Bu sefer gezgin grubumla farklı bir yeri keşfetmeye çıktık. Son zamanlarda güzel sahiliyle çıkış yapan Gürcistan’a. Önce Trabzon’a indik. Buradan minibüsle on altı kişilik grubumuzla yola koyulduk. İlk durağımız Hopa’ydı. Yemek molası vererek dinlendik. Sarp sınır kapısından geçmek için minibüsten indik. Bavullarımızla yürüyerek sınır kapımızdan geçip Gürcistan Batum tarafına geldik. Fakat öyle bir izdiham vardı ki bayıltacak sıcakla kuyrukta üç saat bekledik. Ben böyle bir izdiham görmemiştim.
Sanırım vizenin olmayışı ve hafta sonu yoğunluğundan dolayı sınır kapısı yol geçen hanına dönmüş. Bizde bundan nasibimizi bunalarak almış bulunduk. Sonunda minibüse binerek Batum sahilini geçerken, rehberimiz Doğu Karadeniz bölgesi ile ilgili bizlere bilgi aktardı. Bu bölgenin İyonlulardan gelme olduğunu, çeşitli dillerden ve dinlerden milletler olduğunu, Hemşinli, Laz, Gürcü, Ermeni ve Rumların yaşadığını anlattı. Çaydan önce burada yoğunlukla turunçgillerin, daha çok mandalina ağaçlarının olduğu bölgeymiş. 1878 yılına kadar Osmanlıya aitmiş. 4. yüzyılda derin bataklıkmış okaliptüs ağaçları dikilerek bataklığı kurutmuşlar.
Okaliptüs ağaçlarının su çektiğini de öğrenmiş oldum. Çoruh nehrine barajlar yapıldığından sular kesilmiş ve denize dökülen kollardan azalarak zamanla kalmadığını Serpi köyüne yol alırken rehberimiz anlattı. Serpi köyünde Gonio kalesinde durakladık. Bu kalede MÖ birinci yüzyılda yapılmış ve kalenin duvarlarının yüksekliği kadarı yerin altında aynı şekilde indiğini burada Rum askerlerinin yaşadığını, içinde bahçe ve ağaçlandırma olduğundan arkeoloji çalışmaları yapılmadığını, kalenin taşları arasına para konulduğunu bazı paraların müzede saklandığı bilgilerini aldık. Batum’a geldiğimizde benim ilgimi çeken sahil tarafında yapılan gösterişli inşaatların tamamlanmadığını yarım olarak bırakıldığını sorduğumda ise para olmadığından yarım kaldıklarını söyledi. İç taraf ta ise Sovyet zamanından kalma çirkin, bakımsız bloklarda, ortak banyo tuvalet kullanarak ve tek odalı dairelerde yaşıyorlarmış.
Sonra Batum müzesine geldik. Müze iki kattan oluşmaktaydı. Ünlü ressamları Pirosmani’nin eserleri yer almaktaydı. Pirosmani’nin resimleri bana son derece iç karartıcı geldi.
Resmin zemini hep siyah olmasının nedenini sorduğumda; Gürcüler için siyah renginin kutsal sayıldığını, Meryem ana fresklerinde siyah giyimli olması en büyük nedenmiş. Sokaklarda yaşlı insanların neden siyah giyimli olduklarını da anlamış oldum…
Sonra ki durağımız Bagrati Catedraliydi. 4. yüzyılda Azize Nino tarafından yaptırılmış. 1900 de restore edilmiş. İlgimi çeken başka bir konu da ziyarete gelen insanların katedralin bahçesine girmeden duvarlarının önünde istavroz çıkarıp duvarlarını öpmeleriydi.
Akşam yemeği için gittiğimiz yer ise tahta gemi şeklinde bir restorandı. Bizlere uzun bir masa hazırlanmıştı. Masaya oturduğumuzda Gürcü yemek adetlerinden biri olan Tamada seçimiydi. Topluluğun içinden bir kişi Tamada olarak seçiliyor. Bu kişi masanın sözcüsü olarak konuşmak yani kadeh kaldırmak isteyen kişilere söz veriyor. Bu seremoni olarak yemek bitimine kadar devam ediyor. Yemekte söyledikleri dörtlük çok hoşuma gittiğinden sizlerle paylaşıyorum. Şöyle ki; “Bizim için içiyoruz, Sizin için içiyoruz, Onun için içiyoruz, Uzakta bizleri düşünen ve bekleyenler için içiyoruz…”
Bu kadar içmeyle masadan ayık kalkmak herkese nasip olmuyor tabi ki…
Yemekten sonra sahilde gece yürüyüşünden sonra otelimize giderek dinleniyoruz. Çünkü erkenden kalkıp Tiflis’e gideceğiz. Yolumuz bayağı uzun ve aradaki şehirlerde de duracağız.
Kahvaltıdan sonra yola koyulduğumuzda minibüsle altı saat yol gideceğimizi, akşama doğru Tiflis’te olacağımızı öğrendik. İlk durağımız Kutaisi şehriydi. Burada Bagratlı Katedrali’ni gezdik. Daha sonra Kral Davut’un yaptırdığı Galeti Manastırını gezdik. Dünyanın en büyük Mona Lisa mozaiği buradaymış.
Gürcü Ortodoks hacı merkezi olduğunu ve Unesco mirası olduğunu öğrendik. Stalin’in doğduğu şehir Gori’ye gitmek üzere yola koyulduk. Gori şehrinde Stalin’in müzesini görmek istiyorduk ama ne yazık ki kapanmıştı biz gidene kadar. Bahçedeki vagonunun önünde resim çektirdik. Diğer kısımda da doğduğu evin bulunduğu yerde de grubumuzdaki bir arkadaşımız Stalin dönemiyle ilgili bizlere tarihten hikayeler anlattı.
Burada da toplu resim çektirdikten sonra Tiflis’e doğru yol aldık. Tiflis’e geldiğimizde bayağı yorgun olduğumuzdan yemekten sonra otelimize giderek odalarımıza çekilip dinlendik. Sabah erkenden kahvaltıdan sonra Eski Tiflis meydanından gezmeye başladık. İlkönce Metekhi bölgesinden başladık. Buradaki Metekhi kilisesini gezdik. Sonra Tuğla kubbeli sülfür hamamlarının olduğu yere gittik. Burada dağdan kükürtlü suyun indiğini resimledik. Narika Kalesini görmek için tepeye tırmandık.
Tiflis zamanında bütün Kafkasya’nın başkentiymiş. En büyük caddesi Rustavelli caddesi boydan boya gezerken hem çok geniş hem de sağlı sollu Sovyet’ten önce Sovyet’ten sonra olarak adlandırdıkları parlamento binası, tiyatrosu, opera binası ve müzesi vardı. En ilginç olanı ise yollarda heykellerden havalandırmalardı. At üzerinde Aziz George Heykeli ejderha ile savaşırken caddenin ortasındaydı.
Yine meydan da Rustavelli’nin yazmış olduğu Gürcülerin altın postlu kadın efsanesinin heykeli vardı. Başka bir yerde de El Nino Azizelerinin bir elinde tas diğer elinde kılıç tasvirli heykeli vardı. Gürcülerin iki büyük kadın kahramanı var. Biri kraliçe Tamara, diğeriyse Kapadokya’dan buralara gelmiş Hristiyanlığı yayan Azize Nino… Gürcülerin inanışına göre heykelin elindeki kılıç Tamara’yı, kase ise Azize Nino’yu simgeliyor. Tiflis’te önceden 300 cami varmış. Şimdi ise bir tane kalmış. Camii 1811 yılında yapılmış. İçini gezdiğimde çok güzel bir sobası vardı. Onun da yanında resim çektirdim. Sonra 110 yıllık bir Sinagog gezdik. Tiflis önceleri Yahudi merkeziymiş. 70 yılında gitmeye başlamışlar. Tevratta yazdığı için İsrail’e gitmişler. Geri kalanı da 90 yılında maddi zorluklar yüzünden burayı terk etmişler…
Bu kadar gezmeden sonra bayağı acıkmıştık. Yemek için yerel restoranlarına giderek yerel yemekleri tattık. Yemekleri genelde hamur işine dayalı olduğundan sevmemek mümkün değil. İlkönce sofraya salata ve kalın tandır ekmekleri geliyor. Olmaz sa olmazı şarapları zaten çok meşhur olduğu için hepimiz birer kadeh alıyoruz. Haçapuli adında bir içi peynirli pizzaya benzeyen börekleri var. Hinkali adında içi etli kocaman mantısı var. Bir de pkhali adında ıspanaklı bir ezmeleri ve patlıcanın üzerine sürdükleri değişik soslu zeytinyağlı mezeleri var. Hepsi de çok lezzetliydi. Tiflis şehrini gezerken kendimi Avrupa şehrinde dolaşıyorum zannettim. Gerçekten son derece modern ve düzenliydi. Yakında bizden önce AB’ye gireceklerine bahse varım. Çünkü bayağı uğraştıkları belli oluyordu. Otuduğumuz kafeler buna göstergesi. Gayet şık ve düzgündü…
Daha sonra Kuru köprüden geçerken bit pazarına yöneldik. Burası eski Sovyet döneminden kalan eşyaların sergilenip satıldığı yerdi. Parkta ise ressamların yaptığı heykel ve resimler satılıyordu. Tabi bir de keçe şallar şapkalar ve çantalar. Burayı gezerek alışveriş yaptık. Akşama yemek için restorana gittiğimizde ilgimi restoranların alt katlarında yer alan çok büyük localar çekti.
Yine Tamadamız eşliğinde güzel niyetlerle kadehlerimiz tokuşturup yemeğimizi yedik. Şehrin akşam güzelliğinde yürüyüşe geçtik. Yeni yapılan ışıklı köprüde resim çektirdik. Sonra ışıklı ve müzikli su gösterilerini izledik. Otelimize döndüğümüzde çok yorulmuştuk hepimiz. Sabah kahvaltıdan sonra Gürcistan’ın güney doğusundaki Ortaçağ kasabası olan Signagi’ye gittik. Burası Ortaçağdan kalma ve Unesco listesine aday olan Avrupa Birliğinden destek alarak yenileme geçiren bir kent. Kutsal Nino Manastırını gezerken Azize’lerinin mezarı da burada bulunduğunu öğrendik ve görmeye gittik.
Buraya bizdeki yatırlar gibi insanlar gelip adak adıyorlar. Sonra bazı arkadaşlarımız kaleye doğru yürürken ben ve bazı arkadaşlarımız bir kafede oturup kahve içtik. Buradan şarap bölgesine giderek hem tadım yapıp hem de şarap alışverişi yaparak hafifledik. Tekrardan Tiflis’e doğru yola çıktık.
Böylece Batum – Tiflis seyahatimizinde sonuna gelmiştik. Tiflis şehri beklentilerimin bayağı üstündeydi. Gerçekten tarihi olan bir şehir boşuna Rus ve Avrupa yazarlar burayı sevmemiş. Çünkü bana göre mistik havası olan ve mutlaka görülmesi gereken yerler…
Bir başka seyahatte birlikte olmak dileğiyle hoşça ve geziyle kalın.