Yeni yıla başlangıç yaptığımız bu günlerde yeni kitaplar da raflardaki yerlerini aldı. Martı’nın radarına takılan ilk kitap Can Yayınları’ndan çıkan “Sarayın Gözleri – Osmanlı’nın İlk Fotoğrafçılarından Sébah&Joaillier’nin Hikâyesi.”
Yeni kitaplarla ilgili radarımıza takılan önemli bir haber de öykücülüğümüzün en özgün ve ayrıksı seslerinden Sait Faik Abasıyanık Can Yayınları’nda olması.
“Sarayın Gözleri – Osmanlı’nın İlk Fotoğrafçılarından Sébah&Joaillier’nin Hikâyesi.”
Fabrizio Casaretto’nun kaleme aldığı ve Osmanlı’nın ilk fotoğrafçılarından Sébah&Joaillier’nin hikâyesini anlatan Sarayın Gözleri – Osmanlı’nın İlk Fotoğrafçılarından Sébah&Joaillier’nin Hikâyesi, ocak ayında Mundi etiketiyle okurla buluşuyor. Sarayın Gözleri, bize paha biçilemez bir kültür hazinesi miras bırakan Sébah&Joaillier Fotoğrafhanesi ile iki yüz yıldır varlığını bu şehirde sürdüren Casaretto ailesinin yer yer duygusal, yer yer şaşırtıcı anılarla bezeli, başka bir “bu topraklar” hikâyesi…
Fabrizio Casaeretto , 1972’de İstanbul’da, her ikisi de Levanten olan İtalyan baba ve Fransız anneden doğdu. Pierre Loti Lisesi’nden mezun olduktan sonra yüksek tahsilini Fransa’da Ekonometri ve Finans üzerine tamamladı. Okul yıllarından beri farklı alanlar üzerine yazılar yazıyor; daha önce finans üzerine yayımlanmış Finansal Korunma: Hedging (2017) ve aile mirası fotoğrafkoleksiyonuyla ilgiliAile Arşivinden:Sébah&Joaillier Fotoğrafhanesi (2023) kitapları mevcut.
Sait Faik Abasıyanık’ın eserleri Can Yayınları’nda
Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatında bir mihenk noktası olan ve çağdaş öykücülüğümüzün de temellerini atan Sait Faik Abasıyanık, dört farklı eseriyleocak ayında Can Yayınları’nda. Kendine özgü yalın ve akıcı öykülerinde her şeyin merkezine insan sevgisini koyan usta yazarın bu ay okurla buluşacak eserleri “Son Kuşlar, Semaver, Seçme Hikâyeler ve Alemdağ’da Var bir Yılan.”
Son Kuşlar: “Yazmasam deli olacaktım.”
“Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka neydi? Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. Oturdum. Ada’nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.”
Semaver: “Her şeyi severek ölecekler.”
“Küçük şeyleri unutamayanlar, en geri hatıraları da unutamayanlardır. Hafızalarının bu bahtsız kuvveti karşısında hiçbir memleket, hiçbir vatan tutamadan her yeri, her şeyi severek öleceklerdir. Ben, artık tenhalaşmış sokaklarda bir memleket havası tutturarak; bu nevi kahveleri keşfetmekte büyük bir maharet kazanmıştım. Bazen susmasını bilen bir arkadaşla, bazen kokulu bir likörü bitirinceye kadar saatler geçerdi.”
Seçme Hikâyeler: “Kimseler âşık değil mi bu şehirde?”
“Soğuktan mı titriyordum, yoksa heyecandan, üzüntüden mi, bilmem. Havuzun suyu bulanık. Kapının saatleri on ikiyi geçmiş. Kanepelerde kimseler yok. Tramvay ne fena gıcırdadı! Tramvaydaki adam bir tanıdık mıydı, acaba? Ne diye öyle dönüp dönüp baktı? Yoksa kimseciklerin oturmadığı kanepelerde bu saatte yalnız pek başıboşlar mı oturur? Kimseler âşık değil mi bu şehirde? Kimseler, bir meydanın kanepesinde kimseyi beklemeyecek mi, yüzünü bir dakika görmek için kimsenin?”
Alemdağ’da Var Bir Yılan: “Tanı, tanı, kendini tanı”
İşte karşı karşıyasın. Haydi bakalım. Söyle söyleyeceğini. De diyeceğini. Dinler de. Tatlı tatlı dinler de. Sevgiden söz aç. Ne çıkar; o seni anlarsa değil, sen onu anlarsan bir şeyler olacak. İşte karşı karşıyasın. Birdenbire kalkar, dudaklarından öpebilirsin. Gözlerini kapar. Ne güzel gözlerini kapar. Belki de seni görmemek içindir. Sen de kaparsın gözlerini. Belki de onu görmemek içindir. Ne sen onu ne o seni anlıyor. Belki anlamak ikinizin de işine gelmiyor. “Tanı, tanı, kendini tanı.” İşe başla bir kere bu yönden. Sonra onu da anlayacaksın.