Bir “Kalpten Baba” Öyküsü

Onu ve oğlu Okan’ı aslında 4-5 yıldır hatta belki de işin başından beri  tanıyorum, biliyorum. Sosyal medya vasıtasıyla tanımaktan çok memnun olduğum iki kişi Okan ve babası Serkan Özübek namı diğer Kalpten Baba. Bu mahlas çok ilgimi çektiği için takibi asla bırakmadım. Bir gün görüşmeyi çok istiyordum, ancak kısmet bugüneymiş. Okan büyüdü, okula gidiyor artık. Belki de onları ilk keşfeden gazetecilerden olabilirim, ancak görüşememenin nedenleri bu yazının konusu değil. Çünkü medyamızla ilgili. Neyse ki martidergisi.com var ve isteğimi gerçekleştirebildim.

Kalpten Baba Serkan Özübek Türkiye’de evlat edinen ilk ve halen tek bekar baba. Oğlu Okan ile hikayelerini Serkan Özübek ile yaptığımız söyleşiden okuyacağız ama Türkiye’de ilk olan Kalpten Babab’nın kim olduğunu merak ediyorsunuz işte küçük bir biyografi. Ailesi 60 yıl kadar önce Ordu’dan İstanbul’a göç etmiş. 3 abisiyle birlikte, o da İstanbul doğumlu; 1974 yılında hayata gözlerini açmış. Şişli Terakki Lisesi’nin ardından Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Makina Mühendisliği’ni bitirmiş. Ardından yine aynı üniversitede ve aynı bölümde yüksek lisans yapmış. Yüksek lisans eğitimi esnasında çalışmaya başlamış ve halen devam… Sonrasını ise şöyle anlatıyor Kalpten Baba Serkan Özübek:  “2016 yılında evlat edinmek için başvurdum. Bir yıl sonra, Türkiye’de bekar erkek olarak evlat edinme başvurusu onaylanan ilk kişi oldum. Aralık 2018’te oğluma kavuştum. Hem kişisel gelişimime katkı sağlamak hem de diğer ebeveynlere daha faydalı olmak amacıyla ICF (International Coaching Federation) onaylı, akredite iki ayrı kurumdan toplam 200 saat temel koçluk/ebeveyn koçluğu eğitimi aldım. Baba, oğul ve iki kedili bir aile olarak hayatımıza mutlu bir şekilde devam ediyoruz.” Özübek,  Instagram’da “kalptenbaba” hesabında ve www.kalptenbaba.com blog sayfasında, evlat edinme ile ilgili farkındalık yaratmak için ve ayrıca ebeveynlik konularında fayda sağlamak amacıyla içerik üretiyor. Girizgahı fazla uzatmadan Kalpten Baba Serkan Özübek ile söyleşimize geçelim…Söyledikleri çok kıymetli umarız kadın erkek herkese da ilham olur yaşadıkları, yaptıkları.

Kalpten Baba çok güzel bir mahlas.  Öyküsünü anlatır mısınız?

Aslında Kalpten Baba’nın hikayesi pandemi ile başladı. Ben devlet korumasındaki çocuklar için çalışan ve evlat edinme/koruyucu aile olma farkındalığı yaratmaya çalışan Kalben Derneği’nin kurucu üyelerindenim. Evlat edinmeye başvurum ile tesadüf tanıştığım dernek başkanımız Pelin Çalışkanoğlu Ekşi’nin teklifiyle dernek kurucu üyesi olmam çok paralel gitti. Pandemiye kadar çok güzel projeler yaptık. Ancak maalesef kapanma ile tüm derneklerin faaliyetleri durdu. Bizler de eve kapandık. Ben de acaba eve kapanmışken, tek başıma aynı amaç doğrultusunda nasıl farkındalık yaratırım diye düşündüm.  Başvurum esnasında, eğer başvurum onaylanırsa Türkiye’de bir ilk olacağımı öğrenmiştim. 2018 yılında oğluma kavuşunca da bu ilki oğlumla birlikte gerçekleştirdik.

İşte bu “Türkiye’de evlat edinen ilk bekar erkek” olma durumumun ilgi göreceğini tahmin ettim ve özellikle pandemi döneminde hayatımıza iyice giren sosyal medyada bir hesap açmaya karar verdim. Bir reklamcı arkadaşımla birlikte Kalpten Baba ismine karar verdik. Bu isim, biyolojik baba olmadığımı anlatırken, bir yandan da babalığı severek ve  kalpten bir şekilde yaptığımı ifade ediyor.

Kalpten Baba nasıl olunuyor? Tanımını yapar mısınız?

Çocukları sevmekle, bile isteye çocuk sahibi olmakla başlıyor. Kalpten baba demek, çocuğun ileride yetişkin bir birey olacağını bilmek ve bunun bilinciyle onu ilmek ilmek işleyerek büyütmek demek. Sağlıklı bir birey olabilmenin şartının sağlıklı ve mutlu bir çocukluk geçirmek olduğunu bilmek demek. Bu sebeple, çocukla iyi bir iletişimde olmak, kaliteli vakit geçirmek ki bu kesinlikle çocuğu kurstan kursa götürmek değil, yaşına uygun olarak onunla oyun oynamak, akşam uyuturken kitap okumak, hafta sonu dışarıda vakit geçirmek, sinemaya/tiyatroya gitmek, birlikte ev işi yapmak, evcil hayvanların bakım sorumluluğunu paylaşmak, hayvan ve doğa sevgisi aşılamak, saygı duymayı öğretmek, çocuğunu geleceğe güzel bir şekilde hazırlamak…O kadar çok ama aslında o kadar da basit şeyleri içeriyor ki aslında.

İnsanlar çocuk sahibi olmak için çok düşünüyorlar, kararsızlar ya da istemiyorlar. Siz bu kararı alırken zorlandınız mı?

Hayır, çok zorlanmadım. Hızlı karar verdim bile denilebilir aslında. Dedim ya kalpten baba olmak isteyerek baba sahibi olmak demek. Eğer insanların karar verme zorluğu maddi açılardan kaynaklanmıyorsa, ebeveyn olmaya çok uygun olmayabilirler diye düşünüyorum. Ben çocuk sahibi olabilmek için pek çok prosedürden geçtim, testlere girdim ve tam 2.5 yıl bekledim. Bu süre boyunca hiçbir zaman vazgeçmeyi düşünmedim.

Türkiye’de halen ilk ve teksiniz. Gözlemlerinize göre neden erkekler böyle bir girişimde bulunmuyor? Kadınlarda durum nedir?

Evet hala ilkim ama duyduğum kadarıyla bir kişinin daha prosedürleri devam ediyor. Umarım onaylanır.  Eğitim ailede başlıyor, toplum içinde devam ediyor. Okullar sadece bu eğitime destek oluyor. Hala evlerde “kalk kızım abine su koy”, “abine yemek hazırla”, “o erkek yapamaz şimdi” gibi cümleler kuruluyor. Bu nedenle erkekler kendilerine dahi bakamaz pozisyonuna getiriliyor. Böyle bir toplum algısı yaratılıyor. Üstelik erkekler de buna inanıyor bir müddet sonra. En büyük sebebi bu bence. Kadınlarda durum çok kötü değil. Tek başına evlat edinen veya korucu aile olan kadınların sayısı daha fazla.

Koruyucu aile ile evlat edinme arasındaki fark nedir? Siz oğlunuzu evlat edindiniz değil mi?

Ben evlat edindim. Evlat edinince çocuğun velayetini alıyorsunuz, soyadınızı veriyorsunuz. Çocuğunuzun biyolojik çocuktan hiçbir farkı kalmıyor. Koruyucu ailelikte, herhangi bir sebepten çocuğuna bakamayacak olan biyolojik anne-baba onu devlete bırakıyor. Evlat edinilmesine de izin vermiyor. Ancak çocuk sırf bu sebepten yuvalarda büyümesin diye, biyolojik ailenin de izni alınarak, koruyucu aile yanına yerleştiriliyor. Böylece çocuk hayatı öğrenerek, toplumda yaşayarak, sıcak bir yuvası olarak büyüyor. Velayetini alamıyorsunuz, çocuk hala devlet korumasında oluyor ama sizin yanınızda kalıyor.

Evlat edinme ve koruyucu aile kavramları, kurumları devlet tarafından çok ciddiye alınıyor değil mi?  Süreçler uzun sürüyor mu?

Evet, hem de çok ciddiye alınıyor. Bu süreç,  sağlık raporu, maddi durum belgeleri, ev ziyaretleri, kurumda sosyal hizmet uzmanınız ile görüşmeler, 6 hafta süren alkol-uyuşturucu testleri, sosyal araştırma, kişilik testi gibi pek çok prosedürü içeriyor. Böyle de olması gerekiyor zaten. Devlet, kendi korumasındaki bir çocuğu sizin yanınıza yerleştirirken veya size velayeti verirken çok titiz çalışması gerekiyor. Benim dosyamın onaya sunulması için 7 ay geçti. Sonra sıraya giriyorsunuz ve belli bir süre de orada geçiyor. Oğluma kavuşmam, başvurumdan 2.5 yıl sonra oldu. Süreler yaklaşık böyle oluyor.

Oğlunuz Okan ile gerçekten çok iyi anlaşıyorsunuz. Sırrı nedir?

Şimdi evli çiftler yanlış anlamasın ve kızmasın ama bence tek ebeveyn olmak, çocukla aranızda çok güçlü bir bağ oluşturuyor. Sır, aslında elinden geldiğince iyi ebeveyn olmaya çalışmakta gizli. Mükemmel anne-baba veya mükemmel bir çocuk yok. Ebeveynler kendini de, çocuğunu da iyi tanımalı. Aranızda gerilim yaratacak durumlardan kaçınmaya çalışılmalı. Piyano çalmak istemeyen çocuğu zorla kursa göndermemeli mesela J Çocuğun yetişkin olmadığını sık sık kendine hatırlatmalı ve kendinin de bir zamanlar çocuk olduğunu hatırlamalı. Bir çocuktan her şeyi düzgün yapması veya saatlerce uslu uslu oturması beklenmemeli. Kızgınlık elbette olacaktır. Ses yükseltme de. Buna iki taraf da alan açmalı. Duygular açık açık söylenmeli. Ancak sonrasında kırılan kalpler onarılmalı. Tartışmalar bir güç savaşına dönmemeli. Ben tüm bunları yapmaya çalışıyorum. Elbette arada tökezlediğim ve yanlış yaptığım zamanlar da oluyor ancak Okan’a sık sık şunu diyorum:  “Sana kızabilirim, sen de bana kızabilirsin ama kızmak ayrı, sevmek ayrı. Biz birbirimizi her zaman çok seviyoruz.” Bunu tamamen anladı ve içselleştirdi.

Okan ile ilgili hayalleriniz neler? Çok tanınan bir çocuk. Yolda mutlaka tanıyanlar oluyordu. Tepki veriyor mu?

Şu mesleği yapsın, bu üniversiteye girsin gibi hayallerim yok. Klişe olacak belki ama kendine yetebilen, insanlara, doğaya, hayvanlara saygılı, sevgi dolu, her işte elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışan bir yetişkin olmasını istiyorum. Gerçek duygularım inanın böyle.

Hesabım bence çok fazla takipçili değil, kendimi “influencer” gibi görmüyorum. Dolayısıyla Okan da ben de öyle çok fazla tanınmıyoruz. Ancak elbette arada bizi tanıyanlar çıkıyor. O zaman biraz utanıyor, hafif bir gülümseme ile karşılık veriyor. Bu arada, Okan benim Kalpten Baba olduğumu, onu evlat edindiğimi, hatta ikimizi anlattığım bir kitap yazdığımı biliyor. Onunla ilgili paylaşımlarda muhakkak ondan onay alıyorum zaten. Doğal, samimi, “içimizden biri” olduğumuzu gösteren paylaşımlarla amacım olan farkındalığı yaratmak istiyorum.

Ve kitabınız…Nasıl ve neden yazdınız “Kalpten Baba”yı ?  Aileleri ve bekarları bu konuda şevklendirmek için mi?

2-3 yıl önce , oğlumla kavuşma hikayemi yavaştan yazmaya başlamıştım aslında. Ama işte bir disiplin olmayınca kitap ilerlemiyor. Geçen yıl, sevgili Evrim Sümer aracılığıyla Literatür Hayat Yayınevi bana ulaştı. Genel yayın yönetmeni sevgili Senem dedi ki “Serkan, hem hikayen çok güzel ve özel hem de babalık işini tek başına iyi kotarıyorsun. Ben piyasada, bir babanın yazdığı ebeveynlik tecrübelerini anlatan kitap eksikliği görüyorum. Seninle böyle bir kitap çıkaralım mı?” diye teklifte bulundu. Hemen kabul ettim. Kitabımın ilk kısmında evlat edinme hikayemi, hem farkındalık yaratıp cesaret versin diye hem de prosedürlerin nasıl olduğuna dair fikir oluştursun diye yazdım. İkinci kısımda ise eğitimini almış olduğum ebeveyn koçluğu bilgilerimi yaşadığım babalık tecrübelerimle harmanlayarak, 17 başlık altında diğer ebeveynlere veya ebeveyn adaylarına çocuk yetiştirmede fayda sağlamak, bir yol göstermek istedim. İki kısmı da didaktik bir dille yazmadım. Hikaye tadında, sohbet eder gibi yazdım. Sıkıcı olmamaya çalıştım.

 

Önceki İçerikMartı’da Martı’dan Kültür Sanat Etkinlikleri
Sonraki İçerikDul Bayan Basquiat: Suzanne Mallouk ve Jean-Michel Basquiat’nın Hikayesi
Ayşe Dural
Saint Benoit mezunu. Bu okulda Fransızca ve İngilizceyi öğrendi ve çok sevdi; özellikle Fransızcayı. Sonrasında Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni bitirdi. Eğitim hayatına İstanbul Üniversitesi İşletme İktisadı Enstitüsü’nde devam etti. Çalışma hayatına Garanti Bankası Halkla İlişkiler Bölümü’nde başladı. Sonrasında dergiciliğe adım atarak Gelişim Yayınları’nda çalışmaya başladı. Türkiye’nin ilk “copyright” dergisi Marie Claire’de çalıştı. Suha Arafat’tan Orhan Pamuk’a kadar pek çok kişiyle söyleşiler yaptı, kadın hakları konusunda araştırmalar yaptı, modayı yakından takip etti. AMICA, BIBA gibi dergilerde çalıştı. Yazı İşleri Müdürlüğü yaptı. 2000-2006 yıllarında The Gate dergisinin yayın yönetmenliği yaptı. Koç Holding’in Bizden Haberler dergisinin yayın yönetmenliğini üstlendi. Daha sonra PR ajanslarında Medya İlişkileri Yönetmeni olarak çalışmaya başladı. Böylece artık haber yapmayacak, ama haberi gazetecilerle paylaşacaktı. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesinin medya ilişkileri yönetmenliğini üstlendi. Yasemin Sungur’la birlikte Kültür Sanat Ajansı’nı kurdular. Kitap editörlükleri yaptı. Dural, basında ve halkla ilişkiler konusunda edindiği tecrübe, bilgi ve deneyimi, danışmanlık, eğitim ve seminerler aracılığı ile yeni nesillere aktarmakta ve martidergisi.com için röportajlar yapmaktadır.