“Aşk öğrenilemez. Aşk geliştirilemez. Geliştirilmiş aşk, aşk bile olmayacaktır. O gerçek bir gül olmayacaktır, o plastik bir çiçek olacaktır. Bir şeyi öğrendiğinde, bu onun dışardan gelen bir şey olduğu anlamına gelir; o içsel bir gelişme değildir. Ve şayet aşk hakiki ve sahici olacaksa, o senin içsel gelişiminle olmak zorundadır.”
Osho
İnsanın aşk ile olan imtihanı dünya kuruldu kuralı var. Fakat ya kadının aşk ile olan imtihanına ne demeli?
Tıpkı erkeğin güç ile olan imtihanı gibi… Sevgili Yasemin benden değerli Martı okurları için “kadın, aşk, sevgi” ile ilgili misafir bir yazı rica ettiğinde bu engin konuyu nasıl yazacağımı bilemedim, ben de bıraktım kendimi içimde derinlerde dalgalanan aşkın deryasına; sevginin erkeğe, gücün ise kadına ait özler olduğunun kadim bilgisiyle.
Biz kadınlar neden bu kadar çok koşarız aşkın, sevginin peşinden? Erkekler neden güce bu kadar tutkundur ve tarihte en tutkulu dev aşkların kahramanları, yazarları hep erkekler olmuştur?
Kadın, dişi enerjisinin yansıması olarak ‘sevgi ile dolmak, gücü vermek ister’. Erkek ise, eril enerjinin yansıması olarak ‘sevgisini vermek, güç ile dolmak ister’. Peki, bunca zaman dünya sahnesinde tam tersi sahnelenmiyor mu? Kadınlar, ne zaman kaybettik aşka olan teslimiyetimizi, alıcılığımızı? Gelen sevgiyi alıp onunla dolmak yerine almadan vermek için çabalar olduk?
Ne zaman kapadık narin kalplerimizi? Ne zamandan beri sevgiyi dışarıda kendimizin dışında arıyoruz?
Binlerce yıldır içinde bulunduğumuz ataerkil düzenin dünyasında kadınların o kadar çok kalp yarası, ihanet, terk ediliş, ölüm, tecavüz, zorunlu töresel sevgisiz ilişkilerin anıları var ki kalp hafızalarında, bugün tüm bu kayıtlar kadınların sevgiyi alış ve veriş biçimlerini önemli ölçüde etkiliyor. Ruhsal kadim bilgilere göre bir kadının kalbine giden yolda 4 ana enerjisel kapı mevcut. Bu kapılar en dıştan en içe doğru saf ve açık halde duran kalbe yaklaştıkça enerjisel duvarlar gittikçe kalınlaşıyor, onu aşmak için gelen her kahramanın işini gittikçe zorlaştırıyor ve kalbin hemen önünde duran en son kapının ardında öldürücü darbeyi indirecek enerjisel silahını yerleştirmiş bekliyor. Bu mistik bilgi ne kadar doğru bilemem ama içsel enerjilerimizin bize akan sevgiyi ne kadar alıp almadığımızı belirlediği veya sınırladığı bir gerçek. İşte bir kadının dış gerçekliğinde yaşadığı, yaşattığı sevgi için bakacağı tek yer kendi kalbinin etrafına ördüğü duvarlar, içsel eril ve dişil enerjisinin birbiri ile olan ilişkisi.
Hintli mistik Osho’nun aşağıdaki bilge sözü şimdi daha anlam kazanıyor:
“Ve şayet aşk hakiki ve sahici olacaksa, o senin içsel gelişiminle olmak zorundadır.”
Biz kadınlar, kalp hafızamızdaki yaraları temizlediğimizde, içimizdeki dişiyi kucaklayıp onardığımızda ve içimizdeki erile tam teslim olabildiğimizde sevgi ile olan imtihanımızdan geçeceğiz. Kendi erilimiz, kendi dişimizi olduğu tüm hali ile sevdiğinde; kendi dişimiz kendi erilimize tam bir teslimiyet ile güvendiğinde; aşkın belirsizliğine güvenerek onun özgürlük olduğunu anlayacağız. Sevgiyi dışarda aramak yerine onun içimizde olduğunu anlayacağız. Aşkı öğrenmeden, aşkı yaşayacağız. Plastik çiçekten olma sevgilerimiz güzel kokulu taze canlı güllere dönüşecek. Hakiki aşk budur. İnsan kendine kavuştuğunda aşk ilahileşir, işte o sahici olandır. Bu içsel realitemiz fiziksel dış realitemize yansır,
İçeride ne varsa dışarıda o vardır. Dışarıda kim varsa, içeride o yaşar.
Kadınların sevgi ile olan ilişkilerinde; kalplerinin “kırılması, incinmesi” yarattıkları enerjisel kapıların ardında salınmayı bekleyen küfleşmiş enerjilerdir bir nevi. İncinen kadın, genelde kendini bedenen kapar, geri çekilir. Kalbini sevgiliye kapadığı an tüm evrene, sevginin farklı şekil ve kaynaklardan gelebilecek tüm olasılıklarına da kapatmış olur. İncinmek ve kırılmak, egosal menünün, sevginin içinde büyümeyi engellemek için itinayla kadına sunduğu en sevdiği iki yemektir. Sindirmesi o nedenle zordur. Bu menü affetmenin tatlısını servis etmez, aksine tatsız baharatlarıyla yemeyi zorlaştırır. Sevginin içinde gelişmeyi, büyümeyi, açılmayı engeller. Fakat sevgi ile kalbin acı çekmesi, birbirlerini çok iyi tanıyan eski sevgililer gibidir. Kalbin acıması, incinmeden farklıdır. O, acıyı yaşasa bile, kaybının içinde oturmaya ve sevmeye devam eder. Aşk özürdür artık. Bir kadın, sevginin içinde tüm risklere rağmen oturmayı seçtiğinde kendini daha yüksek boyutlarda bir aşka açmayı da kendine taahhüt etmiş olur.
Sevgiyi yaşayış biçimimiz, sevgiyi alış biçimimiz, sevgiyi gösterme biçimimiz kendimizle olan ilişkimizi gösteren çok önemli ipuçları sunar bizlere.
Bu yüzden 14 Şubat Sevgililer Günü’nü kendine kavuşma günü olarak görmeye davet ediyorum sizleri.
Kalbinizi aşkın her bir zerresine teslim ettiğiniz, devamlı değişmekte olan duygularınızın ötesine geçerek sevgiye teslim olduğunuz, korkularınıza, kalbinizde tuttuğunuz acılarınıza rağmen onu açık tutmaya devam ettiğiniz, tüm incinmişliklerinizi kapının dışına bıraktığınız bir “Sevgili Kendine Kavuşma Günü” olsun.
Aşka teslimiyet ile kalın…
Bilge İnal