Asırlardır kitaplara konu olan, insanları kendinden vazgeçiren ve çok az insanın uzun yıllar mutlulukla yaşadığı ama kimsenin tam çözemediği bir konudan bahsetmek istiyorum sizlere… Hazır bahar ayları da gelmişken gönül yayları gevşemeden, aşk konusuna hep beraber bir açılım getirelim istedim.
Nedir bu aşk?
Kendinde var olmayanı, başkasında tamamlama durumu mu?
Kendin olmaktan çıkıp yepyeni bir var olma durumu mu?
Üzer mi?
Acı mı? Kader mi? Keder mi?
Bu konuda o kadar çok hipotez var ki saymakla bitmez. Bu yüzden sosyal medya hesaplarımda takipçilerime yönelttiğim sorularla ortaya çıkan en genel noktaları yazıyorum. Hepinize güzel fikirleri için tek tek teşekkür ederim.
Aşk bazılarına göre varoluş nedeniyken, bazılarına göre de varlığını hissettiği an kaçış nedeni olmuş… Gelen cevaplarda en net algıladığım şey herkes bir şekilde âşık olmuş ve çoğu “Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer.” misali aşka uzak ya da mesafeli bir tutum sergilemeyi tercih ediyor. Tüm sorumlukları üzerine alarak, aşkı olması gerektiği gibi yaşamayı isteyen yok denecek kadar az. Sanırım burada yaş da devreye giriyor. Tabii bunun yanında Dr. Mehmet Sungur’un anlattığı sevgi tiplerine dayandırarak “Sevginde çünkü ve eğer varsa olmaz. Aşk rağmencilerin işidir.” diyenler de çok. Aslına bakarsanız bu akla yatkın bir şey. Birini her şeyiyle kabul ederek tüm rağmenleriyle sevmek tam bir yürek işi olmalı. Neyse mantık yürütmeden konumuza devam edelim çünkü aşkta mantık olmaz. Onu aklın ilkelerine dayandırıp sınırlar çizmek yanlış olur.
Tam da sınırlar demişken bakınız (C.M) bu konu da “Yapamam dediğim ne varsa yaptırsın, beni süründürsün! Ancak öyle aşk dediğimiz şey aşk olur!” diyor. Ne kadar derin bir kendinden vazgeçiş ve karşı tarafla yepyeni bir varoluş söz konusu ve açıkçası duyduğum en iddialı söz. Burada da aşk karşımıza muazzam bir cesaretle çıkıyor ama işine gelene…
Kimileri Aşık Veysel’in sözünü yazmış “Seversin, kavuşamazsın, aşk olur.” Şimdi burada aşk kavuşamayınca mı güzel sorusu hemen akıllara gelmezse olmaz. Ve iç sesim, mantık aramam ve yürütmeye çalışmam hususunda yine beni uyarıyor.
Kimileri de gerçek aşkın iki insan arasında olamayacağını, aşkın ilahi bir durum olduğundan bahsediyor. Yazan takipçilerin bir kısmı sonuna şunu ekliyor. “Kalpler yalnız Allah’ın elindedir ve yalnız onu anmakla huzur bulur.” Bu noktada aşk ait olma ve teslimiyet olgusunun en derin haliyle karşımıza çıkıyor…
Aşkın, affedip etmediğine vurgu yapanlar, mucizelerle inatlaşma hali olduğuna inananlar, süründürdüğünü, aptal aptal güldürdüğünü, ruha nefes olduğunu, hayattaki en güzel şey olduğunu, beyni buharlaştırdığına ve hastalıklı bir duygu olduğunu düşünenler de var. Hepsi doğrudur. Nasıl olsa kişiden kişiye değişen ve algılandığı hal ile gönülde seyir alan bir durumdan söz ediyoruz.
Şimdiye kadar sorularıma gelen yorumlar doğrultusunda aşkı bir çiçeğin tomurcuk hali gibi işledik. Ama bu çiçek önce tohum olarak toprağa düşer, tomurcuk olur, açar ve solar. İşte tüm bu evreler aşkta kalp için de geçerlidir. Bana göre aşk; Hormonal bir olgudur, izafidir ve biter. Bir nevi vücudumuzdaki hormonların ayağa kalkıp var gücüyle halay çekme hali gibidir. Ve her zaman gizliden de olsa içinde bir neden sonuç ilişkisi barındırır. Benzer şekillere bir sürü örnekler verebilirim ama bana ait bir sözle sizleri düşündürmek istiyorum.
“Aşk ne için başladıysa, o sebeple biter. Önemli olan aynı kişiye defalarca yepyeni nedenlerle âşık olmaktır.” bu da benim hipotezim…
Sevgiler
Elif Alim