Yine güzel bir insanla karşınızdayım. Kendisi gibi adı “Neşe”, derinlerde bir yerlerde babasının kaybı hâlâ hissedilse dahi hep güler yüzlü, hep pozitif.
Hayat hepimizi dönüştürüyor. Bazen dersler yumuşak, bazen sert dalgalar şeklinde. Sevgili Neşe için de büyük dönüşüm babasının deneyimiyle gelmiş. Asker olan babasına hayli düşkün Neşe; onu tanımlarken “nazik, merhametli, yüreği sıcacık bir insandı” diyor. Gelgelelim babası Alzheimer hastalığına yakalanıyor, hastalığın her evresini yaşıyorlar ailecek; şok, mücadele, bazen umut, bazen hayâl kırıklığı. Sonrasındaysa babasından ayrılmak zorunda kalıyor.
Babasının kaybına kadar olan süreçte Neşe kendi içinde inanılmaz değişiklikler yaşıyor. Haberi ilk aldığında bir travma yaşıyor, o an bunun farkında bile değil. Sonrasında gittikçe artan bir çarpıntı. Anksiyete teşhisi konuyor. Gittiği psikolog “Allah’tan hafif bir anksiyete yaşıyorsunuz, nefes seansı denediniz mi hiç?” diyecek kadar holistik tıbba inanan açık görüşlü bir uzman. Bu soruyla birçok kapı açılıyor önünde, o ise açılan kapılardan geçecek cesarette. Böylelikle hayatına nefes, nöropsikoloji, varoluş psikolojisi, kuantum, tasavvuf, nöroplastisite gibi birçok eğitim, kavram, uygulama giriyor. Gayrimenkul sektöründe alışveriş merkezleri üzerine proje yönetimi, iş geliştirme gibi alanlar ile başlayıp devam etmiş olan 20 senelik stresli iş yaşamına veda ediyor. Kendisine şifa ararken, başkalarına da şifa olma yoluna adım atıyor.
Özellikle “Zihin” konusunda birçok eğitimler aldığını biliyorum, zihin konusunda bildiğimiz genel yanlışlar neler? Neler değişti bu eğitimler sonrası hayatında?
Öncelikle zihin kavramının tanımını net olarak bilmiyoruz. Nasıl işlediğini, bizim deneyimlerimizi nasıl oluşturduğunu, işleyişindeki asıl görevinin ve pozisyonunun ne olduğunu kavramakta güçlük çekiyoruz. Ben de bilmiyordum. Zihnin düşünce üreten bir motor olduğunu, ama ben bilincimi uykuda tuttuğum için beni otomatik olarak yönettiğini, bu otomatik yönetim işleyişinin, beynim ve sinir sistemim üzerindeki tetiklemelerini, bedensel olarak ürettiğim titreşimin enerji olarak yaşamla beni nasıl buluşturduğunu…
İlk olarak zihnin ne olduğuna ve ne olmadığına uyandığımda, âdeta içimden sahte biri, kabuk bir kimlik kum gibi aktı gitti. Her şeyi sevgi ve anlayış üzerine oturtan birine dönüştüm, herkesin bir hikâyesi olduğunu, her hikâyenin de o kişinin gerçeğini aramaya vesile olduğunu idrak ettiğimde, insanlarla olan ilişkilerim ve anlayış seviyem inanılmaz dönüştü. Sonrasında bedenimle, sağlığımla, kadınlığımla, doğayla ve para ile olan ilişkim dönüştü. Yaşamımın dönüşümünün, istediğim deneyimleri yaşamanın şükrüne vardım. İnançlı biriyim. Bu süreç benim inancımı büyüttü, şükretmeyi, dua etmeyi, manevi yönümle birleşmeyi, dilemeyi öğrendim.
Zihnin hastalıklar ile ilişkisi nedir? Örnekler ile gidecek olursak; anksiyete, depresyon, Alzheimer…
İnsanın sinir sistemi, farklı bölümlerden oluşur. Bunlardan bir kısmı merkezi devrelerimiz ve motor fonksiyonlarımızdan sorumludur, bir kısmı da hayatı nasıl karşılayacağımızı belirler. Yani duygularla beden arasındaki ilişki ve iletişimden sorumludur. Bu sistemin adı otonom sinir sistemidir. Otonom sinir sistemi, bedeninizin üzerinde oturan ve sürekli aşağı bakıp her tarafı durmadan “her an herşey yolunda mı” diye kontrol eden bir sistemdir. Zihin negatif bir düşünce ürettiği an, sistem “Hayati tehlike var” sinyali vermeye başlar. Yani sevgilinizin sizi terk etmesi ile bir yılanın size saldırması açısından otonom sinir sisteminin dilinde bir fark yoktur.
İşte hâl böyle olduğunda, bu sefer beyin, vücudun hormon sistemini devreye sokar ve en uzun sinir kablomuz olan vagus sinirine, vücuda yayması için “neurotransmitter” dediğimiz haberciler gönderir. Bir nevi biyokimyasal bir akış başlar vücudumuzda. İşte tehlike sinyali ile başlayan bu biyokimyasal akış, vücuttaki hücreler için yakıcı, hasta edici bir uyarandır. En zayıf hücreyi, ya da o hücrenin içinde uykuda olan bir kanser hücresi proteinini aktive eder ve hastalık başlar. Temeli bu.
Anksiyete, depresyon ve Alzheimer gibi beyin odaklı hastalıkların temelinde ise zihin dünyamızın çocukluk travmaları, en kötü senaryo ile düşünme hâli, siyah ya da beyaz düşünce kalıpları ile kalıplaşmış bir negatif bir düşünce döngüsünün beyni imha halidir. Yani yaşam akışında acılar olan bir kimsenin, bedensel bir reaksiyon olarak ya da sigaraya bağımlılık hâli geliştirmesi sonucu beyin damarlarının tıkandığını ve Alzheimer teşhisi ile karşılandığını görebiliriz. Ya da çok korku yaratan deneyimler sonucu her an bir şey olacak diye yaşayan bir insanın, bu panik döngü içinde beyindeki amigdala ve ilgili nörotransmitterleri sürekli aktive etmesi anksiyete, panik atak ve depresyon sonucu getirebilir. Biz düşünceleri izleyeniz. Düşüncelerin kendisi değiliz. Bu yüzden düşüncelerimizi yeniden oluşturmak ve bu dönüşümü kendimizde yaratmak durumundayız. Aksi takdirde yaşam yolunu yürümemiz daima zorlaşır.
Hoʻoponopono Tekniği
Babanla ilgili çok ilginç bir anı var, babacığın bir yandan sizleri geride bırakmamak adına hayata sıkı sıkı tutunurken diğer yandan hastanede çok acı çekiyor. Sen bu sırada Hoʻoponopono tekniği ile tanışıyorsun. Bu teknik tam olarak ne? Sonrasını senden dinleyelim mi?
Evet bu teknik, babamın vefatından 1 ay önce başka bir koç arkadaşım tarafından hasta yatağındaki kendi babasına uyguladığı bir teknikti. Ne olduğunu sonradan anladım. Babamın hastalığının başlangıcı ile vefatı arasında ortalama 14 yıl gibi bir süre var. Normalde Alzheimer hastaları, psikolojik ve bedensel olarak çok iyi bakılır ve sevgi ve sanat ile beslenirlerse bu kadar uzun yaşarlar. Biz de bunu yaptık aile olarak. Fakat özellikle son üç yıl içinde hiç bitmeyen hastane süreçleri içinde babamın çok yorulduğunu izleyebiliyordum ifade edememesine rağmen. Acıları vardı, sonradan öğrendik ki bağışıklığının bitmesi ile bağırsak kanseri de devreye girmişti. Ama bize her zaman çok düşkündü ve biliyorum ki bırakamıyordu. Bu sefer çok güvendiğim bir koç arkadaşımdan yardım istedim ve beni bu teknikle tanıştırdı. Aile bireyleri, evrendeki her şeyde olduğu gibi birbiriyle enerjisel ve genetik olarak bağlıdır. Dolayısı ile atalardan ve bilinçaltı dünyalardan gelen farkında olmadıkları kodlamalar taşırlar. Hoʻoponopono, bilinç ve bilinçaltı alanlarının bu taşınan yüklerden temizlenmesinde kullanılan bir yöntem ve 4 cümlesi var:
Seni seviyorum
Senden özür dilerim
Lütfen beni affet
Teşekkür ederim.
Ben babam bu yöntemi uyguladıktan 2 hafta sonra son hastane süreci ve arkasından kurtuluşu geldi.
Eğitim programların neler? Bunların arasındaki farklar tam olarak ne, kimler hangisine katılabilir?
Aslında bireysel seanslarımda uyguladığım 5 adet farklı program var. Bunlar, “Anksiyeteyi Dönüştürme Programı”, “Nöroplastisite ile Zihni Dönüştürme Programı”, “Zihin ve Kadın Sağlığını Yeniden Programlama”, “Zihin, Homeostasis ve Holistik Sağlık” ve “Online Ana Diyafram Nefesi Seansları”. Pandemi sebebiyle bir süredir hepsi online. Bunlardan ilki olan “Anksiyeteyi Dönüştürme Programı”na endişe düzeyi yüksek, anksiyete ve panik atak teşhisi konmuş olan ve destek programı isteyen herkes katılabilir. Bu program nefes koçluğu da yaptığım ve hem zihin hem beden üzerinde ana diyafram kası ile çalıştığım bir program. Bu programda kişinin yaşadığı bu illüzyon deneyimine sebep olan bilişsel kalıplarını inceliyor ve onları dönüştürme tekniklerini öğreniyoruz. İkincisi ve ana programım olan “Nöroplastisite ile Zihni Dönüştürme Programı”na ise, bu yaşam yolculuğunda yürümekte zorlanan, mükerrer negatif deneyimlerden çıkmak isteyen, düşünce biçimini dönüştürmek ve istediği deneyime ulaşmak isteyen, gerçek bir dönüşüm yaşamak isteyen, kendini arayan bulan, bulamayan tüm yolcular için. Bu program, beyin yapınızı düşünce sistematiğiniz üzerinden tamamen dönüştüren ve deneyimlerinizi yeniden yazan bir program diyebilirim. Diğer 2 programım kadın sağlığı ve beden sağlığı üzerine. Bu programa da beden- zihin ilişkisini baştan kurgulamak isteyen, bedenin zihinsel faaliyetlerle nasıl sağlıklı bir işleyişe kavuşturulacağını anlamak isteyen herkes katılabilir. Online Ana Diyafram Nefesi Seansları ise hem limbik beyin, yani duygu durumu düzenlemesi ile beyin dalgalarını düzenleyen, hem lenfatik ve bağışıklık sistemi çalıştıran bir motor olmasının yanı sıra hem beyin hem vücut için çok değerli bir oksijen ve enerji kaynağı. Buna da dileyen herkes katılabilir. Grup atölyeleri ve kurumsal eğitimlerimi ağırlıklı olarak, değerli dostlarım Eda Çarmıklı ve Markus Lehto’nun kurucusu olduğu Joint Idea ve Love Mafia etkinlikleri ile birlikte organize ediyoruz. Instagramdan @jointidea ve @i_am_lovemafia hesaplarını takip edenler, bu eğitimlerime de ulaşabilirler.
Eğitimlerine katılanlar içinde bir sürü dönüşüm hikâyesine eminim şahit olmuşsundur. Seni en etkileyeni bizlerle paylaşır mısın?
Elbette. Özel sektörde üst düzey yönetici olarak çalışan bir danışanım vardı. Son yıllarda aile içinde meydana gelen kaoslar, hayatın getirdiği çok yönlü maddi güç isteyen sorumluluklar ve stres dolu iş yaşamı sağlığını bozar durumdaydı ve herkesle gergin bir ilişkisi vardı artık. Yaşamda ne istediğini bilmiyor, para ve etiketini kaybetme endişesi ile problemleri yaratan düşüncelerin hepsine ısrarla tutunuyordu. Bu programla birlikte yaşam algısı tamamen değişti. Öncelikle kendi kendine yüklendiği sorumlulukları azalttı ve ailenin diğer bireylerine de sorumluluk taşımayı öğretti, böylece maddi manevi bir destek çemberi oluşturdu ailede (zaten insanın kendisi dönüşürse, çevresini de dönüştürmesi kaçınılmaz), akabinde etiketinden yani yönetici kimliğinden vazgeçmeyi seçti ve Zürih’e taşındı. Yurt dışında bir üniversitede psikoloji ve somatik deneyimlemeler üzerine eğitimler alıyor ve benim gibi koçluk yapmayı kendine amaç edindi. İnsanı öğrenmek en büyük amacı şimdi. Bundan daha iyi nasıl olur?
İnsan geni tamamen bağlantı kurma üzerine modellenmiş, ancak dünyaya baktığımızda bunun tam tersini görüyoruz. İnsanlar doğadan ve birbirinden kopuk yaşıyor. Buna dair neler demek istersin?
Genlerimiz, DNA’mız, hayatta kalmaya odaklıdır ve hayatta kalmanın ilk şartlarından biri bağ ve bağlantı kurmaktır. Bebek olarak dünyaya geldiğimiz andan itibaren duygusal ve fiziksel ihtiyaçlarımızı karşılaması için bir bakıcıya, anneye ihtiyaç duyarız. Doğumdan hemen sonra bebeklerin annesinin bedeni ile temas ettirilmesinin travmayı atlatması ve oksitosin yani mutluluk hormonu salgılayarak güvende hissetmesi amacıyla yapıldığını biliyor muydunuz? Bağlantı kurma hâlimiz, yazılımımız, ihtiyacımız böyle başlar ve hayat boyu insanlarla dostluk, iş ve aşk ilişkisi kurarak yaşam yolunu yürürüz. Her kurduğumuz bağ ve bağlantının bizim büyümemizde, tekamülümüzde istisnasız bu ilk 3 yaş deneyimimiz vardır. Burada bakıcılarımızın bizimle kurdukları veya kurmadıkları bağların ve bunların çocuk bedeninde yarattığı travmanın her bir zerresi yetişkinlik ilişkilerimizde yeniden, yeniden ve yeniden hayat bulur. Bağ kurmada çözemediğimiz her konuyu, zihnimiz yetişkinlik döneminde her türlü ama özellikle aşk ilişkilerimizde çözülmesini sağlamak için karşımıza çıkarır ama mesele bu kadar basit değil. Dünyanın bugün yaşamak zorunda kaldığı bu deneyimin, insan psikolojisi üzerinde sonuçları oldu ve olmaya da devam ediyor. Yalnızlık sendromları, depresyon, ağır uykusuzluk hâlleri neler neler… O yüzden yalnızlarımıza, hastalarımıza, çocuklarımıza ve yaşlılarımıza sahip çıkalım. El verelim. Şu anda Kanada’da bu konuda uzman bir kuruluşun eğitimlerine katılıyorum ve iki ay sonra bağ ve bağlantı kurma ile ilgili yeni bir eğitim programının duyurusunu yapıyor olacağım. Bu duyurulardan haberdar olmak için beni instagramdan @nesemerdinler ve Facebook üzerinden takip edebilirsiniz.
Pandemi ile büyük bir ölçüde değişti ve değişmekte hayatlarımız. Değişime direnmek eskisi gibi pek de mümkün değil. Geleceğe dair neler söylemek istersin?
Yaşam yolu, insan varoluşunun sürekli bir üst versiyonuna yürümesi için gerekli deneyimleri barındırır. Hiç bir zorluk kalıcı olmadığı gibi, hiçbir mutluluk da sonsuza kadar kalıcı değildir. Yaşamı ve zihni yönetebilen insan ile yönetmeye uyanmamış insan arasındaki en büyük fark, bu değişimleri getiren deneyimlerle birleşerek ve onu içine, kalbine alarak sevgi ve sabırla karşılayabilmekte yatar. Her şey bizim için oluyor, bize olmuyor. Bir kere bunu idrak ettik mi, kendinin en üst ihtimaline atılmış bir adım daha gerçekleşmiştir ve dünya gerçekliğinde cenneti yaşarsın. Rüyada uyanık kalırsın.
Son olarak zamanı veya imkânı olmayanlar için burada ufak rahatlatıcı bir metot paylaşabilir misin?
Elbette. Eğer, zihnimiz çok faalse, stres düzeyimiz yüksek ve yaşamımız kötümser bir algı düzeyinden yürümeye başlamışsa, öncelikle nefes kullanmayı öğrenelim. Vücudun savaş ya da kaç tepkisini anlık olarak rahatlatmaya yarayan üç teknik var:
- Etrafınızdaki 5 objenin ismini sesli olarak söyleyin. Zihin dünyanızda geçmiş ya da gelecektesiniz, buraya gelin, bu yöntem bunu sağlar.
- Etrafınızdaki 5 objenin rengini sesli olarak söyleyin. Zihin dünyanızda geçmiş ya da gelecektesiniz, buraya gelin, bu yöntem bunu sağlar.
- 4-7-8 nefes tekniğini kullanın: 4 birim nefes al, 7 birim tut, 8 birim üfleyerek ve karın iyice boşalarak ver. Bu teknik, parasempatik sinir sistemini, yani sakinleştirici sistemimizi devreye sokar ve son derece rahatlatıcıdır. Youtube üzerinde videolar var. Onlarla uygulayabilirsiniz.
Teşekkürler sevgili Neşe…
Röportaj: Şeyda Bodur