Tarihin en çok iz bırakan savaşlarından birisi şüphesiz ki Troya Savaşı’dır. Gerçekle mitolojinin, birbiri üzerinden anlatıldığı bu savaş on yıl sürmüş, sonunda Troya yakılıp yıkılmıştır. Geriye insanın trajedisine dair birçok hikaye, anekdot ve kavram kalmıştır.
Helen ile Paris’in yasak aşkı, filmlerin, şarkıların, şiirlerin en öncelikli temaları arasındadır artık…
MÖ yaklaşık 12.000’li yılların bu hikayesini kör şair Homeros anlatır. Bir aşk hikayesi etrafında Ege’nin iki kıyısının inançları ve ihtirasları hüzünlü bir lezzet içinde verilir. Ve büyük bir hakikat yüzleşmesi, hakikat arayışı, hakikat utancı, binlerce yıldan bu yana sorgulanmaya devam eder.
On yılın sonunda bir armağanın içine gizlenen hile ile savaş bitirilmiş; bugün Troya atı olarak bildiğimiz Akhaların hediye atı, hilenin simgesi olarak bugünlere taşınır. Artık zihnimizde şu şüphe hep vardır: Acaba bana verilen bu hediyenin ardında nasıl bir amaç var?
İyiliğin içinde gizlenmiş kötülük kuşkusu, korkusu, endişesi artık nöbetçi gardiyanımızdır…
Eski Yunanca’da tekhne sözcüğünün birincil anlamı, bugünkü kullandığımız şekliyle teknik sözcüğünü ifade eder. Bu yönüyle zanaatkârlık, beceri, yetenek, el hüneri gibi anlamları karşılar.
Tekhne sözcüğünün ikincil anlamı ise hilekârlık, dalavere, kurnazlık’tır…

Büyük Troya seferinin başkomutanı Agamemnon, Troyalılar için hediye at hazırlatırken, zanaatkârlığı, yeteneği, beceriyi yani tekhnologia’yı kullanmıştı. Agamemnon, Troya atında, sözcüğün hem birincil anlamını hem de ikincil anlamını birlikte yaşatmıştı. Troya atı, hem bir tekhnologia hem de bir hile idi. Troya’dan sonra artık bütün tekhnologia’lar insanın yararına olduğu kadar zararına da pervasız olacaktı… Kötülükler, Fransız şair Baudelaire’in dediği gibi, çiçekler gibi sunulacaktı…
Prometheus’un tekhne’si
Prometheus, bilindiği üzere mitolojinin en bilinen figürlerinden. Prometheus, önceden gören anlamını taşır. Kardeşi, Epimetheus ise sonradan gören anlamındadır. İki kardeş, mitolojik bir düaliteyi sembolleştirdikleri gibi, geleceğe dair dikotomik bir realiteyi de ifade ederler…
Prometheus Tanrılardan ateşi alıp insanlara armağan ederken, tekhne’yi kullanır.
Ateşi bir rezene sapı içine saklayarak Olimpos Tanrılarından gizlemiş, insanlara öyle getirmiştir. Yani hile’yi kulanmıştır… Prometheus’un ateşi bir rezene sapı içinde getirmesi tekhne’nin birincil yani teknik anlamıdır, bu ateşi rezene sapı içinde getirirken Tanrılardan gizlemesi, tekhne’nin ikincil yani hile anlamıdır.
Hangi anlamıyla olursa olsun, insan, tekhne’yi kullanırken büyük bir haz duyar. Bu haz onun kibri’dir aynı zamanda… . Haz ve kibir… Shakespeare tiyatrosunun vazgeçilmez ikili kavramı…
İnsanın büyük trajedisi işte bu kibirdedir. Kibir, aynı zamanda acıya yazgılanmaktır, acıya gönüllülüktür…

Prometheus’un trajedisi bunun ilk örneğidir. Tekhne’yi kullanarak ilerlemenin ön koşullarından birisidir acı çekmek. Prometheus, Tanrılardan ateşi çalarken çekeceği bu acıyı biliyordu. Zeus’un emriyle Kafkas Dağlarının fırtınalarla sarsılan ıssız ve dik kayalıklarına çivilenir ve her sabah ciğerini yiyen o kartalla baş başa bırakılır…
O kartal, Goethe’nin Faust’unda Mephisto adıyla karşımıza çıkacaktır…
Prometheus’un ciğeri her sabah kartal tarafından yense de, her gece yeniden tamamlanır. Sabaha yeni acılara hazır hale gelir. Bu acı ve dirençten doğan duygu insanın hybris’idir…
Hybris, kibir olduğu kadar küstahlıktır, aşırı özgüvendir, pervasızlıktır…
Tekhne ve hybris
İnsan, var olduğunu bildiği günden bu yana doğayla bir mücadele ve yarış halindedir. Doğayı, yenilmesi gereken bir düşman gibi algılamıştır. Bunun için farklı tekhne’lere başvurur. Doğaya karşı, tekhne’nin hem birincil anlamı olan teknik yanıyla, hem de ikincil anlamı olan hile yanıyla mücadele eder…
İşte insan, doğaya karşı bu savaşında tekhne’sinin yanına hybris’ini de koyar…
Kanadalı astrofizikçi Hubert Reeves’in dediği gibi, “Doğayla savaş halindeyiz, kazandıkça kaybediyoruz!..” Doğayla savaşımızdaki bu kibir, küstahlık ve pervasızlığın bizi getirdiği nokta bugün ortada…
Mitoloji, bize doğaya saygılı olmamızı öğütlüyor…
Kırların, ormanların, çobanların ve sürülerin koruyucu tanrısı Pan, flütüyle doğanın müziğine davet ediyor…
Ama ne yazık ki, Spinoza’nın Tanrı Doğası, modernizmin çılgınlığını büyük bir hüzünle izliyor…
Yeni Troyalar bizi bekliyor belki de…





















