Obruk’ta Taşlara Ruh Veren Vizyon: Cem Kınay ile Söyleşi

Konya bozkırında, obruğun sularına komşu taş bir yapı yüzyıllar boyunca sessizce bekledi. Kervanların ayak seslerini, yolcuların dualarını, ticaretin ve medeniyetin izlerini taşlarına nakşetti. 1220’lerde Selçuklu sultanlarının gölgesinde inşa edilen bu han, asırlar boyunca tüccarların ve seyyahların güvenli durağı oldu. Obruk Kervansarayı artık yalnızca geçmişin bir hatırası değil; yeniden nefes alan, yeniden söz söyleyen, yaşama döndürülmüş bir miras.

Bu dönüşümün ardında, turizm dünyasında yenilikçi vizyonlarıyla tanınan bir isim var: Cem Kınay. Onun için turizm, yalnızca konaklama değil; bir medeniyetin değerlerini, kokularını, tatlarını, hikâyelerini gelecek kuşaklara taşımak. Obruk’ta yapılan da tam olarak bu: Taşların fısıltısını bugünün yolcularına duyurmak, geçmişi geleceğe açmak.

Şimdi söz, bu yolculuğun mimarı Cem Kınay’da.

Obruk Kervansarayı’nı ilk gördüğünüzde sizde nasıl bir duygu uyandı?

İlk kez Obruk’un taşlarına dokunduğumda, yüzlerce yıl boyunca sessizce bizi bekleyen bir medeniyetin nefesini hissettim. Yalnızca bir harabe değil, geçmişin bize bıraktığı bir mektup gibiydi. O an karar verdim: burayı ayağa kaldırmak sadece bir mimari restorasyon değil, aynı zamanda bir kültür borcuydu.

Bu hislerimi coşturan insan da Sayın Hasan Kılca idi. O an, Anadolu’nun turizmde yeni bir vizyonunun şekilleneceğini hissettim.

“Doğru restorasyon” ifadesini sıkça kullanıyorsunuz. Sizin için doğru restorasyon nedir?

Doğru restorasyon, geçmişi bugüne birebir kopyalamak değil, onun ruhunu bugünün insanına aktarabilmektir. Hem yapıya hem de dönemin kültürüne sadık kalarak, ama aynı zamanda modern yaşamın ihtiyaçlarını göz ardı etmeden yapılan bir dönüşümden bahsediyorum.

“Doğru Restorasyon” tarihe sadık kalırken, aynı zamanda bugünün insanına hitap eden bir deneyim yaratmaktır.

Yani hem akademik bir titizlik hem de turizm vizyonuyla birleşmiş bir yaklaşım.

Çalışmalar sırasında sizi en çok etkileyen, “işte bu geçmişin nefesi” dediğiniz bir ayrıntı oldu mu?

Evet, taşların arasından çıkan Selçuklu ustalarının imzaları ve motifler… Onların parmak izini hisseder gibi oldum. O an, aslında bu mekânın sadece taşlardan değil, insan emeğinden ve hikâyelerden oluştuğunu anladım.

Turizm yalnızca duvarları restore etmek değil, bir uygarlığın değerlerini bugünün misafirine hissettirmektir.

Dünyanın ilk otellerinden biri sayılan bir kervansarayı, yeniden bir otel ama aynı zamanda müze yapmak… Bu fikir nasıl doğdu?

35 yıllık turizm yolculuğumda hep şunu savundum: Bir otel yalnızca uyunacak bir yer değildir; bir kültür deneyimidir. Obruk’ta bu fikir en saf hâlini buldu. Kervansaray tarih boyunca tüccarların, gezginlerin durağı olmuştu. Bugün de yolcuların, ama aynı zamanda meraklı ziyaretçilerin durağı olmalıydı.

Obruk’ta otel ve müzeyi birleştirmek, hem kültür aktarımını hem de sürdürülebilir turizmi mümkün kıldı. Bu model, Anadolu’nun gelecekteki projeleri için de örnek teşkil ediyor.

Rumi Tat ve Koku Müzesi’nin arkasındaki ilham kaynağınız neydi?

Mevlana’nın öğretilerinde tat ve koku çok güçlü sembollerdir. İnsan ruhunun derinliklerine en hızlı ulaşan duyular bunlardır. Biz de kokular ve tatlar üzerinden bir medeniyet hikâyesi anlatmak istedik. Misafirler, sadece görerek değil, duyarak, koklayarak ve tadarak bu kültürü yaşıyorlar.

Rumi Tat ve Koku Müzesi, turizmin yeni çağında duyular üzerinden kültür aktarımının nasıl yapılabileceğine dair bir vizyon çalışmasıdır.

Misafirlerden nasıl geri bildirimler geliyor?

En çok söylenen şey şu: “Burada zaman duruyor.” İnsanlar otelin bir müze gibi yaşatılmasına hayran kalıyor. Özellikle yabancı misafirler, Anadolu’nun böyle bir derinlik ve incelik taşıdığını görmekten çok etkileniyor.

Bu da vizyonumuzun doğrulandığını gösteriyor: Anadolu’nun turizmde farklılık yaratma gücü, doğru projelerle birleştiğinde dünyada eşsiz bir çekim merkezi olabilir.

Bu projeyle sizce Anadolu’nun dünyaya verdiği mesaj nedir?

Anadolu’nun en önemli mesajı şudur: Medeniyetler burada buluştu, yollar burada kesişti. Anadolu medeniyetlerin kütüphanesidir. Obruk, farklı kültürlerin bir araya gelip birlikte yaşadığı bir sembol. Dünyaya bugün en çok ihtiyacı olan mesaj: Birlikte yaşama kültürü.

Obruk, bu mesajı yeniden dünyaya hatırlatıyor: Birlikte yaşama kültürü, ticaretin, sanatın ve inancın bir arada olduğu bir coğrafya. Bugün küresel ölçekte en çok ihtiyaç duyulan şey de bu.

Obruk Kervansarayı’nı gezen bir yabancı, sizce Anadolu hakkında hangi yeni duyguyla ayrılıyor?

Anadolu’yu yalnızca tarihte kalmış bir coğrafya olarak değil, hâlâ yaşayan bir medeniyet olarak görüyorlar. İnsan sıcaklığını, misafirperverliği, incelikli bir kültürü tanıyarak ayrılıyorlar. Anadolu artık onlar için turizm destinasyonu olmanın ötesinde bir medeniyet deneyimi oluyor.

Bu yüzyılda turizm projeleri sadece ekonomik birer girişim olmaktan öte, kültür taşıyıcısı olabilir mi?

Kesinlikle evet. Eğer biz turizmi sadece bir gelir kapısı olarak görürsek, ruhunu kaybeder. Oysa doğru kurgulandığında turizm, kültürleri taşıyan, koruyan ve geleceğe aktaran en güçlü araçtır. Obruk bunun somut bir örneği oldu.

Stratejik vizyonumuz, turizmi bir kalkınma modeliyle birlikte bir kültür taşıyıcısı haline getirmek.

Karatay Belediyesi’nin projeyi sahiplenmesi ve liderliği sizin için nasıl bir anlam taşıdı?

Bu tür projelerin en önemli destekçisi yerel yönetimlerdir. Karatay Belediyesi’nin vizyonu olmasa, bu kadar kapsamlı ve doğru bir iş çıkaramazdık. Onlarla birlikte çalışmak, projenin sürdürülebilirliğini de güvence altına aldı.

Karatay Belediyesi Başkanı Sayın Hasan Kılca bu projede sadece destekçi değil, stratejik ortak oldu. Bu iş birliği, sürdürülebilir turizmin nasıl inşa edileceğini gösteren bir modeldir.

Sayın Hasan Kılca’ya bir kere daha teşekkürlerimi sunarım.

Obruk’ta sizin kişisel mirasınız ne oldu? Bu proje, Cem Kınay’ın turizm yolculuğunda nasıl bir dönüm noktasıdır?

Ben Magic Life ile “Her Şey Dahil” sistemini hayata geçirdiğimde turizme yeni bir boyut kazandırmıştım. Obruk ile ise bambaşka bir sayfa açtım. Bu proje, turizmin sadece eğlence değil, aynı zamanda kültür ve miras olduğunu tüm dünyaya göstermek açısından benim kişisel mirasım oldu.

Benim için bu proje, turizmin yeni çağının tanımıdır. Bundan sonraki vizyonum, Anadolu ve Avrupa’daki tarihi yapılarda benzer kültür odaklı dönüşümler yaratmak.

Turizm sektöründe Anadolu’da başka neler ile farklılık yaratılabilir?

Anadolu’nun binlerce yıllık hikâyeleri var. Bu hikâyeleri modern dünyaya anlatacak konseptlere ihtiyacımız var. Gastronomi, arkeoloji, sanat ve doğa turizmi… Hepsi birlikte büyük bir mozaik oluşturuyor. Bizim yapmamız gereken bu mozaiği görünür kılmak.

Arkeolojik değerler, gastronomi, wellness ve kültürel rotalar… Anadolu’nun bu güçlü unsurlarını bir araya getirdiğimizde, dünyada eşi olmayan bir marka doğar. Anadolu’nun geleceği, bu çok boyutlu turizm vizyonuyla şekillenecek.

Bundan 50 yıl sonra insanlar Obruk Kervansarayı’ndan söz ederken sizin için hangi cümlenin kurulmasını istersiniz?

“Bir adam çıktı, taşlara ruh verdi ve bir medeniyetin sesini yeniden duyurdu.”

“Cem Kınay, Anadolu turizmini yeni bir vizyonla dünyaya taşıyan liderdi.”

Bu yolculuğun ardındaki vizyonu ve cesareti için Cem Kınay’a, Obruk’un taşlarına yeniden can veren kararlı duruşları için Karatay Belediyesi’ne teşekkür etmek gerekir.

Onların emeğiyle bir kervansaray, tarihin tozlu sayfalarından çıkıp bugünün yaşayan mekânına dönüştü. Obruk artık yalnızca geçmişi hatırlatan bir durak değil; aynı zamanda geleceğe açılan bir köprü, kültürle nefes alan bir sığınak.

Buraya gelen misafirler sadece konaklamıyor; kokularla, tatlarla, taşların sessizliğiyle bir medeniyetin içinde dolaşıyor. Belki bir yabancı Anadolu’nun sıcaklığını ilk kez burada hissediyor, belki de Anadolu’nun evladı kendi geçmişine dokunmanın huzurunu burada buluyor. Obruk, her yolcuya farklı bir iz bırakıyor.

Ve yolunuz düşmüşken, Konya’nın çağlardan beri süregelen sufi nefesini içinize çekip, Mevlana Hazretleri’ni ziyaret edin. O nefes, Obruk’un taşlarıyla birleştiğinde, yalnızca bir seyahat değil, ruhu derinleştiren bir yolculuk olur.

Gelin, obruğun sularına komşu bu taşların arasında zamanı dinleyin. Belki siz de kendi hikâyenizi bulur, yüzyıllar sonra hâlâ konuşan bir medeniyetin parçası olduğunuzu hissedersiniz.

Sevgili Cem Kınay’a bu samimi sohbet için teşekkür ediyorum. Vizyoner üretkenliğini takipteyim.

Yasemin Sungur

Önceki İçerik“Zihnin Sınırlarında Bir Rota: Fikret Muallâ” Sergisi
Sonraki İçerikİFSAK’ta Yeni Sezon Başlıyor
Yasemin Sungur
Yıllar önce okul dönemimin bittiğini söyleseler de ben hayatın tutkulu bir öğrencisi ve seçip aldıkları, özünden kattıkları ile sen izin verirsen ben bir rehber. Ben bir Özgür Martı. Ben bir düşleyen. Kanatlarım ile gelişime, paylaşıma ve değişime keyifle uçarım. İçimizde yaşayan gerçek Martı Jonathan’lara ulaşmak için MartiDergisi.Com’u uçurdum. Şimdi hep birlikte uçuyoruz. Kitapdaşlarımla birlikte Kitap ile Sohbet ederim ve onları İstanbul Oyuncak Müzesin de baş konuk olarak ağırlarım. Oyun oynamayı bırakmadım. Hayatı kelimeler ile anlatmayı, yazmayı ve onların büyüsüne kapılıp Yaz(ı) Kamplarımı keşfe dönüştürmeyi bilirim. Harekete Geçmeyenleri enerjimle uyandırırım. Sevgiyle nefes alıp, şiirle güne başlarım. Aşk ile, Can oğlum ve Ceren kızımla, kediler, çiçekler ve kuşlarla evrende hayat bir başka güzel. Şükür...