Film Tavsiyesi: Bir Zamanlar Anadolu’da

Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi “Bir Zamanlar Anadolu’da”, rutin kasaba hayatıyla birlikte, saflığı ve zaafları içinde kasaba insanını da, otopsi masasına yatırıyor.

Türk sinemasının 2000’li yıllarına damgasını vuran Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi “Bir Zamanlar Anadolu’da”, güz döneminin en önemli sinema olayı olarak değinilmeyi ve seyredilmeyi hak ediyor. Filmin, hem Ceylan’ın genel sinema anlayışından izler, hem de filmografisindeki gelişim açısından yenilikler taşıdığını söyleyebiliriz.

Basit Olaydan İnsan Ruhunun Derinliklerine
Filmin, izleyiciyi kolaylıkla yanına alıp götüren basit bir öyküsü var aslında. Savcı, polis, doktor ve yardımcı personelden oluşan bir ekip, yanlarında zanlı olarak bulunan iki kişiyle birlikte, Anadolu’nun bozkırlarında bir ceset aramaktadır. Arkadaşlar arasındaişlendiği anlaşılan bu cinayetin kurbanı; rüzgârın gizemli şekilde uğuldadığı, yağmurun her an patlamaya hazır olduğu, gölgelerin adeta dans ettiği, tarihi kabartmaların şimşeklerle aydınlandığı bir gece boyunca aranır. Olayın kendisi veya nedeni o kadar önemli değildir, zira olay, küçük bir yerleşimdeki hayata ve insan dokusuna ışık tutmak için bir vesiledir. Bir düzine erkeği taşıyan araçların farları çevreyi aydınlatmaya çalışırken, Ceylan’ın kamerası da, hayatın ve insanların dokusu üzerine ışık tutmayı hedefler. Hayatın sıradanlığını, bozkırın sıkıntılarını, boğucu alışkanlık ve bürokratik uygulamaları yaşayan, en basit konuları bile kolayca halledemeyen, bazen saf, bazen kurnaz, kadınlarla ilişkileri sorunlu bir avuç insanı/erkeği izleriz film ve gece boyunca.

Erkeklerin Ardındaki Gizemli Kadın Dünyası
Film, ana karakterleri itibariyle tam bir erkek filmi gibi gözükse de, filmin erkekler üzerinden kadınlara da ışık tutmayı hedeflediğini es geçmemek gerekir. Filmin bu yönü, bir ara duyulan “her karışıklığın ardında bir kadın olduğu” şeklindeki klişe bir söze indirgenemez hiç kuşkusuz. Sadece iki kadının göründüğü, diğerlerinin varlığını ise ancak hissettiğimiz öyküde, kadınların erkekler üzerindeki bu gölgesel ağırlığı, filmin özgünlüğünü oluşturan unsurlardan sadece biri. Bu özgün yan, incelikli bir senaryo çalışması yapıldığının da en önemli göstergesi. Polisin telefonla konuştuğu ve çekindiği karısı, doktorun soluk fotoğraflarda yaşayan karısı, savcının intihar etmiş olabileceği ima edilen karısı, zanlının ayakta kalmayı başaran karısı, erkeklerin mutsuzluk ve zafiyetlerinin arkasındaki güçlü ve fakat anlaşılması zor kadınların birer örneği olarak belirir bu gece yolculuğunda.

Ve muhtarın evinde oturulup sohbet edildiği bir anda aniden ortaya çıkan, elindeki gaz lambası ve çay tepsisi ile karanlığın içinden bir melek gibi beliren, her erkeğin etkilenebileceği bir tazeliğin temsilcisi olan muhtarın kızı, adeta bir masal kahramanı gibi erkekler dünyasının tam ortasına düşer; her biriyle göz göze gelir, her birinde ayrı bir etki bırakır, geleneksel ziyaret kalıpları içinde çay ikram eder ve yine usulca kaybolur karanlıkların içinde. Ortak algı ve ilginin odağı oluveren melek yüzlü kızın görücüye çıkar gibi belirip yok olduğu bu sahne, son derece estetik bir mizansenle, filmin doruk noktalarından birini oluşturur.

Otopside Görülen İç Dünyalarımız
Ve gece yerini, yoğun rüzgârın öncülük ettiği yağmurlu bir sabahın serinlik ve dinginliğine bırakır. Giderek gerginleşen bir gecenin ardından sabaha karşı ceset bulunmuş, zanlının ifadesi alınmış ve görev tamamlanmıştır. Ekip, hayatın rutini içinde dağılmış ve geriye sadece otopsi işi kalmıştır. Ceylan’a özgü atmosferik anlatımın yoğunluğu, gün ışığından otopsi sahnesine kadar bir miktar azalsa da, son derece etkileyici bir finalle film yeniden gücünü gösterir ve noktayı koyar anlatmak istediklerine. Bir araç olarak ele alınan cinayet olayı, Ceylan’ın diğer filmlerine paralel şekilde klasik bir sonla noktalanmaz; ama otopsi nasıl bir inceleme sürecinin sonuysa, filmin akışının da simgesel sonunu oluşturur seyirci için.

Göstermeden anlatmanın en önemli örneklerinden biri olan bu sahnenin, aslında film boyunca kamerayla yapılan otopsinin izdüşümü olduğu söylenebilir. O ana kadar kasaba hayatı ve insanı üzerine kamerayla vurulan neşter, bu kez somut olarak bir insana vurulmaktadır. Karanlığın içinde kat edilen yol boyunca, savcı, polis, doktor, jandarma, işçi, muhtar, hemen herkes küçük neşter darbeleri vurmak üzere otopsi masasına yatırılmış ve bu insanların ruhlarının derinliklerinden kimi izler dökülmüştür seyircinin belleğine.

İnsan Ruhuna Görsellikle Ulaşmak
Ceylan’ın sineması, her seferinde yeni unsurlar eklenerek, daha olgun ve farklı noktalara ulaştı. Belki ilk filmlerindeki öyküsüzlüğün ve sessizliğin getirdiği vurgular azaldı, ancak insan ruhunun derinliklerine sinemanın temeli olan görsellikle ulaşma çabası hiç kaybolmadı. Bu bakımdan “Bir Zamanlar Anadolu’da”, en fazla diyalog içeren filmi olmasına rağmen, görsel gücüyle yine tipik bir Ceylan filmi. Anadolu’nun bağrındaki bu benzersiz gece yolculuğunun, tüm oyuncuların dengeli performansları ve başarılı görüntü çalışmasıyla da, şimdiden Türk sinema tarihinde kendine özgü bir yer edindiğini söylemek yanlış olmaz.

Önceki İçerikKültür Sanat Ajandası – EKİM
Sonraki İçerik( pencere )

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz