Facebook’ta arkadaşlarımızın profillerinde, Twitter’da takip ettiğimiz kişilerin iletilerinde paylaştıkları ve Mevlana’ya ait olduğu iddia edilen bazı cümleleri okuduğunuzda bu soruyu kendi kendinize sorduğunuz olmuştur sanırım: Mevlana böyle bir cümle kurmuş olabilir mi?
Şahsen son günlerde sosyal medyada dönüp duran, ısrarla paylaşılan iletileri gördükçe bu cümleyi öyle sık kurmaya başladım ki, bu ay tarihçiliği bırakıp –ama elbette yine tarihçi içgüdülerimle- Mevlana’dan ve gerçekten de ona ait bazı cümlelerden bahsedeyim istedim. Böylece yüzeysel ve aslında hiçbir şey anlatmayan ama Mevlana’ya atfedilen alıntıları bir tarafa bırakır ve onun felsefesinin özüne dair bir fikir edinebiliriz. Çünkü o, insanlara laf duyurmak için değil onları kâmil insan olmaya özendirmek üzere söyleyip yazmış büyük bir âlimdir. Ve bilgi kirliliği, bilginin gerçek özünü kaçırmamıza neden olan ve kişisel gelişimimizi engelleyen güncel bir olgudur. Doğrusunu bilmek, bu sebeple önemlidir.
Önce Küçük Bir Not: Mevlana Kimdir?
Mevlana, 30 Eylül 1207’de Afganistan’ın Belh şehrinde doğmuştur. Babası, bu şehrin tanınmış âlimlerinden Bahaeddin Veled, annesi ise şehrin emirinin kızı Mümine Hatun’dur. 13. yüzyıl başlarında Moğol akınları Belh’i de kapsayan bir coğrafyada yıkıcı etkinliğini sürdürürken bu akınlardan kaçan yüz binlerce insan Anadolu’ya göçtü. İşte bunlar arasında Mevlana’nın ailesi de bulunuyordu. Çeşitli şehirlerde geçirdikleri yılların ardından, o dönemde Anadolu’nun genelinde hüküm süren Anadolu Selçuklu
Devleti’nin sultanı Alaeddin’in davetiyle başkent Konya’ya gelip burada yerleştiler. Mevlana, babasının vefatından sonra müridlerine önderlik etmeye başlamış ve hoşgörü, sevgi ve evreni algılama biçimine dayanan felsefesiyle büyük ün kazanmıştır.
Mesnevi Nedir?
Mesnevi, bir şiir türüdür aslen. Mevlana da şiirlerini bu türde ve Farsça olarak vermiştir. Mevlana’nın Mesnevisi 6 cilt boyutunda bir eserdir.
Şimdi Mevlana’nın gerek dili ve üslubu, gerekse düşünme ve algılama biçimini doğru kavramak üzere Mesnevi’den seçilmiş bazı cümlelere kulak verelim:
“Ey oğul, bağlarını çöz tutsaklıktan kurtul. Ne zamana kadar altına ve gümüşe tutsak olacaksın?”
“Aynı dili konuştuğu kişilerden ayrı düşen biri, başkalarının yanında yüz türlü nağmesi olsa da dilsizdir.”
“İki çeşit arı da, aynı çiçekten yedi. Fakat şundan zehir meydana geldi, bundan ise bal.”
“Taşa altın ol desen, bu söz boştur; ama bakıra altın ol desen bunun bir yolu vardır.”
“Diliyle nice “inşaallah” demeyen vardır ki, canı “inşaallah”la bir olmuştur.”
“Birisinin yüzü sevgiliye karşıdır, öbürünün yüzü ise zaten kendi yüzü kesilmiştir.”
“Eşi benzeri bulunmayan Adem”i, İblis”in gözü ancak toprak gördü.”
“Ahmağın nefsi beydir, aklı tutsak. Tut ki yüz binlerce mushafa (kutsal kitap) yemin etmiş olsun.”
“Bu dünya bir dağdır; yaptıklarımız ise ses. Ses yankılanır da yine dönüp bize gelir.”
“Gözünü aydınlığa alıştır. Yok, eğer yarasa isen o zaman karanlıklara bakadur.“
Mevlana’nın gerçek sözlerinden bazı örnekler bunlar. Her biri üzerinde uzun uzun düşünmeyi gerektirecek ve hak edecek kadar derin ve bin mana yüklü değil mi?
Sorgulayıcı ve eleştirel bakışınızla bilgi kirliliğine direnmeye devam etmeniz dileğiyle…