“Bana Özlen deyin. Bundan birkaç yıl önce –tam olarak ne kadar oldu bilemiyorum- cebimde yok denecek kadar az para olduğunu; fakat yine de mutlu olduğumu ve bu kokuşmuş, gözü para bürümüş hırs dünyasında yapacak bir şeyim olmadığını fark ettiğimde dere kenarına inmeye karar verdim. Çünkü dereler özgürdür. İnsana, bağımlısı haline getirildiği sisteme aslında muhtaç olmadığını hatırlatır. Gücü, kendi bünyesinde bulabileceğini anlatır. Öyle ki, belki de bu yüzden bazı insanlar tarafından tahrip edilmek istenmektedir.”
Bir Herman Melville değilim; ancak Moby Dick’i yazan ben olsam, herhalde bu şekilde başlatırdım. Üstelik hikâyede bir Ahab da var. Fakat benim hikâyemde Ahab bir kişiyi değil, birden fazla kişiyi bünyesinde barındıran kurum ve kuruluşları temsil ediyor. Tabi ilk olarak bilmeyenler için size Ahab’ın kim olduğunu özetleyeyim. Ahab, dev beyaz balina Moby Dick’i öldürme tutkusuyla dolup taşan bir kaptandır. Kendince doğru yaptığını düşünür; ancak balina olarak bilinen Moby Dick adındaki bu büyük gücü yenmesi imkânsızdır. Sonunda, barındırdığı kontrolsüz öfke ile kendisini ve filosunu felakete sürükler.
Sadece Moby Dick değil; edebiyat tarihi, hırsın ve felaketin anlatıldığı birçok eserle dolu. Az çok okuyorsa bizim Ahab, bunlardan ders almıştır diye düşünüyorum ama belli ki pek bir entelektüel birikimi yok. Ya da iki galeriden ateş pahasına tablo alıp, iki kitaptan afili bir alıntı yaptığında kendisini entelektüel sanıyor muhtemelen. Oysa sanatı yaşayabilmek düşündüğü kadar basit bir eylem değil. Okuduklarını analiz edip, özümseyebilmesi gerekir. Diğer türlü yaptığı sadece gösteriş olur. Doğrusu sanatı özümseyebilse bunları yapmazdı da, demek ki sanatla uzaktan yakından alakası yok.
Thales, her şeyin ana maddesinin, yani arkhe’nin, su olduğunu söyler. Daha sonra farklı düşünürlerden farklı tezler çıksa da, Thales’in arkhe’sinin en önemli noktasını da unutmamak gerekir: Thales bu sonuca dağların tepesinde bulduğu deniz canlısı fosilleriyle varmıştır. Dünyanın suları çekilmeye başladığında, yerleşim yerleri de su ile beraber aşağı doğru inmiştir. Çünkü insan su olmadan yapamaz. Deniz olsun, dere olsun, göl olsun; ille de suya yakın olma ihtiyacı duyar. Su hayat demektir, sağlık demektir. Suyun var olduğu yerde, hastalıklardan çok bahsedilmez.
Suyun öneminin farkına varan insanlar ikiye ayrılmıştır. Suyu bir ihtiyaç olarak görerek insan gibi kullananlar ve insanoğlunun suya olan ihtiyacını görüp, doğayı ve insanı tehlikeye atarak suyu tekeline alanlar.
Bugün Türkiye’nin dört bir yanındaki dereler, az önce belirttiğim ikinci model insanlar tarafından kuşatılmış durumda. Üstelik bunu “elektrik üretimi” adıyla gerçekleştiriyorlar. “Yenilenebilir enerji kaynakları çuvala mı girdi?” diye sormadan edemiyor insan. Türkiye, bu açıdan bu kadar güçlü bir potansiyele sahipken, neden derelerimiz ziyan ediliyor? Üstelik yargı da bunu yapamazsın demiş, yasak koymuş, yolunu mühürlemiş. Güvendikleri bir şey var ve bu her neyse, koyulan mühürleri kırıp inşaatlara devam ediyorlar. Yargının kararını hiçe sayıyorlar. Derelerde izinsiz çalışma yapıyorlar. Halk yırtınıyor, istemiyor, haykırıyor ve buna rağmen, halkı kendi deresinden mahrum ediyorlar!
Doğanın sesini dinle, derenin sesini dinle Ahab! Bu sefer hırsına yenik düşme Ahab! Bak kendi felaketini kendin getiriyorsun! Bugün yok ettiğin bu dereler, yarın seni yok edecek ve maalesef yanında masumları da götürecek! Yarın bir gün susuz kaldığında bugünleri hatırlayacaksın. Sen dünyada olmasan bile, senden sonra gelenler seni hatırlayacak Ahab! Sen iyi yaptığını sanacaksın ama onlar öyle düşünmeyecek. Tarihe, “felakete sebebiyet veren” olarak geçeceksin. İsmin böyle anılsın istiyor musun Ahab? İstemiyorsan, yaptığın bu yıkıma bir son ver! Moby Dick, seni suların derinliklerine gömmeden…