Efsanelerin Canlandığı Yerde Bir Müze: Troya Müzesi

“Çanakkale’nin birkaç kilometre ötesinde Troya yıkıntılarını herkese açarak Homeros’un destanlarını okumanın çarelerini bulalım. Öğrenme hevesimiz havada kalan soyut kavramlara tutunmak için boşuna çırpınmasın, gözümüzün gördüğü elimizin değdiği taşları ve toprakları konuşturalım. Bize kitaplardan çok daha fazla bilgi vereceklerine hiç şüphe yok. Kültürümüze de temel olabilirler çünkü zaten üzerine bastığımız topraktan çıkmadırlar.”

Mavi Anadolu, Azra Erhat 

Azra Erhat bu satırları 1956 yılında kaleme aldığında Troya Ören Yeri ziyarete açık değildi. Erhat o dönemde özel bir izinle bölgeyi gezebilmiş ve antik kentin kaderine terk edilmiş, bakımsız hali onu çok üzmüştü. Homeros’un İlyada’sını dilimize çevirme onuruna erişmiş bir edebiyatçının o yıllarda kurduğu hayalin gerçekleşmiş halidir Troya Müzesi. Ziyaretçilerini sadece surlarıyla karşılayabilen dilsiz antik kentin sesidir. Sadece onun özlemi değildi bu elbette. Müzenin temelinde, 1988-2005 yılları arasında Troya’nın taşını toprağını emek emek işleyen kazılara başkanlık yapan Prof. Dr. Manfred Osman Kofmann ve Koffman’la birlikte uzun yıllar çalışan 2013 yılından beri de kazı başkanı olan Prof. Dr. Rüstem Aslan başta olmak üzere çok sayıda kişinin emeği var.

Homeros’un İlyada Destanı’na konu olan Troya’nın bir efsaneden gerçeğe yolculuğu, Alman iş adamı Heinrich Schlieman’ın elinde İlyada Destanı ile Çanakkale’nin Hisarlık bölgesinde 1870 yılında başlattığı kazıyla başlıyor. Schieleman pek çok arkeoloğun hayalini süsleyen bir işi başarmış, Troya kalıntılarını bulmuş adını tarihe altın harflerle yazdırmıştır ama kazılarda bulduğu hazineleri de yurt dışına çıkarmıştır.

Troya efsanelerini anlatmak, bölgedeki eserleri sergilemek, yurt dışına kaçırılan hazinelerin ve eserlerin ait oldukları yere döndürmek amacı olan müzenin hikâyesi 2011 yılında bir mimari yarışmayla başlıyor.  Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın açtığı yarışmanın kazananı mimar Ömer Selçuk Baz’ın projesi oluyor. Bu projenin uygulandığı inşaatın tamamlanmasıyla müze Troya Antik Kenti’nin UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine alınmasının 20.yılında, 2018’de açılıyor. Aynı yıl ülkemizde Troya Yılı olarak ilan ediliyor. Devlet Opera ve Balesi ilk kez Troya operası sahneliyor.

Müzenin açılışı dünyada da ses getiriyor, bir Troya rüzgârı esmeye başlıyor.  2019 yılında Time Dergisi tarafından dünyadaki 100 muhteşem yer arasında gösteriliyor ve ülkemizden yer alan tek nokta oluyor Troya Müzesi. Avrupa’nın önemli müzelerinde Troya sergileri yapılıyor hatta adına bir bilgisayar oyunu bile yazılıyor. Açılışından bir buçuk yıl sonra pandeminin başlamış olması yeni bir müze için dezavantaj olsa da müzeden “Biz kapanmadık yeni bir kapı açtık” açıklaması geliyor ve müze sosyal medya ağlarında etkin bir şekilde görünmeye başlıyor. Birbirinden ilgi çekici canlı yayınlarla takipçilerinin hem merakını artırıyor hem de sayısını. Bu arada müze sanal ortamda kat kat gezilebiliyor eserler yakından incelenebiliyor. Ulusal bir yarışmada Yılın En Başarılı Müzesi seçiliyor.  2020 yılında Avrupa’da Yılın Müzesi Özel Takdir Ödülünü alıyor. Bu ödül sonrası müzede çalışan ekibin mutluluğunu da sosyal medyadan gururla izliyoruz.

Peki tüm bunlar nasıl olabiliyor? Alışageldik memur profilinden oldukça farklı olan yaptığı işe değer katmak için var gücüyle çabalayan, dünya müzelerini sıkı takip ettiği belli, yenilikçi ve bizzat yaptığı kaliteli canlı yayınlarla gençlerin de dikkatini çekmeyi başaran Müze Müdürü Rıfat Gölcük ve onun değerli ekibi sayesinde.

Elbette müze sadece sosyal medya kullanımıyla bir fark yaratmıyor. Müzenin içinde bulunduğu Tevfikiye Köyü’nde yaşayanlara kattığı değer de dikkat çekici ve kıymetli. Müze sayesinde köyün alt yapısı yenileniyor ve köy evlerinin cepheleri uygun mimariyle giydiriliyor. Köylüler müzeyi geziyor, yaşadıkları toprakların efsanelerini, tarihini ve değerini öğreniyor. Köylü kadınlara Troya hediyelik eşyası yapma eğitimi veriliyor ve müze mağazalarında satış yapma imkânı sağlanıyor. Köy pansiyonculuğu başlıyor. “Anlat Troya” isimli, köylülerin yer aldığı bir belgesel çekiliyor. Kentten köye göç başlıyor.

Müze’nin yarattığı başka bir fark da ziyaretçilerin topraktan çıkarılan bir eserin sergilenmeye kadar olan süreçte nasıl işlendiğini izleyebilmeleri. Bugün Troya Müzesi’ne gidenler restorasyon ve konservasyon laboratuvarlarındaki çalışmaları bir anlatıcı eşliğinde hatta soru sorma imkânıyla izleyebiliyor.

Troya Müzesi’ni ancak tadımlık anlatabildim. Troya Antik Kentine ve onun hikâye anlatıcısı olan bu müzeye yolunuzu mutlaka düşürün. Size söyleyeceği çok şey var!

                                                                                                                                   Arzu Tülümen

Önceki İçerikTanpınar’dan Bu Yana Değişmeyenler
Sonraki İçerikHıdrellez’de Neler Yapılır?
Arzu Tülümen
Deniz ve edebiyat hayatta bana keyif veren iki vazgeçilmez konu. Anadoluhisarı’nda denizle iç içe büyürken kitaplar ve hikâyeler yaşamımda hep var oldu. O yüzden belki de anlatmayı çok sevdim. Özel sektörde eğitim uzmanı, Devlet Okulları’nda İngilizce öğretmeni olarak görev yaptım. Yıllar sonra yeniden üniversite öğrencisi olduğum bir dönemde, çocuk ve gençlik edebiyatı çevirisi çalışmalarım beni çocuklar için yazma konusunda yüreklendirdi. Deniz tutkum, amatör bir denizci ve yelkenci olarak devam ediyor. Yaz aylarımı deniz üzerinde geçiriyorum. O nedenle hikâyelerimde deniz ve denize dair konular ön planda. Denize Dönüş adlı kitabım Doğan Egmont, Mercanın Yelkenlisi-Liman Kentleri Çanakkale adlı kitabımsa Beta Kids tarafından yayımlandı. Yasemin Sungur’la yolum yazarken tıkandığım bir dönemde onun “Harekete Geç” adlı eğitimine katılmamla kesişti. Martı Dergisi’nde yer almaktan ve kitap sevdalısı arkadaşlarımla bir arada olmaktan mutluyum. Okumaya, yazmaya ve öğrenmeye devam…