin okuma heyecanı ile yanımıza alıp, salondan çıkıp tekrar sokağa karışıyoruz. Metro ile eve giderken sokak çalgıcıları Zülfü Livaneli nin “Ey Özgürlük” şarkısını çalıyordu.

Zülfü Livaneli’nin dediği gibi hayata dair bize en güzel tavsiyesi “Bu kadar hayatın zorluğu içinde araya hep sanatı koydum. Hep sanat yolu ile direndim. Okuyun, yazın, sergilere gidin ve üretin, üretin, üretin.”

Zeliha Dağhan
Martı Kitap Kulübü Ataşehir Lideri
İstanbul, Pera Müzesi, 7 Ekim 2025
Önceki İçerikBu Yıl Nobel Kimin Hikâyesine Gidecek?
Sonraki İçerikYeni Çıkan Kitaplar
Zeliha Dağhan
Barış Manço’nun “Dağlar Dağlar” şarkısının çıktığı zaman diliminde dünyaya "Merhaba" demişim. Okumayı, yazmayı, şarkı söylemeyi ve gerçek yaşam hikayelerini izlemeyi çok seviyorum. Genç görünmek ve gençlerle birlikte olmak bana Öğrenci ve Kariyer Koçluğu yolunu açtı ve mesleğimde keyifle çalışmaya devam ediyorum. Yazar değilim fakat bildiklerimi yazarak paylaşıyorum.“İnsan insanın merhemi olur” öğretisiyle yaşamdan aldıklarımı sevgiyle size veriyorum.