Muhafaza“kâr”lık

Mustafa İslamoğlu, bir konuşmasında Türkiye’deki muhafazakarlığı şöyle tanımlamıştı: “Türkiye’de muhafazakarlık, ‘kâr’ı muhafaza etmek üzerine kuruludur.” Doğrusu bu tanımdan etkilenmiştim.

Bunun üzerine tartışmanın faydalı olduğunu düşünüyorum.

TDK muhafazakarlığı, tutuculuk olarak tanımlıyor. Bir başka tanıma göre ise geleneksel toplumsal etmenlerin korunmasını destekleyen politik ve toplumsal felsefedir.

Peki, var olan sistemin korunmasını kim ister? O sistemden istifade eden, faydalı olduğuna inanan kitle, grup ya da kişiler ister. İşin doğası gereği budur.

Batı’da bu kavramı sahiplenenler kimler olmuştur?

Tabii ki öncelikle soylular yani aristokratlar, ardından burjuvazi. Zira sistem onların istediği şekilde yürümelidir, muhafaza edilmelidir ki yaşam standartları bozulmasın, devam etsin. Yani sistem “muhafaza” edilmelidir.

Aristokrasinin ve burjuvazinin toplum katmanlarında azınlık olduğunu biliyoruz. Fakir geniş kitleler her zaman sıkıntı yaratabilir. Geniş kitleler içinde işçiler, çiftçiler, küçük esnaf, köylüler, işsizler vardır. Doğası gereği onların muhafaza etmek istedikleri şeyler kısıtlı olacaktır. Çünkü maddi imkansızlıklar bunu olanaklı kılmaz. Maddi olanaklardan yoksun kitleler sorun yaratabilir.

Onları yönetebilmek adına muhafaza edilmesi gereken değerler manzumesi azınlık kitle tarafından onlara armağan edilir. Bunların başında dini inançlar, örf, adet, gelenek ve görenekler vardır.

O geniş, uçsuz bucaksız kitleler muhafazakarlığa, sistemin devamına sahip çıkarlar. Herhalde kapitalizmin en büyük oyunlarından, kandırmacalarından biri budur. Aslında bizi bir çok şeyden mahrum edebilecek kavram ve değerleri sahiplenme duygusu. Bunun din, gelenek, görenek karşıtlığı olmadığını okuyanlar idrak edecektir.

Bu empoze bazen birlik, beraberlik mesajları şeklinde verilir.

“Birlik ve beraberliğe en çok sahip çıkmamız gereken bu dönemde” ile başlayan cümlelerin altından genelde kötü kokular yayılır.

Bu bazen de sahip olduklarımıza şükretme olarak telkin edilir.

Oysa gelir dağılımından zengin azınlığın aldığı pay her gün artar ve geniş kitlelerin payı sürekli azalırken huzur ve mutluluğu sağlamak olası değildir.

Bundan 50 yıl evvel bir baba, 3 çocuğunu okutup, emekli olunca ikramiyesi ile ev sahibi olabiliyorken, şimdilerde karı koca çalışıp, bir çocuğu okutmakta zorlanan, emekli ikramiyesi ile ancak ikinci el araba alabilen (o da belki) bir düzen ne kadar adaletli olabilir ki?

Ancak kapitalizm şükretmemiz ve o sistemi muhafaza etmemiz konusunda ısrarından vazgeçmez. Vazgeçerse oyun bozulur.

Yine de Çetin Altan’ın tabiriyle “enseyi karartmamak” gerek. Kitle iletişim araçlarının bu kadar yaygınlaştığı, bilincin giderek arttığı bu çağda kitleler uyanacak, haklarını talep edecek ve alacaklardır.

Ne dersiniz, çok mu iyimserim?

Anıl Akın

Önceki İçerikAşk Deyip Geçme
Sonraki İçerikBir İlk Roman: Yemen Dilberi
Anıl Akın
“Eğitmenlik, danışmanlık ve koçluk yapan Anıl, uzun yıllar kurumsal hayatta çalıştıktan sonra yeni ufuklara yelken açtı. Hayat boyu öğrenci olmayı, paylaşmayı, üretmeyi çok seviyor. İTÜ Çekirdek bünyesinde yeni girişimlere mentörlük yaparken, gönüllü faaliyetlerde bulunmayı da ihmal etmiyor. Vazgeçilmezleri; ailesi, ülkesi, değerleri”